70- Yahut: "Onda bir delilik var" mı demektedirler?(67) Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar.
71- Eğer hak, onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) bozulmaya uğradı.(68) Hayır, biz onlara kendi şan ve şeref (zikir) lerini getirmiş bulunmaktayız, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çevirmektedirler.(69)
72- Yoksa sen onlardan haraç mı istiyorsun? İşte Rabbinin haracı (dünya ve ahiret armağanı) daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırılısıdır.(70)
73- Gerçekten sen onları dosdoğru olan bir yola çağırmaktasın.
74- Ancak ahirete inanmayanlar, şüphesiz yoldan sapmakta olanlardır.(71)

AÇIKLAMA

67. Yani, Hz. Muhammed'de (s.a) delilik var diye mi mesajı reddediyorlar? Bu da doğru değil; çünkü kendi vicdanlarında onun akıllı ve zeki bir kişi olduğunu itiraf etmektedirler. O halde, böylesi güzel söyleyen ve soylu davranışlar sergileyen bir insan nasıl deli olabilir, nasıl onu cin çarpmış olabilir? Mecnun (veya bâtılı müsteşriklere göre sara nöbetleri tutan) bir kişinin Kur'an gibi yüce ve eşsiz bir Kitabı okuması ve yalnız kendi halkının değil, tüm dünya insanlarının hayatında devrim yapan bir hareketi başlatıp başarıyla sonuçlandırmasından tuhaf ne olabilir?"
68. Bu kısa cümle iyi anlaşılması gereken büyük bir gerçeği ifade etmektedir. Dünyadaki bir takım aptal kişiler, gerçeği kendilerine gösteren bir kişi karşısında kendilerini saldırıya uğramış görürler. Arzularına ve çıkarlarına ters düştüğünden gerçeği duymak ve üzerinde düşünmek istemezler, ama gerçek yine gerçektir ve kişisel arzu ve isteklere uyularak değiştirilemez. İnsan kâinata, işleyen sonsuz ve değiştirilemez kanunlara bağlıdır, bu nedenle de düşünmesini, arzularını ve davranışlarını buna göre düzenlemek; tecrübe, gözlem ve akıl yürütmeyle gerçeği ve gerçekliği keşfetmek zorundadır. Yalnızca akılsız ve aptal kişilerdir ki, gerçek diye kendi kişisel vehim, arzu ve önyargılarına saplanıp kalırlar ve yalnızca kendilerine ters düştüğü için ne kadar akli ve bilimsel de olsa hiçbir delili duymak ve üzerinde düşünmeye yanaşmazlar ve inkâr yoluna giderler.
69. "Zikr" burada şu anlamlara gelmektedir:
1) İnsan tabiatının ve isteklerinin anılışı, 2) Uyarı, 3) Şan, ün ve onur.
Bunların ışığında ayetin tam anlamı şöyle olmaktadır: "Sizin Kur'an'ı reddetmeniz akıl işi değildir. Çünkü Kur'an, insan tabiatında iyi gelişen şeyleri içermektedir. Kur'an, kendi iyiliğiniz ve mutluluğunuzla sonuçlanacak bir uyarıdır. Kur'an, hem dünyada, hem de ahirette size şan ve onur kazandıracaktır."
70. Hz. Peygamber'in (s.a) peygamberliğinin bir diğer delili de budur: Mesajı karşılığında hiçbir şey istemeden, hiçbir çıkar gözetmeden tebliğ etmektedir o. Bunun da ötesinde, işini bırakmış, adı deliye, yalancıya, sihirbaza çıkmış, rahat hayatını terketmiş, görevi uğruna inanmayan yakınlarıyla ilişkilerini koparmış ve üstüne üstlük bir sürü işkenceye katlanmak zorunda kalmıştır. Bencil birinin salt dünyevî amaçlar uğruna bütün bunları göze alması düşünülemez. Bırakın böyle şeyleri göze almayı, tam tersine, hükümdar ve önder olmak için halkının ırkî ve kabilesel önyargılarından yararlanma yoluna gider. Oysa, Rasûlün mesajı bu tür önyargıların köküne balta indirmekle kalmıyor, aynı zamanda kabilesinin Arabistan putperestleri üzerinde etki ve egemenlik kurmalarını sağlayan ana unsuru da yerle bir ediyordu. Kur'an'ın diğer peygamberlerin misyonun doğruluğunu da kanıtlamak için tekrar tekrar getirdiği bir delildir bu. Bkz. En'am: 90, Yunus 72, Hud: 29-51, Yusuf: 104, Furkan: 57, Şuara: 109, 127, 145, 164, 180, Sebe: 47, Yasin: 21, Şura: 23, Necm: 40 ve ilgili açıklama notları.
71. Doğru yoldan sapmalarının gerçek nedeni budur işte. Ahirete inanmadıklarından, dünyada yaptıklarının hesabının kendilerine sorulacağını sanmıyorlardı. Bu nedenle de hakka uymuşlar; Bâtıla uymuşlar, mesele değildi. Yaşamaktaki tek amaçları şehvetlerini doyurmak, hem de mümkün olan en iyi biçimde doyurmaktı.