37- "Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onlar için karşı koymak mümkün değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."
38- (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) (42) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (müslüman) lar(43) olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını(44) bana getirebilir?" dedi.
39- Cinlerden ifrit:(45) "Sen daha makamından kalkmadan önce, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.(46)

AÇIKLAMA

42. Bu ve bundan önceki cümle arasında ince bir boşluk vardır. Bu bölüm üstünde dikkatli bir araştırmada bulunan kimse bu boşluğu kolaylıkla doldurabilir. Bu husus ise şu anlama gelir: " Ey elçiler, bu hediyeleri, sizi buraya gönderen kimselere geri götürün. Onlar ya bizim birinci teklifimize teslim olur; yani müslüman olarak huzurumuza gelirler, ya da onlar üzerine kuvvet göndeririz."
43. Kıssanın hazfedilmiş olan ayrıntıları şu mealdedir: Elçiler, getirdikleri hediyelerle birlikte, geri dönüp gördükleri ve duydukları hakkında bir rapor sundular; Melike, Süleyman (a.s) hakkında duyduklarına dayanarak Kudüs'e resmi bir ziyarette bulunmaya ve Peygamber'i şahsen görmeye karar verdi. Saray erkanının eşliğinde Kudüs'e gitmek üzere Sebe'den ayrıldı. Bu arada Hz. Süleyman'ın maiyetine, daveti bizzat Peygamber'den duymak ve onunla doğrudan konuşmak üzere şahsen gelmekte olduğuna dair önceden bir haber gönderdi. Burada, Melike'nin Kudüs yakınında bir yere varışından itibaren ara verilen kıssaya (buradan) tekrar devam edilir ve neticede Melike, bir-iki gün içinde Hz. Süleyman'ın (a.s) huzuruna çıkar, kıssaya da buradan itibaren yeniden başlanır.
44. Yani bu, " O'nun büyük bir tahtı da var. " diye hakkında 'Hüdhüd'ün haber verdiği tahttır.Bazı müfessirler burada garip yorumlarda bulunmuşlardır. Şöyle ki; " Hz. Süleyman (a.s) , Melike Kudüs'e varmadan önce, ona ait tahtın kendi huzuruna getirilmesini istedi. Zira Süleyman (a.s) tahtı ele geçirmek arzusundaydı. Melike müslüman olduğu taktirde tahtını ve onun mülkünü artık ele geçirmenin kendisi için gayri meşru olmasından korkuyordu. Bundan dolayı Süleyman (a.s) , Melike daha Kudüs'e varmadan önce onun tahtını ele geçirmek istedi. Zira o anda onu, kendi mülküne katmak meşru sayılırdı." Allah (c.c) bizleri affetsin!.... Bu, Peygamber'in niyeti hususunda saçmasapan bir anlayıştır. Ayeti niçin Hz. Süleyman'ın (a.s) tebliğ esnasında mucize göstermek istemesi şeklinde anlamayalım? Ayet'in manasını neden, Hz. Süleyman'ın (a.s) kendisinin kesinlikle Allah'ın bir peygamberi olduğuna inandırması doğrultusunda, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberine, nasıl olağanüstü güçler lütfettiği mânâsına almayalım? Bazı çağdaş yorumcular bu ayete daha da saçma bir mânâ vermektedirler: Ayeti, " Sizden hanginiz Melike için bir tahtı bana getirebilir? diye tercüme ederler. Halbuki Kur'an-ı Kerim,"O'nun tahtı" mânâsında olan "biarşiha" ifadesini kullanmış, fakat, "O'nun için bir taht" anlamındaki "biarşi leha" ibaresini kullanmamıştır. Hz. Süleyman'ın (a.s) , Melike'ye ait tahtın Yemen'den Kudüs'e getirilmesini, hem de bunun, Melike'nin gelişinden önce olması şeklindeki Kur'an'ın ifadesini gözardı ederek bu kimseler sözkonusu ayeti yanlış tercüme ediyorlar.
45. Zamanımızın bazı akılcı müfessirlerine göre, Hz. Süleyman'ın (a.s) emrinde çalışan cinlerin insanlardan mı, yoksa yaygın olarak cin diye bilinen görünmeyen yaratıklardan olan kimseler mi olduğu hususu, bu konuşmadan açıkça ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz Hz. Süleyman'ın (a.s) bulunduğu saray ile Sebe başşehri Ma'rib arası, en iyimser bir tahmin ile üç-dört saat, kuş uçuşu ile bile bu mesafe 1500 milden daha az değildir. Çok güçlü ve kuvvetli bile olsa bir insanın bir melikeye ait tahtı, bu kadar kısa bir zaman zarfında o kadar uzaklıktan getirmesi mümkün değildir.Jetle bile bugün bu görevin yerine getirilmesi imkansızdır. Kaldı ki taht, açık bir ormanda bekler halde değil, aksine kraliçenin sarayında idi ve saray da sıkı koruma altında olmalıydı. Kraliçenin yokluğunda tahtın, daha emin bir yerde saklanmış olması gerekirdi. Tahtı alıp getirmek üzere birisi onun bulunduğu yere gitmiş olsayd, tabîî olarak oradaki nöbetçileri etkisiz hale getirip onu alabilmesi için, beraberinde bir kuvvetin eşlik etmesi kaçınılmazdı. Bu şartlar altında, saray ayaklanmadan önce bütün bu işler nasıl başarılabilirdi? (O halde) Bu iş, ancak bir cin ile ilişki sonunda düşünülebilir, makul olabilir!
46. Yani, "Tahtı alıp başka bir yere götürmeyeceğim ve de üstünden değerli bir şey almayacağım hususunda bana güvenebilirdin."