100- Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu;(69) onun için secdeye kapandılar.(70) Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan O'dur."
101- "Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkânını) verdin, sözlerin yorumundan da (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada da, ahirette de benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salih olanların arasına kat."(71)
102- Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf'un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin.

AÇIKLAMA

69. Talmud'a göre "Yusuf babasının, yolda olduğunu öğrenince dostlarını, subaylarını ve gözalıcı elbiselerle donatılmış ülke askerlerini bir araya topladı... Yakub peygamberi yolda karşılamak ve Mısır'a kadar eşlik etmek için büyük bir topluluk teşekkül ettirdi. Müzik ve mutluluk her yanı kaplamıştı; herkes, kadınlar ve çocuklar bu muhteşem gösteriyi izlemek üzere evlerin çatılarına çıkmıştı." (H. Polano, sh. lll) .
70. Bu ayetin tefsirinde ilahi Hidayet'in temellerine karşı olan bir takım ciddi hatalara düşülmüştür. Öylesine ki, bazı kimseler bir saygı nişanesi olarak melik ve azizler huzurunda yerlere kapanmayı şer'i kabul edecek denli ifrata kaçmışlardır. Bir kısmıysa biraz daha sofuca davranıp bu konuda şöyle bir açıklama getirmiştir: "Önceki şeriatlarda, Allah'tan başkasının önünde sadece ibadet secdesi yapmak yasaklanmıştı. İbadet maksadıyla yapılmazsa buna izin verilmişti. Ama şimdi Hz. Muhammed'e (s.a) indirilen şeriatta bu da kesinlikle haram kılınmıştır."
Böyle yanlış anlamalar; bu ayette secde etmek anlamına gelen "succeden" kelimesinin, halihazır İslam fıkhındaki "elleri, dizleri ve alnı zemine değdirerek yere kapanmak" biçiminde dile getirilen teknik (Istılahî) anlamıyla ele alınışı sonucu oluşmuştur. Oysa "succeden" kelimesi secud'un lugat anlamında yani "baş eğerek selamlama" (batı dillerindeki reverans-Çev.) anlamında kullanılmıştır. Hz. Yusuf'un (a.s) ebeveyni ve kardeşleri o devrin insanları arasında yaygın olan eski bir adet uyarınca (ki bu adet hala bazı toplumlarda yaşamaktadır) Huzurda eğilerek selam vermişlerdi. O devrin insanları saygılarını sunmak, nezaket göstermek veya sadece selamlamak istedikleri kimselerin karşısında ellerini göğüsleri üzerine koyarak eğilmek alışkanlığına sahiptiler. Bu durum Kitab-ı Mukaddes'in birçok yerinde zikredilir: "...ve o (Hz. İbrahim) onların (sözkonusu üç adamın) kendisine doğru geldiklerini görünce çadırın kapısından çıkarak onları karşılamaya koştu ve yere doğru eğilerek onları selamladı." (Lütfen Kitab-ı Mukaddes'in Arapça tercümesine müracaat ediniz. Tekvin 18: 2-3) .
Kitab-ı Mukaddes Heth'in oğulları kendisine bir arazi ve Sare'yi defnetmek için bir mezar verdiğinde Hz. İbrahim'in (a.s) onlara çok müteşekkir olduğunu ve "dikilip, Heth'in oğulları dahil, belde halkına eğilerek selam verdiğini zikreder (Tekvin, 23: 7) ve başka bir yerde de (Tekvin, 23:12) aynı türden davranışa değinir. Her iki durumda da "eğilip selam vermek" biçimindeki davranış Kitab-ı Mukaddes'in Arapçasında "secede" (secde etti) kelimesiyle karşılanmıştır.
Kitab-ı Mukaddes'te zikredilen bu ve benzeri durumlar, l00. ayette geçen hadiseyle ilgili olarak Kur'an'ın "secde" kelimesini ıstılahî anlamda değil lugat anlamında kullandığının kesin delilidir.
Öte yandan Allah'tan başkası huzurunda saygı göstermek amacıyla yapılan, şimdiki İslami anlamıyla secde hareketine önceki şeriatlarca izin verildiğini ileri süren müfessirler yanılmışlardır. Bu anlamda secde tüm şeriatlerde daima yasak olmuştur. Sözgelişi İsrailoğulları'nın Babillerin egemenliği altında bulunduğu esnada Kral Aha-Suerus, Haman'ı tüm prenslerin üstündeki mevkiye çıkarmış ve kölelerine secde edip onu selamlamalarını istemişti. Fakat Yahudiler arasında sıdkı ve velayetiyle tanınan Mordecai ne secde etmiş ne de başını eğmişti (Esther, 3: l-2) . Talmud'un aynı konuda söyledikleri gerçekten zikre şayandır:
Kralın köleleri Mordecai'ye şöyle dediler: "Haman'ın huzurunda secde etmeyi, kralın emrini hiçe sayarak niye reddediyorsun ki? Kralın huzurunda eğilip selam durmaz mıyız?" "Aptallar!" diye cevapladı Mordecai, "Bir de sebep istiyorsunuz ha! Dinleyin beni. Toprak olacak birini mi ululayayım? Bir kadından doğma, günleri sayılı birinin önünde mi secde edeyim? Küçük bir çocukken ağlayıp sızlıyan, yaşlanınca ah vah edip duran; günleri öfke ve kızgınlıkla dolu geçen ve sonunda da toprağa dönecek olan böyle bir adama secde etmek, öyle mi? Asla! Ben Ezeli ve Ebedi olan, hiç ölmeyen Allah'ın huzurunda secde ederim. Yalnızca O yüce yaratıcıya, O büyük Melik'e... Başkasına asla!..." (Talmud'tan Seçmeler, Polano,sh. l72) .
Kur'an'ın vahyedilişinden bir yıl önce İsrailoğulları'ndan bir müminin yaptığı bu konuşma, meseleyi sonuçlandırmaktadır. Demek ki, Allah'tan başkası huzurunda "secde"de bulunmak için hiçbir açık kapı yoktur.
7l. Hz. Yusuf'un (a.s) dudaklarından en mutlu anında dökülen bu cümleler, gerçek bir müminin faziletleri en takdire şayan bir örnek halinde seyretmeye imkan vermektedir. Bir zamanlar kardeşlerinin kıskınçlık yüzünden kendisini öldürmeye teşebbüs ettikleri, çölden gelme bir adam... Birçok hadisenin ardından şimdi tahtta oturmakta...
Ailesinin tüm üyeleri kıtlık nedeniyle mecbur kalmış, yardım için huzurunda durmaktadır. Eğer onun yerinde dünya iktidarını ele geçirmeyi başarmış bir başkası olsaydı bunu, gücüyle övünmek, başarısıyla büyüklük taslamak, öfkesini çıkarmak, mağlub ettiği düşmanlarını kaba alaylarına maruz bırakmak için bir fırsat olarak kullanacaktır. Bunun tam aksine, gerçek Allah eri tamamiyle farklı biçimde davranır. Aynı şekilde Hz. Yusuf (a.s) , büyüklük taslayacağı ve kasılacağı yerde kendini böyle iktidar sandalyesine kadar yükselterek ve uzun süredir ayrı kaldığı insanlarla bir araya getirerek lütuf ve inayetini esirgemeyen Rabbine şükretmiştir. Kardeşlerinden intikam almak, onların bu boyun bükmüş halleriyle alay etmek yerine, olanları hatırlatacak tek bir kelime etmemiş hatta tüm suçu kendisiyle kardeşleri arasını bozan Şeytan'a yükleyerek onları savunmuştur. Hatta bunu gizli bir rahmet olarak bile değerlendirmiştir. Allah'ın kendisini tahta dek yükselttiği takdirinin sırlı vesilelerinden biri olarak... Bunları birkaç kısa cümleyle ifade ettikten sonra kendisini zindanda çürütüp bırakmak yerine hüküm ve mülk bağışlayan Rabbine şükranla yönelmiş ve yaşadığı sürece kendisini mümin ve müslüman bir kul olarak bırakmasını ve öldükten sonra da salihler zümresine katmasını niyaz etmiştir. Ne saf ve yüce bir ahlak örneği!
Tuhaftır ki, Hz. Yusuf'un (a.s) bu konuşması ne Talmud'ta ne de Kitab-ı Mukaddes'te yer almaktadır. Bu kitaplar Hz. Yusuf'un (a.s) kıssasıyla digerleri hakkında tutarsız ve önemsiz ayrıntılarla doludur gerçi ama yine de bu kitapların, manevi değerleri talim eden ve peygamberlerin gerçek ahlakı ve görevleri üzerine ışık tutan böyle şeyleri ihtiva etmemesi gerçekten gariptir.
Böylece kıssanın sonuna gelindiğinde, okuyucuya Kur'an'daki Hz. Yusuf (a.s) kıssasının Kitab-ı Mukaddes ve Talmud'ta anlatılandan kesin farklarla ayrıldığı tekrar hatırlatılmış olmaktadır. Bu kitaplar üzerine yapılacak mukayeseli bir araştırma gösterecektir ki, Kur'an'daki kıssa, diğer iki kitapta anlatılandan birçok önemli bölümde ayrılmaktadır.Kur'an bazı durumlarda ilave olaylardan haber vermekte, bazı durumlarda bir takım olayları kasten atlamakta, veya Kitab-ı Mukaddes ve Talmud'da anlatılan
bazı bölümleri nefyetmektedir. Bu yüzden Rasulullah'ın (s.a) bu kıssayı yalnızca Yahudilerden işittiği şekliyle aktardığını iddia etmek için kimseye açık kapı kalmamaktadır.
*Böyle bir mukayese için, okuyucu Malik bin Nebi'nin "Kur'an-Kerim Mucizesi" (Yağmur Yayınları, İstanbul) adlı eserine başvuralabilir. (Çev.)