29- (Firavun) Dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım."(24)
30- (Musa) Dedi ki: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?"(25)
31- (Firavun) Dedi ki: "Eğer doğru sözlülerden isen, onu getir."(26)
32- Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi.(27)

AÇIKLAMA

24. Bu konuşmayı tam anlamıyla kavrayabilmek için, bugün olduğu gibi eskiden de "ilâh" kavramının yalnızca 'dinî' anlamla sınırlı olduğu gerçeği hatırda tutulmalıdır. İlâh, kendisine tapınılan, kurbanlar ve hediyeler sunulan ve "tabiat-üstü güçler" ve otoritesinden dolayı halkın yardım ve arzularının yerine gelmesi için kendisine dua ettiği bir şeydir. Buna karşılık, bir ilâhın yasal ve siyasal alanda da hakim olabileceği ve dünyevi işlerde istediğini emretme hakkına sahip olup insanın "kanun"a olduğu gibi, onun buyruklarına teslim olması gerektiği, dünyevi hükümdarlar tarafından asla kabul edilemiyordu. Bu hükümdarlar, her zaman, dünya işlerinde mutlak otoritenin yalnızca kendilerine ait olduğunu ve hiç bir ilâhın kendilerinin koyduğu kanuna ve çizdikleri politikaya karışma hakkının bulunmadığını iddia edegelmişlerdir. Peygamberler ve izleyicileriyle dünyevî hükümdarlar ve yönetimler arasındaki çatışmanın gerçek nedeni hep bu olagelmiştir. Peygamberler, dünyevî hükümdarların, Alemlerin Rabbi'nin hakimiyetini ve mutlak haklarını kabul etmeleri için ellerinden geleni yaparlarken, hükümdarlar da, hakimiyet ve hak iddiasında bulunmakla kalmamış, peygamberleri siyasal ve yasal alanda bir başka ilâh kabul eden bir suçlu, bir asi saymışlardır.
Bu temel gerçek göz önünde bulundurulduğu zaman, Firavun'un sözlerinin gerçek anlamı kolaylıkla anlaşılabilir. Sorun yalnızca basit bir tapınma ve takdim sorunu olmuş olsaydı, Firavun, bütün ilâhları terkederek yalnızca Alemlerin Rabbi Allah'ı bu haklara sahip gören bir Musa'yı pek fazla rahatsız etmeyecekti. Eğer Hz. Musa (a.s) , ondan Allah'a "ibadet" etmesini isteseydi, kendisini fazla tahrik olmuş ve saldırıya uğramış hissetmiyecekti. Bu durumda yapsa yapsa, atalarının inancını bırakmayı reddeder ve Hz. Musa'yı (a.s) kendi din bilginleriyle tartışmaya çağırırdı. Fakat, onu bu derece tahrik eden, Hz. Musa'nın (a.s) kendini Alemlerin Rabbi'nin temsilcisi olarak sunması ve ona, kendisinin ikinci derecede bir hükümdar olup üstün otorite adına buyruğa itaat istediğini hissettirmesiydi. Firavun, bu anlamda bir başka siyasal ve yasal otorite kabul etmeye ve tebasından birinin hakimiyet sahibi hükümdar olarak kendi yerine bir başkasını tanımasına izin vermeye hazır değildi. Bu nedenle ve bu Hükümdar'ın gönderdiği mesaj, yalnızca "dinî" alanda değil, siyasal alanda da hakimiyet yansıttığındandır ki, "Alemlerin Rabbi" ifadesine karşı çıkmıştır. Sonra, Hz. Musa (a.s) tekrar tekrar "Alemlerin Rabbi"nden ne kasdettiğini açıklayınca Firavun, Mısır ülkesinde kendinden başka bir "hakim" tanıdığı takdirde zindana atacağını söyleyerek Hz. musa'yı (a.s) tehdit etmiştir.
25. Yani, "Sana, benim Alemlerin Rabbi, göklerin ve yerin Rabbi ve doğu ile batının Rabbi Allah'ın Rasûlü olduğumu ispatlayacak ikna edici bir ayet göstersem de mi beni reddeder ve zindana gönderirsin?"
26. Firavun'un bu cevabı, onun eski ve modern zamanların müşriklerinden hiç bir farkının olmadığını göstermektedir. Tüm diğer müşrikler gibi o da tabiat-üstü anlamda Allah'ın diğer tüm tanrı ve tanrıçalardan daha büyük bir güç ve otoriteye sahip en büyük tanrı (ilâh) olduğuna inanıyordu. Bu yüzden Hz. Musa (a.s) kendisine "Benim Allah tarafından gönderildiğime inanmıyorsan, gerçekten O'nun tarafından gönderildiğimi ispatlayacak apaçık ayetler gösterebilirim" demiş ve yine bu yüzden Firavun, "Eğer iddianda doğru isen, ayetini getir" cevabını vermişti. Eğer Firavun, Allah'ın var olduğuna ve en büyük ilâh olduğuna inanmamış olsaydı, "ayet" istemezdi.
27. Su'ban ejderha, büyük yılan demektir. Kur'an'da başka yerlerde asanın şeklini aldığı yılanı tanımlamak için hayyetun (yılan) ve câan (küçük yılan) kelimeleri kullanılır. İmam Razi, büyüklüğü nedeniyle ejderha, küçük yılanlar gibi çok seri hareket ettiği için de "câan" kelimesinin kullanıldığı yorumunda bulunur.