22- De ki:(38) "Allah'ın dışında (tanrı diye) öne sürdüklerinizi çağırın:(39) Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiç bir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiç bir destekçi olanı da yoktur.
23- O'nun katında, kendisine izin verdiği kimsenin dışında şefaati yarar sağlamaz.(40) En sonunda kalplerinden korku giderilince (birbirlerine:) "Rabbiniz ne buyurdu?" derler, "Hak olanı" derler. O, çok yüce olandır, çok büyük olandır.(41)
24- De ki: "Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kim?" De ki:(42) "Allah, gerçekten ya biz, ya da siz her halde bir hidayet üzerindeyiz veya apaçık bir sapıklıkta."(43)
25- De ki: "Siz, bizim işlemiş bulunduğumuz suçtan sorulacak değilsiniz ve biz de sizin yapmakta olduklarınızdan sorulacak değiliz."(44)
26- De ki: "Rabbimiz (kıyamet günü) bizi bir arada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasın) açandır, (her şeyi hakkıyla) bilendir."(45)

AÇIKLAMA

38. Buraya kadar geçen bölümlerde müşriklerin ahiretle ilgili yanlış fikirlerine değinilmişti. Buradan itibaren konu artık şirkin reddedilmesidir.
39. Yani, "Davud ve Süleyman Peygamberlerin ve Sebe kavminin kıssalarında gördüğümüz gibi fertlerin, milletlerin ve kralların iyi veya kötü kaderini Allah tayin eder. Şimdi siz eğer dilerseniz, kendi yaptığınız ilahların, bir kimsenin iyi kaderini kötüye, kötü kaderini de iyiye çevirip çeviremeyeceğini denemek için onlara yalvarın."
40. Yani, "Değil bir şeye sahip olmak veya sahiplikte Allah'a ortak olmak, yahut herhangi bir şekilde Allah'a yardımcı olmak, bütün kainatta kendi kendisine Allah'ın huzurunda şefaat edebilecek bir tek kimse bile yoktur. Siz Allah katında bazı sevgili kullar olduğu veya Allah'ı şefaatlerini kabule zorlayabilecek bazı güçlü şahsiyetlerin varolduğu gibi yanlış fikirlere sahipsiniz. Oysa gerçek şu ki, orada Allah'ın izni olmaksızın hiç kimse bir tek söz söyleyemez. Sadece Allah'ın izin verdiği kimse için Allah huzurunda şefaat edebilecektir. İslam'da ve putperestlikte şefaat arasındaki fark için bkz. Yunus: 3-10, Hud: 76-105, Taha: 109, Enbiya: 28, Hacc:76) (Yunus an: 5-23, Hud an: 84-16, Nahl an: 64-79, Taha an: 86, Enbiya an: 27, El-Hacc an: 125)
41. Burada, kıyamet gününde bir şefaatçinin bir başkası için şefaat etme izni arayışının bir tablosu çizilmektedir: (İzin başvurusunda bulunduktan sonra hem şefaatçi hem de hakkında şefaat edilecek olan kimse sabırsızlık ve korku içinde cevabı beklerler. En sonunda cevap geldiğinde ve hakkında şefaat edilecek kimse şefaatçinin yüzünde bir tatmin ifadesi gördüğünde biraz rahatlar ve şefaatçiye "ne cevap alındı?" diye sorar. Şefaatçi de "Hak olan cevap: izin verildi." der.) Burada vurgulanmak istenen şudur: "Ey akılsız insanlar! İşte Allah'ın mahkemesi böyle korkulu olacak! Nasıl olur da bir başkasının kendi gücüyle sizi bağışlayacağını veya cesaretle kalkıp da Allah'a: "Bunlar benim gözde adamlarım, bu yüzden bunlar bağışlanmalı, diyebileceğini düşünüp böyle bir fikre kapılabilirsiniz.
42. Burada soru ile cevap arasında ince ve anlamlı bir boşluk vardır. Sorunun muhatabı, sadece Allah'ın yokluğuna inanmamakla kalmayıp, rızkı verenin Allah olduğunu bilen ve buna inanan müşriklerdi. Fakat buna rağmen onlar içinde Allah'a başkalarını ortak koşuyorlardı. Şimdi onlara: "Size gökten ve yerden kim rızık veriyor?" diye sorulduğunda müşrikler köşeye sıkıştırılmış oluyorlardı. Eğer Allah'ın yanısıra başka birisini de ansalar, kendilerinin ve halklarının inançlarına aykırı bir ifadede bulunmuş olacaklardı. Eğer inatçılık edip böyle bir şey söyleseler kavimlerinin kendilerini reddedeceğinden korkuyorlardı. Eğer rızkı verenin sadece Allah olduğunu kabul etseler, o zaman da hemen şu soruyla karşı karşıya geleceklerdi: "O halde neden ve ne için başkalarını ilah ediniyorsunuz?" Rızkı veren Allah olduğuna göre, başka ilahlara niçin itaat ve ibadet edilsin?
Böylece müşriklerin kafası karışıyor ve şaşkınlığa düşüyorlardı. Ne sadece Allah'ın rızık veren olduğunu söyleyebiliyor, ne de başka bir ilahın rızık verdiğini iddia edebiliyorlardı. Soruyu soran onların cevap vermediğini görünce kendi sorusunu kendi cevaplıyor ve: "Allah" diyor.
43. Bu cümle, tebliğdeki hikmetin önemli bir noktasına işaret etmektedir. Yukarıda zikredilen soru ve cevabın mantıklı sonucu Allah'a itaat ve ibadet eden kimsenin doğru, O'nun yanısıra başkalarına tapanların ise yanlış yolda olduğudur. Bu nedenle verilen sonuç: "O halde biz doğru yoldayız, siz sapıklık içindesiniz" olmalıydı. Fakat gerçek ve doğru olmasına rağmen böyle açık ve dosdoğru bir karşılık tebliğ yönünden uygun ve akıllıca olmazdı. Çünkü bir kimseye hitap edildiğinde ve açıkça kendisinin sapıklık içinde olduğu söylenir, konuşan da doğru yolda olduğunu iddia ederse, bu kimse daha da inatçı olacak ve gerçeği kabule hiç yanaşmayacaktır. Allah'ın Rasulü sadece apaçık gerçeği söylemek için gönderilmediği, bunun yanısıra ona yanlış yolda olanları mümkün olduğunca çeşitli planlarla ıslah etme görevi de emanet edildiği için, soru ve cevaptan sonra Allah peygamberinden açıkça onların yanlış yolda ve sadece kendisinin doğru yolda olduğunun söylenmesini istememiştir. Bunun yerine şöyle buyurulmuştur: "Onlara de ki: Bizim sadece rızık veren bir tek Allah'ı mabud kabul ettiğimiz, sizinse rızık vermeyen başka ilahlar edindiğiniz meydana çıktı. Şimdi bu durumda her ikimizin de doğru yolda olması mümkün değildir. Sadece birimiz doğru yolda olabiliriz, diğerimiz ise sapıklık içindedir. Mantıki olarak hangimizin doğru yolda hangimizin yanlış yolda olduğunun ispatlandığına siz hükmedin."
44. Yukarıdaki soru dinleyicilerin zaten çok ciddi olarak düşünmelerini sağlamıştı. Bu cümle onların daha da ciddi düşünmelerini sağlamak için eklenmiştir: "Doğru yol ve sapıklık sorununu düşünüp karar vermek bizim bireysel faydamız içindir. Çünkü eğer biz yanlış yoldaysak, hatamızın sonuçlarını kendimiz çekeceğiz, siz bundan sorumlu tutulmayacaksınız. Bu nedenle bir inancı benimsemeden önce yanlış yolda olmadığımızdan emin olmak için çok ciddi düşünmeliyiz. Siz de aynı şekilde bizim için değil kendiniz için iyice düşünmelisiniz ve hayat sermayenizi yanlış bir inanca yatırmadığınızdan emin olmalısınız. Çünkü bu hususta bir hata işlediğinizde bize değil, sadece kendinize zarar verirsiniz."
45. Bu dinleyicinin dikkatinin çekildiği son ve en güçlü motiftir. Vurgulamak istediği şudur: "Mesele sadece bizimle sizin aranızda hak ve batıl farkı olduğu değil, fakat siz ve biz hepimizin hakkı bilen ve hepimizin durumundan haberdar olan Rabbimizin huzuruna çıkacağımızdır. Orada, O'nun huzurunda sadece hangimizin doğru yolda olduğuna hüküm verilmekle kalınmayacak, bizim size hakkı açıklamak için ne kadar çaba sarfettiğimiz, sizinse, bize nasıl karşı çıktığınız ve hakka olan düşmanlığınız nedeniyle bize nasıl karşı koyduğunuz da meydana çıkacak."