105- Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Hiç şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık.
106- Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur'an'da) 'açık bir mesaj' (veya gerçek bir çıkış yolu) vardır.(99)
107- Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.(100)

AÇIKLAMA

99. Bu ayetin tefsiri konusunda çok büyük yanlış anlamalar ortaya çıkmıştır. Bazıları bu ayeti Kur'an'ın mesajına ters düşecek bir şekilde tefsir etmişlerdir. Onlara göre ayet şu anlama gelir: "Yeryüzünün kaynaklarına, mülküne bu dünyada sadece salih kimseler varis olur. Allah sadece bu kimselere lütuf ve fazlını verir." Daha sonra bu formülü ters bir şekilde uygulayıp, yeryüzüne varis olma lütfunun "iyi kul" ile "kötü kul"u ayırt etme konusunda tek kriter olduğu sonucuna varırlar. İyi kullar yeryüzüne hakim olan kimselerdir, kötü kullar ise bu mirastan mahrum bırakılanlardır. Fakat bu formülü tarihi perspektife uyguladıklarında, geçmişte ve günümüzde yeryüzüne varis olanların çoğunlukla kafirler, müşrikler, ateistler ve ahlaksız kimseler olduklarını görürler ve bunlar da Kur'an'ın ortaya koyduğu kriterle sınandıklarında salih kimseler değillerdir. Nemrud'dan Firavun'a ve günümüz çağdaş despotlarına dek yeryüzüne varis olanlar kafirlerdir. Allah'ın düşmanlarıdır ve Kur'anî anlamda iyi (salih) kimseler değillerdir. Bu formülü kabul edenler böyle bir durumla karşılaşınca "salih" (iyi) kavramında bir yanlışlık olduğunu ve bu kavramın, Ebu Bekir es-Sıddık ve Ömer Faruk gibi halifeler veya Cengiz ve Hulagu olsun yeryüzüne varis (hakim) olan herkesi kapsayacak ve herkese uyacak bir şekilde genişletilmesi gerektiğini iddia etmeye başlarlar. Bu araştırma onları Darwin'in güçlü ve uygun olanın yaşaması teorisine götürür ve onlar uygun ile "salih"in eş anlamlı olduğunu farz ederler.
"Salih"in bu yeni tanımına göre ifade şu anlama gelecektir: "Ülkeleri askeri güçle ele geçirip fethetmeye muktedir olan ve yeryüzü kaynaklarını sömürebilen kişi veya kişiler grubu 'Allah'ın iyi kulu'dur ve onun başarısı başka insanların takip etmesi gereken bir doğruluk ve ibadet mesajı ve kriteridir. Sonuç olarak eğer bir kimse yeryüzünün mirasını elde etmeyi başaramazsa ne salihlerden bir kimse, ne de Allah'ın iyi kullarından bir kul olamaz."
Ayetin bu şekilde tefsir edilmesi ve bu yeni "salih" ve "ibadet" kavramları sonucunda bu kimseler, İslam inancının temel ilkelerini de tekrar yorumlama sorunuyla karşı karşıya kalırlar. Mesela, Kur'an'a göre, ne kadar iyi olursa olsun, hiçbir amel, Allah'a, ahiret gününe, peygamberlere ve meleklere iman olmaksızın salih kabul edilmez. Bu durumda bu kimseler kendi yorumlarıyla salih bir insan için peygambere ve emirlerine itaatin zaruri olduğunu ve bunlar olmayınca o kimsenin Allah'ın gazabına uğrayan bir zalim ve kafir olacağını söyleyen Kur'an öğretilerini bağdaştırmazlar. Eğer onlar bu problemi cesurca ve samimiyetle karşılasalardı, kendi yorumlarının yanlış olduğunu anlayacaklardı. Fakat bunun yerine onlar, İslam'ın temel inanç ilkelerini, tevhid, peygamberlik, ahiret, İslam ve İman kavramlarını kendi tefsirlerine uydurmak için değiştirme yolunu seçtiler. Böylece onlar Kur'an'ın tüm öğretilerini tersine çevirdiler ve hiç tereddüt etmeksizin anlamını bozdular.
Şimdi onların bu yorumunu ele alalım ve hatalarına işaret edelim:
1) Bu yorum, bir bütün olarak Kur'an'ın öğretilerine terstir. Çünkü Kur'an'a göre fazilet, takva ve iyilik, maddi gelişme ve ülkeleri yönetme yeteneğinden ibaret değildir. Bundan başka, eğer Kur'an'daki "salih" kelimesi "Sahib-i Selahiyet" (beceri ve yetenek sahibi) ile eş anlamlı kabul edilirse bu bir tek ayet tüm Kur'an'la çatışma halinde olacaktır.
2) Bu kimseler bu ayeti, yer aldığı çerçeveden ayrı ele almakta ve ona diledikleri anlamı yakıştırmaktadırlar. Aksi takdirde onlar adı geçen "miras"ın, mü'minlere ahirette vadedilen şeyler olduğunu ve dünyadaki verasetle hiçbir ilgisi bulunmadığını anlarlardı.
Eğer bu ayet konunun akışı içinde yorumlanırsa, önceki ayetlerden salih kimselere yapılan bu vaadin ahiret hayatına uyduğu açıkça anlaşılır. Bu nokta Müminun: 10-11 ve Zümer: 73-74'da daha açık ifade edilmiştir. Kesinlikle ahiretten bahseden bu bölüme göre, salih kimseler cennete girdiklerinde şöyle diyeceklerdir: "Vadinde sadık kalan, bizi arza varisler kılan Allah'a hamdolsun."
Şimdi de bu meseleyi, ayette de değinilen Zebur'un ışığında ele alalım. (Kitab-ı Mukaddes'teki Mezmurlar kitabı (Zebur) sahih de olabilir, tahrif edilmiş de olabilir. Çünkü Davud'un Mezmurları (Zebur) başka herhangi bir yerde yoktur.) Bap 37: 9-29'a göre: "... Şerirler kesilip atılacak; fakat Rabbi bekleyenler dünyayı miras alacaklardır. Biraz bekle ve kötü yok olacaktır. Onun yerini araştıracaksın ve o yok olacaktır. Fakat salihler dünyayı miras alacaklar ve selamet bolluğunde lezzet alacaklardır... onların mirası da ebedi olur... salihler arzı miras alır ve onda ebediyyen otururlar." Şu halde Zebur da (Mezmurlar) kelimesi kelimesine 105. ayeti desteklemektedir: "Onlar orada ebediyyen otururlar." cümlesinin ahiret hayatını kastettiği apaçık ortadadır.
Bu dünya hayatında arza varisler olmaya gelince, Allah onu, kafir olsun, mümin olsun, doğru olsun, günahkar olsun, dilediği kullarına bir mükafat olarak değil bir sınama olarak bahşeder. (A'raf: 128) "... Rabbiniz sizleri yeryüzünde halifeler kılacak, böylece de nasıl davranacağınızı gözleyecek." (A'raf: 129) . Bu dünya hayatında arza varis olmak ne sürekli, ne de ebedidir. O sadece çeşitli topluluklara deneme amacıyla bahşedilir. Diğer taraftan 105. ayette zikredilen "Arz"a varis olma sürekli ve ebedidir ve Kur'an'a göre şu formüle dayanılarak bahşedilir: "Arz Allah'ındır ve O sadece salih kullarını denemek amacıyla değil dünya hayatında yaptıkları salih ameller nedeniyle buna varis kılar." Bkz. Nur an: 83.
100. Bu ayete şöyle bir meal de verilebilir: "Biz seni ancak insanlara bir rahmet olarak gönderdik." İki durumda da bu ayet, Peygamber'in yeryüzüne Allah'ın bir rahmet ve bereketi olarak gönderildiği anlamına gelir, çünkü o dünyayı gafletten uyandırmış, Hakla bâtılı ayıran gerçek bilgiyi getirmiş ve tüm dünyayı kurtuluş ve azabdan her ikisiyle de uyarmıştır. Bu gerçek burada Mekke müşriklerinin Peygamber'i bir bela ve felaket olarak kabul etmekle yanılgıya düştüklerini bildirmek için tekrarlanmıştır. Onlar "Bu adam aramıza ayrılık tohumları ekti, yakın akrabaları birbirinden ayırdı," diyorlardı. Cevap olarak onlara şöyle deniliyor: "Ey akılsızlar, onun size bir bela olarak geldiğini düşünmekle yanılgıya düşüyorsunuz, aslında o size Allah'tan bir rahmet ve bereket olarak gelmiştir."