46- Dedi ki: "Ey kavmim, neden iyilikten önce, kötülük konusunda acele davranıyorsunuz?(59) Allah'tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz"
47- Dediler ki: "Senin ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık."(60) Dedi ki: "Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelenler) Allah katında (yazılı) dır. Hayır, siz denenmekte olan bir kavimsiniz."(61)
48- Şehirde dokuzlu bir çete(62) vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı.

AÇIKLAMA

59. Yani, "Allah'tan iyi şeyler istemek yerine niçin siz, kötülüğü ve azabı istemede acele ediyorsunuz?" Hz. Salih'in kavminin ileri gelenlerine ait: "Ey Salih, gönderilmiş peygamberdensen, bizi korkuttuğun azabı getir!" (A'raf: 77) şeklindeki sözlerine benzer sözler Kur'an'ın başka bir yerinde de zikredilir.
60.Onların dedikleri şeyin anlamı şudur: "Senin bu hareketinin bizim için uğursuz olduğu kanıtlanmış bulunuyor. Sen ve ashabının, atalarımızın dinine karşı gelişinizden beri hemen hemen her gün üzerimize, bir veya birkaç uğursuzluk -adeta- yağıyor. Çünkü tanrılarımız bu hareketinizden dolayı bize gazaplanmış bulunuyorlar. Bu söz, peygamberlerini uğursuz kimseler olarak telakki eden çok-tanrılı kavimlerin söylediği, bu mânâdaki sözlere aşağı-yukarı benzer. Mesela Yasin Suresi'nde, peygamberleri hakkında " Siz bize uğursuzluk getirdiniz" (Yasin:18) diyen bir kavme işaret edilmiştir.
Firavun'un kavmi de Hz. Musa (a.s) hakkında aynı şeyleri söylemişti: " Onlara bir iyilik gelince " Bu bize gerekti (davranışlarımızla bunu hak etmiştik) " derler. Bir kötülük gelirse, bunu, Musa ile onunla beraber olanların uğursuzluğuna yorarlardı. " (A'raf: 131) . Mekke'de Hz Peygamber (s.a) hakkında da buna benzer şeyler söylenmiştir.
Onların bu sözlerinin bir diğer anlamı da şudur: " Senin zuhurun, halkımız arasındaki bölünmeleri yeniden canlandırmıştır. Daha önce biz, tek bir dine mensup bütünleşmiş bir toplum idik. Senin uğursuz gelişin kardeşi kardeşe düşürmüş, oğulu babadan ayırmıştır." Bu, düşmanlarının Hz. Peygamber'e (s.a.) karşı tekrar tekrar ileri sürdükleri başlıca ithamları idi. Hz. Peygamber (s.a.) İmana Davet görevine başlar başlamaz, Ebu Talib'e giden Kureyş ileri gelenlerinden müteşekkil bir heyet şöyle demişti: " Siz bu yeğeninizi bize bırakın; O, senin ve atalarının dinine karşı gelmekte, kavminin arasına nifak saçmakta ve bütün bir toplumu aptal yerine koymaktadır. " (İbn Hişam, Cild: 1, sh. 285) Hac münasebetiyle çevreden Mekke'ye gelen kafirleri, Hz. Muhammed'in (s.a) etkilemesinden korkan Mekkeli Kureyş müşrikleri, bu hususu görüştü ve Arap kabilelerini biraraya toplamaya karar verdiler. Onlara şunu anlattılar: " Bu adam bir sihirbazdır. Sahip olduğu bu hünerle, oğulu babadan, kardeşi kardeşten, hanımı kocasından ve ferdi ailesinden koparıyor. (İbn Hişam, Cild. 1, sh. 289)
61. Yani, " Sizin Hakk diye kabul ettiğiniz şey gerçekte Hakk değildir, sizin hâlâ anlamadığınız gerçek şudur: Benim peygamber olarak gelmemle siz bir imtihana tabi tutulmuş bulunuyorsunuz. Gelişimden önce siz de, herkesin gittiği cahiliyye yolundan gidiyordunuz. Hakk'ı bâtıldan ayırdedemediniz; gerçeği sahtesinden ayırmak için elinizde hiçbir ölçü yoktu; en şerlileriniz, iyi olanlarınıza tahakküm ediyordu. Böylece bâtılın çamur bataklığında yuvarlanıp gidiyordunuz. Fakat değerlendirilip takdir edildiğiniz şeyin aksine şimdi bir ölçü gelmiştir. Şu anda Hakk ve bâtıl, her ikisi de açık açık ortaya çıkmıştır. Hakk'ı kim kabul ederse, şu ana kadar önemseyip-önemsemediğine bakılmaksızın kendisine itibar edilecek; şayet dâlalette ısrar ederse, bundan önce başkanların başkanı olarak itibar edilmiş olsa bile, kendisine hiçbir değer verilmeyecektir. Şimdiki değer ölçüsü, ne asalet veya köklü bir aileden gelmiş olma esasına, ne kişinin sahip olduğu kaynaklar ve imkanlar temeline, ne de beden gücüne değil, aksine kişinin, Hakk'ı kabul etmesine veya bâtılda kalmayı sürdürüp-sürdürmeyeceği esasına dayanacaktır."
62. Yani, " kabilelerden seçilmiş ve arkalarında çeteleri bulunan dokuz ileri gelen kimse. "