4- Hiç tartışmasız, sizin ilahınız gerçekten birdir.(2)
5- Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi'dir, doğuların da(3) Rabbi'dir.(4)
6- Hiç şüphesiz, biz dünya göğünü(5) 'çekici bir süsle', yıldızlarla süsleyip-donattık.
7- Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;(6)
8- Ki onlar, Mele-i Alâ'ya kulak verip dinleyemezler ve onlar her yandan kovulur atılırlar;
9- Uzaklaştırılırlar. Onlar için kesintisiz bir azab vardır.

AÇIKLAMA

2. Tüm kâinat nizamının tâ başlangıcından günümüze değin Allah'ın emriyle ayakta durduğu gerçeğini vurgulamak için yukarıdaki özellikleri taşıyan meleklerin adına yemin edilmiştir. Bu sistemin dışına çıkmak isteyenlerin kötü akibetleri sonucunda ortaya bir tek hakikat çıkar: İdareyi elinde tutan ilâh tek bir ilâh'dır. "İlah" kavramı iki anlamı tazammun eder. Birincisi başkaları tarafından kendisine kulluk edilen kimse, ikincisi kulluk edilmeye gerçekten layık olan zat. Burada "ilah" kavramı ikinci anlamda kullanılmıştır. Çünkü birinci anlamda insanların pek çok ilâhı vardır. Bu yüzden ayeti "gerçek ilâhınız birdir" şeklinde tercüme etmeyi uygun gördük.
3. Güneş ufukta hergün aynı noktadan doğmadığı gibi, hergün biraz daha kayarak ayrı açılardan göğe yükselir ve böylece dünyanın her bölgesinde muhtelif zamanlarda görülmesi mümkün olur. İşte bu yüzden ayette "meşarik" (doğular) ifadesi kullanılmıştır.
Zikredilmemiş olmasına rağmen "mağarıb" (batılar) ifadesini de, aynı mantık yolunu kullanarak, zikredilmiş olarak kabul edebiliriz. Çünkü "meşarik" ifadesi, aynı zamanda "mağarib" ifadesine de delâlet eder. Nitekim Mearic Suresi'nin 40. ayetinde "Doğuların da Rabbi, Batıların da Rabbi" ifadesi kullanılmıştı.
4. Bu ayetlerde, kâinatın sahibi ve hükümdarı kim ise, gerçek ilâh ve ma'budun da ancak O'nun olabileceği vurgulanıyor. Emir sahibinin terbiye eden ve yetiştiren olması ma'budun bir başkası olmasını akla ve mantığa aykırı kılar. Çünkü kendisine ibadet edilecek olan varlık, insana fayda ya da zarar verebilmeli, onun ihtiyaçlarını karşılamalı, kısmet ve kaderini tayin etmeli ve hatta insanın hayatının devam edip etmemesine karar verebilmelidir. Ma'bud bu özelliklere sahip olduğu takdirde kendisine teslim olmak ve kulluk etmek insan fıtratına uygun olur. Yukarıdaki temel ilkeleri kavrayan bir kimse, ancak yetki sahibi olanın ma'bud kabul edileceği, yetki sahibi olmayanın ise ma'bud kabul edilmeyeceği sonucuna kendiliğinden varacaktır. Dolayısıyla Allah'tan başkalarını ma'bud kabul etmek, onlara dua ve münacaatta bulunmak saçmalıktan başka bir şey değildir. Çünkü onların hiçbir gücü ve yetkisi olmadığı halde ağlayıp yakararak bir kimsenin onlardan isteklerde bulunması anlamsızdır. Bu meseleyi şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.
"Bir adamın işi vardır, bu adam mahkemeye gittiğinde dilekçesini yetkili şahsa vermeyip, orada bulunan herhangi birine verir ve ondan bir sonuç almayı bekler. Ancak hiçbir sonuç alamaz, çünkü kendisine dilekçe verilen şahsın meseleyle uzaktan yakından hiçbir alâkası yoktur."
5. "Yakın gök" ifadesi ile, gözlerimizle görebilmenin mümkün olduğu uzaya işaret edilmektedir. Nitekim daha uzakta bulunan, yerlerini bilemediğimiz birçok "sema" vardır. Başlangıçtan günümüze kadar insan, "sema=gök" fadesi ile belli bir yeri kastetmemiş ve uzayın görebildiği kadarını "sema" olarak adlandırmıştır.
6. Yani, sema sadece herkesin gördüğü uzay değildir ve belirli bir takım sınırları vardır. Hiçbir asi şeytan o sınırları aşamaz. Her yıldız ve gezegen kendi ekseni etrafında döner ve kendi yolu dışına çıkamaz. Onların yollarına da başka birşey giremez. Görünüşte uzay boş bir alan olarak gözükmektedir. Oysa uzaydaki sınırlar o kadar kesin hatlar ile çizilmiştir ki, insanların yaptıkları duvarlar bir hiç mesabesinde kalır. İnsanoğlunun aya çıkabilmek için ne kadar güçlükle karşılaştığı bilinmektedir. Dolayısıyla aynı güçlükler, yeryüzündeki diğer mahluklar için de söz konusudur. Yani bundan cinlerin Alem-i Bâlâ'ya çıkmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.