47- Mü'minlere müjde ver; gerçekten onlar için Allah'tan büyük bir fazl vardır.
48- Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, eziyetlerine de aldırma ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
49- Ey iman edenler, mü'min kadınları nikâhlayıp sonra onlara dokunmadan boşarsanız,(85) bu durumda sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur. Artık (hemen) onları yararlandırın (onlara yetecek bir miktar verin) ve güzel bir salma tarzıyla onları salıverin.(86)

AÇIKLAMA

85. Cümlenin anlamı çok açıktır ve nikah burada evlilik anlaşması için kullanılmıştır. Sözlük-bilimciler Arapça nikah kelimesinin anlamı hakkında çok tartışmışlardır. Bir grup, kelimenin hem cinsel ilişki, hem de evlilik anlaşması için kullanıldığını söyler. İkinci grup kelimenin kullanılan bu her iki anlamı da ihtiva ettiğini, üçüncü bir grup da asıl anlamın evlilik anlaşması olduğunu, mecazî olarak da cinsel ilişki için kullanıldığını söyler. Dördüncü grup ise kelimenin "cinsel ilişki" için kullanıldığını, mecaz olarak da akid manasında kullanıldığını kabul eder.
Her grup da görüşünü desteklemek için Arap şiirinden örnekler sunar. Fakat Ragib İsfahanî şu iddiada bulunur: "Nikah kelimesinin asıl anlamı evlilik anlaşmasıdır. Sadece mecazi olarak cinsel ilişki için kullanılır. Asıl anlamının cinsel ilişki olup, mecâzen evlilik akdi için kullanılmış olması imkansızdır." Râgip el-Isfahanî'nin öne sürdüğü delil ise cinsel ilişki için Arapçada ve diğer bütün dillerde kullanılan kelimelerin müstehcen oluşudur. Hiçbir şerefli kimse topluluk içinde bu kelimeyi kullanamaz. O halde bir toplumun, böyle bir ilişki için kullanılan kelimeyi mecazî olarak evlilik akdi için kullanmış olması imkânsızdır. Böyle bir akid için bütün dillerde, müstehcen kelimeler değil, iffet ve namusa uygun kelimeler kullanılmıştır.
Kur'an ve Sünnet sözkonusu olduğunda, nikah ya evlilik akdi, ya da evlilik akdinden sonraki cinsel ilişki için kullanılan bir terim olmuştur. Fakat hiçbir zaman evlilik dışı cinsel ilişkiler bu terimin içine girmemiştir. Bu tür ilişkilere Kur'an ve Sünnet, nikah değil zina adını verir.
86. Bu ayet, muhtemelen aynı dönemde vuku bulan bir boşanma davası ile ilgili olarak nazil olmuş ve bu konuya dahil edilmiştir. Bu da, ayetin bir önceki bölümden sonra, fakat takip edilen bölümden de önce nazil olduğunu göstermektedir.
Bu ayetten çıkarılan fıkhi hükümler şunlardır:
1) Ayette, ehl-i kitaptan kadınların bu hüküm dışında kaldığı izlenimini verebilecek "inanan kadınlar" tabiri kullanılmış olmasına rağmen, bütün alimler bu hükmün kitap ehlinden kadınlar için de geçerli olduğu görüşündedirler. Yani Müslüman bir erkek, ehl-i kitaptan bir kadınla evlenirse, boşanma, mehir, iddet ve nafaka ile ilgili hükümlerin hepsi inanan bir kadına uygulanan hükümlerin aynısıdır. Alimler, Allah'ın burada "inanan kadınlar" tabirini kullanmakla, Müslümanlara, kendilerine sadece Müslüman kadınların layık olduğunu bildirmeyi murad ettiği konusunda ittifak etmişlerdir. Yani her ne kadar onların Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla evlenmelerine izin verilmişse de, bu övülen ve tavsiye edilen bir davranış değildir. Başka bir deyişle, Kur'an, Allah'ın müminlerden inanan kadınlarla evlenmelerini istediğini vurgulamaktadır.
2) Mes (dokunmak) kelimesi burada cinsel ilişkiyi ima etmek için kullanılmıştır. O halde ayetten, koca, kadınla yalnız kaldığı, belki de ona eliyle dokunduğu halde eğer cinsel ilişkide bulunmamışsa, kadının boşanma halinde iddet beklemesine gerek kalmadığı hükmü çıkmaktadır.
Fakat fakihler, eğer karı koca yeteri kadar (yani cinsel ilişkinin mümkün olacağı kadar) yalnız kalmışlarsa ve bu halvetten (yalnız kalma) sonra boşanma vuku bulmuşsa tedbir olarak iddet beklenilmesi, eğer halvetten önce boşanma vuku bulmuşsa, iddet beklemeye gerek olmadığı hükmüne varmışlardır.
3) Halvetten (karı-kocanın yalnız kalması) önce boşanma vuku bulduğunda, iddetin sözkonusu olmaması, böyle bir durumda kocanın karısına dönme hakkını kaybettiği ve kadının hiç iddet beklemeksizin dilediği kimse ile evlenebileceği anlamına gelir. Fakat bunun sadece halvetten önceki boşanmalar için geçerli olduğuna dikkat edilmelidir. Eğer bir kadının kocası halvetten önce ölürse, öldükten sonra beklenilen iddet ortadan kalkamaz, bilakis kocası ölen kadın, normalde evli olan diğer kadınlar gibi dört ay-on günlük iddet süresini beklemek zorundadır. (iddet, boşanmış veya kocası ölmüş bir kadının, sona erene dek evlenmesinin yasaklandığı bekleme süresidir.)
4) "Onlar üzerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur," sözleri iddet beklemenin kocanın karısı üzerindeki hakkı olduğunu göstermektedir. Fakat bu sadece erkeğin hakkı olduğu anlamına gelmez. Buna hem çocukların, hem de Allah'ın veya kanunun hakkı dahildir. Erkeğin hakkı, iddet süresince karısına geri dönme hakkının devam etmesi ve kadının hamile olup olmadığının anlaşılmasına bağlı olarak çocuklarının nesebinin sabit olması bazındadır. Çocuğun hukukî, haklarının belirlenebilmesi için nesebi sabit olmalıdır, ahlakî statüsü de nesebinin şüpheli olmamasını gerektirir. Allah'ın (veya kanunun) bu iddet beklemede kadın üzerinde hakkı vardır. Çünkü insanlar ve çocuklar, haklarından gafil olsalar, bunlara aldırmasalar bile, İlahî Kanun onların haklarının korunmasını gerektirir. İşte bu nedenle bir adam karısına, ölümünden sonra veya boşandıktan sonra iddet gerek olmadığına dair vasiyet vermiş olsa bile, şeriat bu hakkı iptal etmez.
5) "Onları faydalandırın ve güzellikle serbest bırakın" Bu emir şu iki davranıştan biri ile yerine getirilebilir: Eğer mehir nikâh sırasında belirlenmiş ve koca halvetten önce karısını boşamışsa, Bakara: 237'ye göre mehrin yarısı kadına verilmelidir.
Bundan fazlasını vermek farz değildir, fakat menduptur. Mesela mehrin yarısının yanısıra gelinlik elbiselerini veya adamın nikah sebebiyle gönderdiği diğer hediyelerin kadında bırakılması övülecek bir davranıştır. Fakat nikah sırasında mehir belirlenmemişse, kadını göndermeden önce birşeyler vermek farzdır. Bu "birşeyler"in miktarının da, Bakara: 236'da erkeğin maddi imkanlarına göre belirleneceği bildirilmektedir. Alimlerden bir kısmı da, mehir tayin edilmiş olsun veya olmasın, boşanma halinde kadına bir şeyler verilmesi gerektiği görüşündedir.
6) "Güzellikle serbest bırakın", sadece kadına maddi bir şeyler verilmesi anlamına gelmez. Boşanma hiçbir onur kırıcı davranış olmaksızın güzellikle vuku bulmalıdır. Eğer erkek, kadından hoşlanmazsa veya onu yanında tutmak istememesine yol açan başka bir sebep varsa, kadını efendice boşamalı ve kibarlıkla göndermelidir. İnsanların önünde, onun hatalarını ve beğenmediği yönlerini saymaya başlamamalıdır. Kur'an'ın bu emri, boşama hakkını mahkemelere vermenin, nasıl ilahi kanunun ruhuna ters düştüğünü göstermektedir. Çünkü böyle bir durumda "güzellikle serbest bırakma" şansı kalmaz, bilakis bu durum, erkek istemese de suçlama, kötü şöhret ve aşağılama ile son bulur. Bunun yanısıra, ayetteki ifade, erkeğin boşama hakkının, bir hükümet otoritesi veya mahkeme tarafından sınırlandırılmasını kabul etmemektedir. Bu ayet, boşama yetkisini açıkça evli erkeğe vermekte ve eğer karısına hiç dokunmadan onu boşamak isterse, ona mehrin yarısını veya imkanlarına göre birşeyler verme sorumluluğunu sadece ona yüklemektedir. Buradan da ayetin, erkeğin boşama işini hafife almaması için malî bir sorumluluk yüklenmesi gerektiğini göstermeyi amaçladığı sonucuna varabiliriz. Böylece erkek boşama yetkisini düşünerek ve bilerek kullanır ve iki ailenin iç işlerine dışarıdan hiçbir müdahale şansı yoktur.
7) İbn Abbas, Sad İbn-ül-Museyyeb, Hasan Basri, Ali İbn'ül Hüseyin Zeynül Abidin, İmam Şafii ve İmam Ahmed ibn Hanbel "............ nikahlayıp da .......... boşarsanız" sözlerinden, boşanmanın ancak nikah akdedildikten sonra vuku bulabileceği sonucunu çıkarmışlardır. Nikah akdinden önce boşanmanın hiçbir hükmü yoktur. O halde bir kimse: "Eğer şu kadınla veya şu kabile veya milletten bir kadınla veya herhangi bir kadınla evlenirsem, benden boş olsun" derse, bu anlamsız ve saçma söz olacaktır. Bu sözlerden boşanma hükmü çıkarılamaz. Aşağıdaki hadisler bu görüşe delil getirilmiştir.
"Ademoğlunun sahip olmadığı yetkisini kullanmaya hakkı yoktur." Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace) . "Nikahtan önce talak yoktur." (İbni Mace) . Fakat fâkihlerin çoğu, bu ayet ve bu hadislerin, karısı olmayan bir kadına "sen boşsun" veya "seni boşadım" diyen bir kimse hakkında olduğu görüşündedirler. Böyle birşey söylemek şüphesiz saçmadır ve hiçbir hukukî sonucu yoktur. Fakat eğer bu adam "seni nikahlarsam, boşsun" derse, bu, nikahtan önce boşama anlamına gelmez. Bilakis adam, kadınla evlenirse onu boşayacağını ilan etmektedir. Böyle bir ilanat saçma ve hükümsüz değildir; tam aksine ne zaman o kadını nikahlarsa, kadın boş olur. Fakihler, bu tür boşanmanın hangi dereceye kadar geçerli olacağı konusunda da farklı görüşler öne sürmüşlerdir.
İmam Ebu Hanife, İmam Muhammed ve İmam Züfer'e göre bir kimse kadının kimliğini veya hangi millet veya kabileye mensup olduğunu bildirse, ya da "Hangi kadınla evlenirsem evleneyim, o boş olsun" dese, her halükârda boşanma vuku bulacaktır. Ebu Bekir el-Cassas, Hz. Ömer, Abdullah bin Mes'ud'un İbrahim en-Nahaî, Mücahid ve Ömer bin Abdülaziz'den (Allah hepsine rahmet etsin) aynı görüşü nakletmektedir.
Süfyan-ı Sevri ve Osman el-Betti'ye göre, bir kimse "şu falanca kadınla evlenirsem, o boş olsun" derse ancak o zaman boşanma geçerli olur.
Hasan bin Salih, Leys bin Sa'd ve Amir eş-Şa'bi'ye göre ise, bir topluluk adının anılması şartıyla, genel mahiyette birşeyler söylense bile, mesela bir kimse: "Falanca aileden veya falanca kabile, şehir millet veya memleketten bir kadınla evlenirsem, o benden boş olsun," dese, boşanma geçeli olur.
İbni Ebi Leyla ve İmam Malik yukarıdaki görüşü eleştirerek bir zaman sınırının da konulması gerektiğini söylemişlerdir. Mesela eğer bir kimse "Eğer bu yıl veya gelecek on yıl içinde, falanca kadınla veya şu tabakadan bir kadınla evlenirsem, o kadın benden boş olsun," derse boşanma geçerli olur, aksi taktirde hükmü yoktur. İmam Malik'e göre, bir kimsenin koyduğu zaman sınırı beklenen yaşam süresini aşıyorsa, boşanma yine hükümsüz olur.