42- Ve O'nu sabah ve akşam tesbih edin.(78)
43- O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekten; melekleri de (size dua etmektedir) . O, mü'minleri çok esirgeyicidir.(79)
44- O'na kavuşacakları gün, onların dirlik temennileri: "Selam"dır.(80) Ve O, onlara üstün bir ecir hazırlamıştır.
45- Ey Peygamber,(81) gerçekten biz seni bir şahid,(82) bir müjde verici ve bir uyarıcı(83) -korkutucu olarak gönderdik.
46- Ve kendi izniyle Allah'a çağıran(84) ve nur saçan bir çerağ olarak (gönderdik) .

AÇIKLAMA

78. Burada Müslümanlara şu talimat verilmektedir: Allah'ın İslâm düşmanlarından alay ve suçlamalara maruz kaldığı ve onun şahsî misyonunu engellemek için bir karşı propaganda hedefi yapıldığı zaman, müminler ne bu saçmalıkları ilgisizce dinlemeli, ne düşmanların yaydığı şüphe ve tereddütlere kapılmalı, ne de karşı koymak için sert ve kötü bir dil kullanmalıdırlar. Bilakis Allah'a dönmeli ve özel bir önlem olarak O'nu her zamankinden daha fazla zikretmelidirler. Allah'ı zikretmenin anlamı yukarıda an: 63'de açıklanmıştı. "Allah'ı sabah, akşam tesbih etmek", sadece, tesbihteki taneleri saymak değil, O'nu sürekli tesbih etmek, O'nun yücelik ve azametini dil ve kalp ile sürekli ifade etmek demektir.
79. Burada Müslümanların şu gerçeği farketmesi istenmektedir: "Kafirlerin ve münafıkların size karşı beslediği kin ve kıskançlık, sadece Allah'ın, size Rasûlü aracılığı ile indirdiği rahmet nedeniyledir. Siz O'nun sayesinde imanla müşerref oldunuz, küfür ve cahiliyenin karanlığından İslâm'ın aydınlığına çıktınız ve O'nun sayesinde sizi diğer insanlardan ayıran ahlâkî ve toplumsal mükemmel bir nitelik ve şahsiyet geliştirdiniz. İşte bu nedenle kıskanç insanlar Allah'ın Rasûlüne karşı kin ve düşmanlık besliyorlar. Fakat, bu durumda sizi Allah'ın rahmetinden uzaklaştıracak ters bir tavır içinde olmamanız gerekir."
Salât kelimesi Allah tarafından alâ takısı ile kullar için kullanıldığında, rahmet, mağfiret ve bağışlama anlamına gelir. Melekler tarafından insanlar için kullanıldığında ise merhamet edilmesi için dua anlamına gelir. Yani melekler, Allah'a insanları bağışlaması, onlara merhamet etmesi için dua ederler. Yusalli aleyküm'ün bir diğer anlamı da şöyledir: "Allah size insanlar arasında şöhret sahibi olmak, tanınmak gibi nimetler lütfeder ve sizi öyle yüce bir makama yükseltir ki, insanlar sizi övmeye ve melekler size sena etmeye başlarlar."
80. Bunun üç anlamı olabilir: 1) Allah bizzat kendisi onları "selam üzerinize olsun" diye karşılayacaktır. Yâsîn Sûresi 58. ayette olduğu gibi: "... Onlara çok merhametli Rablerinden bir 'selam' vardır." 2) Nahl Suresi 32. ayette denildiği gibi melekler onları selamlayacaktır: "Ki bunlar, meleklerin pak ve asude olarak canlarını alacakları kimselerdir. Melekler onlara: 'Selam size, yaptıklarınıza karşılık girin cennete' derler." 3) Yunus Suresi 10. ayette belirtildiği gibi müminler birbirlerine selam vereceklerdir: "Oradaki duaları: 'Allah'ım sen ne yücesin'dir. Ve orada: dirlik temennileri 'selam sana'dır, dualarının sonu da 'Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır'."
81. Müminlere tavsiyelerde bulunduktan sonra Allah, Peygamberine teselli edici şeyler söylemektedir: "Biz sana böyle yüce bir makam lütfettik ve seni şerefli bir mevkiye yükselttik. Düşmanların iftira ve suçlama propagandalarıyla sana hiçbir zarar veremezler. Bu nedenle onların bu fitnelerine gönül koymamalı, propagandalarına da önem vermemelisin. Onlar ne söylerlerse söylesinler, sen görevini ifa etmeye devam etmelisin." Bunun yanısıra hem kafirlere, hem de mü'minlere, hakkında konuştukları şahsın sıradan bir kimse olmadığı, Allah'ın yüce mevki ve makamlar lütfettiği değerli bir şahıs olduğu da söylenmektedir.
82. Peygamber'in şahit olmasının anlamı çok geniştir. Üç tür şehadeti kapsar:
1) Sözlü şehadet: Yani Peygamber, Allah'ın dininin temel dayanakları olan ilkelerin gerçekliğine şehadet etmeli, bunların hak, buna aykırı olan herşeyin ise batıl olduğunu açıkça söylemelidir. Korku ve tereddüte kapılmaksızın Allah'ın varlığını, birliğini, meleklerin varlığını, vahyi, öldükten sonra hayatın varolduğunu, cenneti, cehennemi, insanlara garip görünse, onunla alay etseler bile açıkça ilan etmelidir. Aynı şekilde Peygamber, Allah'ın kendisine vahyettiği sosyal hayat, medeniyet ve ahlâkın temelini oluşturan kavram, ilke, değer ve kuralları bütün dünya bunları yanlış kabul etse ve praktikte karşı gelse bile insanlara açıkça göstermeli; varolan veya bu ilkelere ters düşen kavram ve düşünceleri reddetmelidir. Peygamber, Allah'ın kanunlarına göre ne haramsa -bütün dünya o şeyi helal kabul etse bile- onu haram ilan etmeli ve Allah'ın kanunlarına göre ne helalse -bütün dünya o şeyi haram kabul etse bile- onu helal ilan etmelidir.
2) Uygulamada şehadeti: Yani Peygamber, bütün insanlara sunmak üzere görevlendirildiği şeyleri illa önce kendi nefsinde uygulayarak göstermelidir. Onun hayatı, kötü dediği şeylerden uzak olmalı ve kişiliği iyi, mükemmel diye adlandırdığı davranışları yansıtmalıdır. Farz dediklerini ilk önce kendisi yapmalı, günah dediklerinden sakınmaya en fazla kendisi dikkat etmelidir. Onun karakter ve davranışları, davetinde ne kadar samimi olduğuna şehadet etmelidir. Onun şahsı, getirdiği talimatın öyle bir modeli olmalıdır ki, onu gören bir kimse, tüm dünya, davet ettiği iman ile nasıl bir insan oluşturmak istediğini, o insana nasıl bir karakter yerleştireceğini ve bu insan sayesinde dünyada nasıl bir hayat tarzı, nasıl bir sistem kuracağını hemen anlayabilmelidir.
3) Ahirette şehadet: Ahirette Allah'ın mahkemesi kurulduğunda, Peygamber, hiçbir eksiltme ve değiştirme yapmaksızın kendisine emanet edilen tebliği insanlara ulaştırdığına ve gerek söz, gerekse davranış olarak insanlara hakkı açıklamamakta hiçbir zayıflık ve kaypaklık göstermediğine şehadet edecektir. Bu şehadete dayanılarak müminlerin hangi mükafatı, kafirlerin ise hangi cezayı hakettikleri belirlenecektir.
Buradan, Allah'ın Peygamberi şahit kılarak ona nasıl büyük bir sorumluluk yüklediği ve bu yüce makama layık olan şahsın ne kadar büyük bir şahsiyet olduğu fikri ortaya çıkmaktadır. Dinle ilgili Hz. Peygamber'in (s.a) sözlü olarak ve uygulamada şehadet etme konusunda hiçbir gevşeklik ve ihmal göstermediği sabittir. İşte bu nedenle, o, insanlara hakkı ve Allah'ın kendilerini nasıl bir hesaba çekeceğini açıkça tebliğ ettiği hususunda şahitlik edebilecektir.
Aksi takdirde eğer Hz. Peygamber (s.a) -Allah korusun- bu dünyada sözlü ve uygulamalı şehadetinde bir gevşeklik ve ihmal göstermiş olsaydı, ne ahirette insanlar aleyhine şahitlik yapabilir, ne de hakkı inkâr edenler için bir mahkeme kurulabilir.
Bazı insanlar "şahitlik" kelimesine başka bir anlam vermişlerdir. Onlar, Hz. Peygamber'in (s.a) ahirette insanların amel ve davranışlarına şehadet edeceğini söylerler. Buradan yola çıkarak, Hz. Peygamber'in (s.a) bütün insanların amellerini gözlediği, aksi takdirde bu konuda şahitlik yapmayacağı sonucuna varmışlardır. Fakat Kur'an'a göre bu yorum tamamen yanlıştır. Kur'an, Allah'ın insanların amellerini kaydetmek için değişik bir sistem kurduğunu söyler. Bu amaçla Allah'ın melekleri herkes için ayrı bir amel defteri hazırlamaktadırlar. (Bu konuda bkz. Kaf Suresi: 17-18, Kehf: 49) Bundan başka insanların kendi uzuvları işledikleri şeylere şahitlik edecektir. (Yâ-sîn: 65, Hâ Mîm es-Secde: 20-21) . Peygamberlere gelince, onlar insanların yaptıklarına şahitlik etmeyecekler, sadece kendilerinin hakkı tam anlamıyla insanlara tebliğ ettiklerine şehadet edeceklerdir. Kur'an şöyle der:
"Allah, peygamberleri topladığı gün: 'Size ne cevap verildi?' diye sorar. Onlar da: 'Bizim bilgimiz yok, muhakkak sen gaybları en iyi bilensin.' derler." (Maide: 109)
Aynı konuda Kur'an, Hz. İsa'ya (a.s) Hıristiyanların sapıklıkları hakkında sorulduğunda onun şu cevabı vereceğini söyler: "İçlerinde kaldığım sürece üzerlerinde şahittim. Ne zamanki beni vefat ettirdin, üzerlerinde sen gözetleyeci oldun." (Maide: 117)
Bu ayetler açıkça peygamberlerin insanların amellerine şahitlik etmeyeceğini göstermektedir. Onların neye şahitlik edecekleri konusunda ise Kur'an açıkça şöyle der:
"Ey Müslümanlar, böylece sizi vasat ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız. Peygamber de size şahit olsun." (Bakara: 143)
"(Ey Muhammed! Uyar) O gün her ümmetin içinden kendilerine bir şahit getireceğiz. Aynı şekilde seni de bunların üzerine şahit getireceğiz." (Nahl: 89)
Bu, kıyamet gününde Hz. Peygamber'in (s.a) şehadetinin doğal olarak Hz. Peygamber'in ümmetinin şehadetinden ve bütün diğer ümmetlerin şehadetinden farklı olmayacağını göstermektedir. Eğer bu, amellerle ilgili bir şahitlik olsaydı, o zaman bütün bir ümmetlerin ameller üzerinde gözcü olması gerekirdi. Bu şahitler Allah'ın mesajının insanlara ulaşıp ulaşmadığına şahitlik edeceklerine göre, Hz. Peygamber (s.a) de aynı konuda şahitlik edecektir.
Aynı nokta, Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Mace, İmam Ahmed ve diğer muhaddislerin Abdullan bin Mes'ud, Abdullan İbn Abbas, Ebu'd-Derda, Enes bin Malik ve diğer birçok sahabeden (Allah hepsinden razı olsun) rivayet ettikleri bir hadis tarafından da desteklenmektedir: "Hz. Peygamber (s.a) kıyamet gününde bazı ashabının getirildiğini görecektir. Fakat onlar Peygamber'in yanına geleceklerine, ya başka tarafa gidecekler veya zorla itileceklerdir. Bunun üzerine Hz. Peygaber (s.a) "Allah'ım, onlar benim ashabım' diyecektir. Allah da: 'Sen onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun' buyuracaktır." Bu hadis çok sayıda sahabe ve birçok zincirle rivayet edilmiştir. Öyle ki hadisin sıhati konusunda hiçbir şüphe yoktur. Bu da, Hz. Peygamber'in (s.a) ümmetinden her ferde ve o ferdin bütün amellerine şahit olmadığını göstermektedir. Ümmetinden kimselerin amellerinin ona arz edileceğini bildiren hadis de bununla muhalefet etmemektedir. Çünkü bu hadis, Allah'ın Peygamberi'ne ümmetinin amelleriyle ilgili bilgi verdiğini bildirmektedir, yoksa Hz. Peygamber'in (s.a) bizzat ümmetinden her ferdin amellerini gözlemekte olduğu anlamına gelmez.
83. Bir kimsenin sadece kişisel kapasitesi ile başkalarını, iman ve salih amellerin sonucu olan iyi bir akıbetle müjdeleyip, küfür ve kötü amellerin sonucu olan kötü akibetle korkutmasının başka, Allah tarafından ahiretteki iyi sonla müjdeleyip kötü sonla korkutması için görevlendirilmesinin başka bir şey olduğuna dikkat edilmelidir. Allah tarafından bu göreve atanan kimse, müjdeleme ve uyarıp-korkutma konusunda bir yetkiye sahiptir. Bu da onun bu müjdelemesinin ve korkutmasının meşruiyet temelini teşkil eder. Onun bir amel hakkında müjde vermesi, onu gönderen büyük Hakim'in bu ameli tasdik ettiği ve buna bir mükafatla karşılık vereceği, bu nedenle de ya farz, ya vacip, ya da müstehap olduğu, yani yapana mutlaka mükafat verileceği anlamına gelir. diğer taraftan onun bir korkutması, yaratıcının onu yasakladığı, bu nedenle onun günah veya haram olduğu ve bu ameli işleyişinin mutlaka cezalandırılacağı anlamına gelir. Allah tarafından tayin edilmeyen bir kimsenin müjde ve uyarılarının ise böyle bir otorite ve dayanağı yoktur.
84. Burada da, yukarıda işaret edildiği gibi sıradan bir insanla Peygamber'in tebliği arasındaki farka değinilmektedir. Her tebliğci Allah'a çağırabilir fakat Allah tarafından tayin edilmemiştir. Bunun aksine bir Peygamber, ancak Allah'ın izni ile insanları Allah'a çağırabilir. Onun çağrısı sadece bir tebliğ değildir, aynı zamanda onu gönderen Alemlerin Rabbinin verdiği yetkinin desteğine de sahiptir. İşte bu nedenle Allah'a çağıran davetçiye karşı çıkmak, nasıl hükümet görevini ifa eden bir memura karşı çıkmak, hükümete karşı çıkmak sayılırsa, bizzat Allah'a karşı çıkmak olarak kabul edilir.