20- Allah'tan başka yakardıkları hiç bir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar.
21- Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerini şuuruna da varamazlar.(19)
22- Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkârcıdır ve onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır.(20)
23- Şüphesiz ki, Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez.
24- Onlara(21) Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Eskilerin masalları" dediler.(22)
25- Kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne kötü yük yükleniyorlar.

AÇIKLAMA

19. Burada insanların koştukları ortakları reddederken kullanılan kelimeler, bunların melekler, cinler, şeytan veya putlar değil, ölmüş peygamberler, azizler, şehitler, ulu ve olağanüstü insanlar olduklarını göstermektedir. Melekler ve şeytanlar diridirler, o halde "onlar ölüdürler, diri değil" ifadesi onlar için geçerli değildir. "Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler." İfadesinin taştan, tahtadan putlar için kullanılmış olması da sözkonusu değildir. İslâm öncesi Arabistan'da bu tür soyut ilâh kavramlarının olmadığı gibi bu tür bir itiraz, itaraz eden kişinin o dönem konusunda tarihî bilgisinin eksikliğini gösterir. O dönemde Arabistan'da peygamberlere, azizlere kutsiyet atfeden Yahudi ve Hıristiyanların bulunduğu bilinmektedir. Arap müşriklerinin yaptığı ilâhların çoğunun insan olduğu ve öldükten sonra putlarının yapıldığı da bir gerçektir. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre "Ved, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nasr büyük insanlardır, kendilerinden sonra gelen insanlar onları ilâh edindi". Hz. Aişe'den rivayet edilen diğer bir hadise göre ise Asâf ve Naile adlı putlar birer insandı. Lât, Menat ve Uzza ile ilgili de buna benzer hadisler vardır. O denli ki müşriklerin inancına göre Lât ve Uzza Allah'ın maşuku (sevgilisi) idiler ve O, kışı Lât ile, yazı da Uzza ile geçirirdi. Fakat "Allah onların isnad ettikleri bu bâtıl şeylerden uzaktır."
20. Yani, "Ahiret hayatına inanmayanlar, o denli sorumsuz, başıboş ve bu dünya hayatı ile o denli sarhoş oldular ki herhangi bir gerçeği inkâr etmekte, hakka hiçbir değer vermemek ve onu önemsememekte bir an bile tereddüt etmez hale geldiler. Bu nedenle onlar kendilerine herhangi bir ahlâkî sınırlama uygulamaya hazır değildirler ve uydukları yolun doğru mu yanlış mı olduğunu araştırmaya hiçbir ihtiyaç duymazlar."
21. Bir önceki ayette (23) , vahyi reddeden kibirli insanlar, Allah'ın, "onların bütün yaptıklarını" bildiği söylenerek uyarılmaktadırlar. Burada ise yani 24. ayetten itibaren Kur'an, bu amelleri birer birer saymakta ve onların Hz. Peygamber'e (s.a) yönelttikleri eleştirilere, onu kabul etmemek için öne sürdükleri özürlere cevap vermekte, onlara ikaz ve nasihat etmektedir.
22. Onların en hileli oyunlarından biri de Kur'an hakkında şüpheler yaratmaktı. Mekke'ye dışarıdan yabancılar geldiğinde doğal olarak Hz. Peygamber'in (s.a) Allah'tan geldiğini ilân ettiği Kur'an hakkında araştırma yapmaya başlıyorlardı. Kâfirler ise, onlara Kur'an'ın sadece "eskilerin masalları" olduğunu söylüyorlardı. Böylece yabancıların, Hz. Peygamber'in (s.a) mesajına ilgi duymasını engellemek istiyorlardı.