78- Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir."(97) Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki kuşaklardan kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır.(98) Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.(99)
79- Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Kârun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler.
80- Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerden bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler.(100)

AÇIKLAMA

97. Metindeki kelimeler iki anlama sahip olabilir:
a) Neye sahipsem kendi kabiliyetimle elde ettim. Bu, başka birinin böyle bir hakka layık olmaksızın lütuf olarak bana verebileceği bir ihsan değildir ve şimdi bana hiçbirşey vermemiş kimselere servetimin bir kısmını vererek, şükranlarımı sunmak yahut ihsanda bulunmanın bana uzak birşey olmadığını göstermek için bir kısmını bağışlamam gerekebilir."
b) Bana göre Allah bana bu serveti keyfiyet ve mükemmelliğimi gözönünde bulundurarak verdi. Eğer böyle biri olmasaydım, Allah tüm bunları bana vermezdi. Yani tüm bu nimetleri bana bağışlamış olması, benim onun gözdesi olduğuma ve izlediğim hayat tarzını tasdik ettiğine bir delildir.
98. Yani, "Böyle bilgili, akıllı, uzman ve yetenekli olmakla övünen bu adam, kendisinden önce bu dünyada yaşamış daha zengin, daha büyük, daha güçlü ve nüfuzlu insanların yaşadığını ve Allah'ın sonunda onları toptan yok ettiğini bilmiyor muydu?" Eğer, kabiliyet, maharet ve işbitiricilik dünyevî ilerlemenin yegane garantisi idiyse niye bu özellikler onları helâk olmaktan kurtaramadı? Ve eğer bir şahsın dünyevi terakkisi Allah'ın kendisiden hoşnut olduğuna, yaptığı iş ve kazandığı keyfiyet (itibar) leri tasdik ettiğine delâlet ediyorsa, niye o halde bu insanlar tamamen helâk edildiler."
99. Yani, "Suçlular daima her türlü kötülükten beri olan en iyi kimseler olduklarını iddia etmişlerdir, fakat onlara verilecek ceza kendi ifadelerine dayanılarak verilmez. Çünkü yakalandıklarında kendi günahlarını v.s itiraf etmezler."
100. Yani, "Böyle bir karakter, böyle bir düşünme biçimi ve sonuçta Allah'ın cömert mükafatı ancak, ister yalnızca karınlarını doyuracak kadar az, isterse milyoner olabilecek denli çok kazansınlar, meşru hayat tarzında sebat ve sabırla ısrar eden, fakat kendilerine bütün dünya nimet ve servetini kazandıracak olsa bile asla gayri-meşru yollara tevessül etmeyenlerin harcıdır. Bu ayette "Allah'ın mükafatı" insan tarafından Allah'ın koyduğu sınırlar içinde sarfedilmiş emek ve gayretin bir sonucu olarak kazanılmış bol dünya ve ahiret nimetleridir. "Sabır" ise, bir kimsenin arzu ve isteklerini kontrol altına alması, ihtiras ve şehvete karşı doğruluk ve dürüstlükte sebat etmesi, hak ve adaletin tesisi için uğramak zorunda kalabileceği kayıplara tahammül etmesi, şer'i olmayan araçlarla edinilebilecek kârlara sırt çevirmesi, eksik ve yetersiz de olsa, helâl yollarla kazandığına kanaat etmesi, müfsit insanların debdebesine gıpta ve kıskançlık duymaktan çekinip, şöyle bir başını kaldırıp bakmaya bile tenezzül etmemesi ve dürüst bir insan için Allah'ın kendisine bahşettiği şatafatsız saflığın, günah ve fesadın, şehvani kirlerden daha iyi olduğu düşüncesiyle mutmain olması demektir. "Mükâfât"a gelince, inanan ve salih bir kimsenin, sahtekarlık ve ifsad yoluyla mültimilyoner olmaktansa açlıktan kıvranmanın daha hayırlı oluduğu düşüncesiyle ulaştığı vicdan huzuru gibi ilâhî bir karşılığı tazammun eder.