102- Kendilerinden önce gelip-geçmişlerin (başlarından geçen) günlerin bir benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: "Bekleyedurun. Şüphesiz ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim."
103- Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.
104- De ki:(106) "Ey insanlar, eğer benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin Allah'tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum, ancak ben,sizin hayatınıza son verecek olan Allah'a ibadet ederim.(107) Ben, mü'minlerden olmakla emrolundum;"
105- Ve: "Bir muvahhid (hanif) olarak yüzünü dine doğru yönelt(108) ve sakın müşriklerden olma."(109)
106- "Sana yararı da, zararı da olmayan Allah'tan başkalarına tapma. Eğer sen (bu emirlerin tersini) yapacak olursan, bu durumda muhakkak sen zulme sapanlardan olursun" (diye de emrolundum) .
107- Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettir. O, bağışlayandır, esirgeyendir.
108- De ki: "Ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim."
109- Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.

AÇIKLAMA

l06. Bu sonuç bölümünde surenin başlangıcında dile getirilen şeyin aynısı tekrarlanmıştır. Bu yüzden giriş bölümüne bir göz atılması faydalı olacaktır (Ayetler l-l0) .
l07.Arapça "" kelimesinin harfiyyen anlamı "sizi öldüren"dir. Fakat metnin bağlamına uygun bir anlam verilebilmesi için kasıtlı "ölümünüze neden olma kudretinde olan" biçiminde tercüme edilmiştir. Bu biçimiyle şu anlamı tazammun eder: "Ben yalnızca hayatınız üzerinde mutlak kudrete sahip olan tek Allah'a ibadet ederim. Sizi istediği süreye kadar yaşatma ve istediği anda öldürme kudretine bütünüyle O sahiptir; buna yalnızca O yetkilidir. Yalnızca O'na itaat, yalnızca O'na ibadet ve hizmet ederek, O'na teslim olmam gerektiğine inanmamın nedeni budur işte."
Şimdi diğer sıfatları dururken niye Allah'ın bu sıfatının özellikle anıldığını düşünelim: Bu, Mekke'li müşrikleri şirk öğretisinin mutlak anlamıyla batıl olduğuna ikna etmek amacı taşıyordu. Çünkü ölümün bütünüyle Alemlerin Rabbı olan Allah'ın elinde olduğuna, başka bir gücün sözkonusu olmadığına müşrikler de inanmaktaydı. Tüm müşrikler buna daima inanmışlardır. O kadar ki, Allah'a ortak koştukları şeylere, O'nun diğer güç ve sıfatlarını yakıştırmışlar; fakat ne yapsalar ölümü başlarından savamamışlardır. İşte Allah'ın bu niteliğinin zikredilmesi, Tevhid öğretisine bir delil olması cümlesindendir. Şöyle ki: "Ben yalnızca O'na kulluk ederim çünkü ölüm ve hayat üzerine yegane hükümran O'dur. Öyleyse, bırakın başkalarınkini kendi hayatları ve ölümleri üzerinde bile bir dahli olmayan diğer sahte ilahlara niye tapayım?" İbarenin gücü ve belagatı "Bana hayat veren ve öldüren" yerine "Size hayat veren ve sizi öldüren" denmek suretiyle yükseltilmiştir. Çünkü bu ifadeyle doktrinin özü, delili ve daveti, bu üç şey tek bir kısa cümlede özetlenmiştir. "Beni öldüren, bana ölüm veren Allah'a kulluk ederim" denmiş olsaydı kapsanılan anlam "Yalnızca Allah'a kulluk ederim" biçiminde olurdu. Fakat "sizi öldüren, size ölüm veren" denince tazammun edilen anlam daha da zenginleşmiştir. "O'na kulluk eden yalnızca ben değilim. Siz de O'na kulluk ediyorsunuz". Çünkü bu kudretin yegane sahibi olan Allah'tan başkasına tapmak mutlak anlamda yanlıştır."
l08. "" yani, (kendini ihlasla, munhasıran ve sebatla bu imana vakfet) ifadesindeki Arapça kelimelerin vurgu gücü üzerinde durmaya değer. "Bu imanı benimse" ya da "bu imanı izle" gibi kelimelerin kullanılmasıyla da maksat hasıl olurdu. Fakat Allah, metinde tazammun edilen gerçek amaç için bu tür ifadeleri yetersiz ve zayıf bulmuştur. Nitekim "Akim vecheke" ifadesinin harfiyyen anlamı "yüzünü ısrarla (öyle) tut"tur ki, "yüzünü sağa, sola ya da geriye bakmaksızın tek bir yöne çevir ve aynı yönde yürümeye devam et" anlamını ihtiva eder. Her ne kadar bu kelimeler ifadede yeterli iseler de "hanifen" kelimesinin eklenmesiyle ifadenin gücü daha da artmış olmaktadır. Çünkü Hanif, başka yollardan yüz çevirip münhasıran tek bir yöne dönen kimsedir. Böylece Allah'ın muradı şu olmaktadır: "Bu imanı, bu Allah'a ibadet yolunu, bu hayat biçimini öyle bir tarzda benimse ki, ibadetin, itaatin, teslimiyetin, kulluğun ve boyun eğişin yalnızca Alemlerin Rabbi olan Allah'a inhisar etsin. Bu yola girdikten sonra en küçük bir dalalet ihtimalinin bulunmaması için, seni bu yoldan alıkoyacak, saptıracak hiçbir şey yapmamalısın; günahkar insanların izlediği kirli yollara göz bile atmamalısın."
l09. Şirkten menetmenin bu selbi biçimi amaçlı olarak benimsenmiştir. İfadeyle şu denmek istenir: "Şu kimselerden olma ki, veya bu şekilde kendi nefislerini, bir başkasını ya da bir grubu, yahut bir kısım ruhlar, cin ya da melekleri veya bazı maddi ve hayali nesneleri, her ne ise, ilah kabul ettikleri şeyleri zatında, sıfatlarında, hukukunda ve kudretinde Allah'a ortak koşarlar." Tevhid'in çağrısı ise hem "Dinde... mustakim ol" biçiminde icabî, hem de "Başka şeyleri... Allah'a ortak koşma" biçiminde selbi biçimindedir. Böylece tevhid, şirki hem itikadda hem amelde, hem bireysel ve toplumsal hayatta, ibadethanelerde, eğitim kurumlarında, mahkemelerde, yasama meclislerinde, siyasi ve ekonomik etkinliklerde yasaklamış olmaktadır. Bu yüzden tevhid inancı, kendisini kabul edeni, Allah'a ibadeti, tanrıtanımaz ibadet biçimleriyle karıştıranların hayat tarzlarından her yönüyle ayrı bir yol izlemeye çağırır. Zira yalnızca Allah'a ibadet eden kimse, şirk uygulaması içinde olanla asla yol arkadaşlığı edemez.
Böylece ayet, hem celi (açık) hem de hafi (gizli) biçimiyle şirkin köklerini açıkça kazımaktadır. İkinci (yani gizli) biçimiyle şirk, aslında çok daha tehlikelidir ve ondan titizlikle kaçınmak gerekir. Bu uyarı gereklidir; çünkü bazı akılsızlar şirkin gizli olması durumunda zararsız olduğu kanısındadırlar. Doğrusu, açık şirk açıkça saldıran, kendisini açıkça belli eden düşman gibidir. Oysa gizli şirk dost görüntüsü altında bir düşmandır.
Yahut şöyle de söylenebilir; birincisi belirtileri apaçık olan bir hastalık gibidir; ikinciyse, insan sağlığını yavaş yavaş öldüren gizli bir hastalık gibidir. Şu halde besbellidir ki, "açık" şirk, Tevhid inancıyla çatışmaya girdiğinde çareler bulunabilir. Fakat gizli şirke maruz kalan birisi, karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi anlamaz ve tedricen ona yenilir. Kurban tehlikenin farkında olmadığı için imanı bu ölümcül gizli düşman tarafından mahvedilecektir.
YUNUS SURESİNİN SONU