15- Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini(17) kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
16- Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resulünden ve mü'minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız?(18) Allah yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
17- Şirk koşanların, kendi küfürlerine bizzat kendileri şahidler iken, Allah'ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur.(19) İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır.(20) Ve bunlar ateşte temelli kalacak da olanlardır.
18- Allah'ın mescidlerini, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.

AÇIKLAMA

17. Bu, ültimatomun ilanından sonra, fiilen meydana gelecek hadiseye çok ince bir işaretti. "Ve Allah yüreklerinin öfkesini (gayzını) gidersin. O dilediğinin tövbesini kabul eder". Bu, ültimatomun bir sonucu olarak kanlı bir savaşın çıkacağı konusunda endişe ve beklenti içinde olan müslümanların yanlış düşünce ve anlayışlarını gidermek içindi. Onlara, düşmanlardan bir kısmına Allah'ın tövbe nasip edeceği ve İslam'ı kabul edecekleri vakıası da anlatıldı. Bu husus, bir açıdan da müşriklere karşı yapılan uyarının şiddetini azaltmasın diye bütünüyle açıklanıp izah edilmedi. Uyarı şiddetinin azalması, müşriklerin, neticede kendilerini İslam'ı kabul etmeye iten kritik durumu ciddi ciddi düşünmelerine mani olmuş olabilirdi.
18. Onaltıncı ayette geçen hitaplar, İslam'ı henüz yeni kabul eden müslümanlara yönelikti. Onlara şu anlatılmak isteniyordu: "Artık siz İslam'ı kabul etmiş bulunuyorsunuz, İslam'ı müminlerin gayretleriyle ülkede hakim güç haline geldiği için değil, Hakk'ın rızası ve iradesi onda olduğu için kabul etmiş olduğunuzu ispatlayacak imtihan konusunda inandırıcı bir delil getirmek mecburiyetindesiniz. Canınızı, malınızı, yakınlarınız ve dostlarınızı Allah rızası için ve O'nun yolunda feda etme durumunda olmanız, bu konuda vereceğiniz imtihanın özünü teşkil eder. Ancak o zaman siz, gerçek müminler olarak kabul edileceksiniz."
19. Bu, sadece Allah'a ibadet için yapılmış olan ibadet yerlerinin korunup kollanması konusunda genel prensibi ortaya koyar. Zatı, hakları ve yetkileri hususunda başkalarını Allah'a ortak ittihaz eden, O'na şirk koşan kimselerin, böyle kutsal yerlerin koruyucu, hizmetçi ve idareciliğine layık ve uygun olamayacağı açıktır. Ve onlar, "Tevhid"i kabul etmeleri konusunda yapılan çağrıları bizzat kendileri reddetiği, ibadet ve taatları sadece Allah'a tahsis edeceklerini açıkça ilan etmediği sürece, yalnız Allah'a ibadet edilmek üzere yapılmış olan bu gibi yerlerin koruyuculuğu ve bakımı hususunda (daha önce) sahip oldukları her çeşit hak ve görevleri otomatik olarak düşer, ortadan kalkar. Bu prensip, genel durum hakkında olmasına rağmen, burada özelde müşrikleri, Kabe ve Mescid-i Haram'ın koruyuculuğundan uzaklaştırmak ve bundan böyle, bu mukaddes yerlerin koruyuculuğu ve bakımını Allah'a inananların üzerinde sürekli bir görev olarak yerleştirmek için zikredilmiştir.
20. "... Onların bütün yaptıkları işler heder olup gitmiştir..." yani, "Beytullah"a yönelik yaptıkları -biraz samimiyet taşıyan- hizmetleri de, içine "şirk" ve bazı "cahiliye" uygulamalarını karıştırıp bulaştırmaları sebebiyle "... onların yaptıkları işler heder olup gitmiştir..." Biraz hayır ve samimiyet taşıyan hizmetlerini, daha büyük kötülükler işlemek suretiyle silip yok etmişlerdir.