16- De ki: "Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?"(21)

AÇIKLAMA

2l. Bu Hz. Muhammed'in (s.a) "Kur'an'ın muharriri olduğu, ancak Kitabı Allah'a nisbet ettiği" iddiasına karşı çok güçlü bir delildir. Aynı zamanda Rasulullah'ın (s.a) Allah tarafından, bu kitabın sahibi tarafından gönderildiği iddiasını da teyid etmektedir. "Bizzat kendiniz onun risaletten önceki kırk yılına şahit oldunuz. Sizin kentinizde doğdu: çocukluğunu orada geçirdi; gençlik ve ortayaşlarını gözleriniz önünde yaşadı. Aranızda yaşadı ve sizinle -içtimai, ailevi, iktisadi- ilişkiler kurdu. O denli tanıyorsunuz ki, onun hayatının size gizli kalmış hiçbir yönü yok. Peki, bu hayatı içinde onun bu kitabın yazarı olduğunu gösterebilecek herhangi bir emareye rastladınız mı? Sağduyunuzu kullanmıyor musunuz?
Kur'an'da ortaya atılan soru Mekke'de Rasulullah (s.a) hakkında herkesin iyi bildiği iki özelliği ihtiva ediyordu:
Birinci olarak, Risaletten önceki hayatının kırk yılı süresince kendileri ne bir eğitim ve öğretim almıştı; ne de kendilerini birlikte yaşadığı insanların bilmediği eşsiz sözlerle dolu böyle bir Kitab'ın yazarı (!) haline getirecek herhangi bir çevreyle birlikte bulunmuştu. Kur'an'ın farklı surelerinde dile getirilen meseleler hakkında hiç kimse kendisinden bir şey işitmemişti. Hatta akraba ve yakın arkadaşları bile ondan böyle meselelerle ilgili herhangi bir şey işitmemişler; kırk yaşına gelip Risaletini ilan etmeden öncesine kadar, kendisinin böyle bir iddiaya doğru tedrici bir gelişme gösterdiğine dair bir alamete şahit olmamışlardı. Bu, Kur'an'ın kendi beyninin bir icadı olmayıp kendisine kendi dışında gönderildiği vakıasına yeterli bir delil oluşturuyordu.
Zira bir insanın buna (Kur'an'a) benzer bir şeyi aniden ve daha önceki hayatında hiç bir gelişme emaresi göstermeksizin üretebilmesine imkan yoktur. Nitekim müşrikler bu sözleri kendisine bir öğreten olduğunu ileri sürmeye başladıklarında, Mekke'nin kimi akıllı zevatı bu ithamı saçma bulmuşlardı. Ancak bundan daha saçma olan başka bir şey daha vardı ki, müşrikler, bırakın Mekke'yi koskoca Arabistan'da bile Kur'an'daki sözlerin bir benzerini üretebilen tek bir kişi gösteremiyorlardı. Kendileri de biliyorlardı ki, böyle yüksek değerde bir kişi kırk yıl süresince bilinmeyen bir köşede gizli kalmış olamazdı.
Rasulullah'ı bu kırk yıl boyunca temayüz ettiren ikinci özellik, onun hem icabi hem de selbi açıdan taşıdığı asil karakterdi. Onun bir kerecik olsun yalan söylediğine şahit olunmamıştı. Aynı şekilde sahtekarlığın herhangi bir biçimine başvurduğu da görülmemişti. Diger taraftan kendisiyle herhangi bir vesileyle ilişki kuran insanların hepsi onun haktanırlığına, tevazuuna ve güvenilirliğine, hiçbir kusur izafe etmeksizin şahit olmuşlardı. Sözgelişi çok bilinen tarihi bir olay, burada zikredilebilir: Nübüvvetten yalnızca beşyıl öncesiydi. Kabe yağmurlarla hasara uğramıştı. Kabe'nin yeniden inşası esnasında, Hacer-i Esved'i (Karataş) yerine koyabilme şerefini başkasına kaptırmak istemeyen Kureyşli kabileler arasında bir çekişme baş göstermişti. Sonunda ertesi sabah Mescid-i Haram'a ilk giren kişinin bu meselede hakem olması konusunda anlaştılar. Ertesi sabah Mescid-i Haram'a ilk giren kişi Hz. Muhammed (s.a) oldu.Bunun üzerine herkes sevinçle bağırdı: "İşte emin bir insan. Doğrusu ancak onun kararı bizi tatmin eder." İşte Allah, daha kendisini Rasul tayin etmeden ne kadar "emin" bir kişi olduğu gerçeğine şahid olsunlar diye Kureyş'i böyle bir araya toplamıştı. Bu yüzden hayatı boyunca hiç yalan söylememiş hiç bir hileli davranışta bulunmamış bir kimse hakkında, kendi edebi eserini(!) Allah'a nisbet ettiği, katiyet ve ısrarla bu eserin(!) ilahi kaynaktan geldiğini iddia ettiği biçiminde bir suçlamada bulunabilmesi için kimsenin haklı bir nedeni olamazdı.
Bu yüzdendir ki, Allah, Rasulünden, onların bu saçma ithamını çürütmek için, ayette geçtiği üzere, yalnızca şunu söylemesini istemişti: "Ey kavmim, bu saçma ithamda bulunmadan önce sağduyunuzu kullanın. Çünkü ben ne kavminiz dışında biriyim ne de yabancıyım. Bana Alllah tarafından vahyolunduğunu bildirmeden önce kırk yıl aranızda yaşadım. Bu geçmişime bakarak, Allah'tan bir bilgi ve emir gelmeksizin Kur'an'ı Allah'ın Kitabı olarak sizlere sunabileceğimi kestirebiliyor musunuz? (Ayrıntı için bkz. Kasas. an: l09)