203- Onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Sen Onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana" derler.(151) De ki: "Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için de bir hidayet ve bir rahmettir."(152)
204- Kur'an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz.(153)
205- Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.(154)
206- Hiç şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet(155) etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih(156) ederler ve yalnız O'na secde ederler.(157)

AÇIKLAMA

151. Kâfirlerin bu sorusu, bir alay ihtiva etmektedir. Onlar şöyle demek istediler: "Pekalâ, peygamber olduğunu ileri sürdüğüne göre, bunu ispatlamak için bir mucize de ayarlamış olmalısın herhalde". Bu sözlerine cevabın büyüklüğü Allahın kitabına layık biçimdedir.
152. Bu, yukarıdaki sorunun cevabıdır: "Arzunuz üzerine, veya ben ihtiyaç duyduğum zaman derhal mucizeler yaratmak veya ayetler düzenlemek durumunda değilim. Ben sadece bir elçiyim ve vazifem, tek olan Allah'ın bana göndermiş olduğu irşada uymaktır. O zaman, benden mucizeler talep edeceğinize, bana gönderilen bu Kur'an'ın muhtevasını ciddi olarak düşünün. Çünkü o manevî ışıkları, nurları içermekte. Bunu kabul edenler, hayatın doğru yolunu görecekler ve onların güzel ahlâkî vasıfları, "İlahi Rahmet"in işaretlerini tezahür ettirmeye başlayacaktır."
153. Ayetteki ifade şunu demek ister: "Okunduğu zaman taassup ve inadınızla Kur'an'a karşı sağır bir kulak kesiliyorsunuz ve hiç kimsenin onu dinlememesi için yüksek sesle gürültü çıkarıyorsunuz. Kur'an'a karşı bu çirkin tavrınızı terkedin, onu dikkatle dinleyin ve ihtiva ettiği öğretiler üzerinde düşünün. Onunla olan tanışıklığınız oranında kalbeleriniz aydınlanacak ve siz de, müminlerle beraber Rabbinizin merhametinden pay alacaksınızdır.
Güzel bir misal: yukarıda muhaliflerin alaylarına karşı verilen cevabın kelimelerle ifade edilemeyecek derecedeki hoşluğu, tatlılığı ve kalbleri yumuşatıcılığı da ayrıca fevkalede dikkati mucibtir. Ve bunda da din tebliğ etme gibi bir vazifeyi kendilerine meslek edinenler için güzel ve hikmetli bir ders vardır.
Her ne kadar bu ayetin hakiki gayesi, yukarıda aktardığımız şeyler etrafında ise de, ayrıca bu ayet, dinleyenlere susmalarını ve Allah'ın kitabına layık bir hürmet ve huşu ile dinlemelerini söylemektedir. Bundan, imam namazda kıraat ederken cemaatin onu sükûnet içinde dinlemeleri ve birşey okumamaları neticesi de çıkarılabilir. Mamafih bu konuyu yorumlama hakkında imamlar arasında farklı görüşler vardır. İmam Ebu Hanife ve arkadaşlarına göre, namazda imam, Kur'an-ı ister açıktan ve ister içinden okusun, cemaatte olanlar hiçbir şey okumamalıdır. Öte yandan, İmam Malik ve İmam Ahmed, namazda imamın açıktan okuduğu hallerde, cemaatin hiç bir şey okumadan dinlemelerini, fakat imamın açıktan değil de içinden okuduğu durumlarda Fatiha suresini okumaları gerektiğini söylemişlerdir. Yalnız, İmam Şafii'ye göre ise, namazda imam ister içinden okusun ister açıktan, cemaatin Fatiha suresini muhakkak okumaları gerekmektedir. O görüşünü, Fatiha suresi okunmaksızın namazın tamam olmayacağı hususundaki hadislere dayandırmaktadır.
154. "Rabbini an" ibaresi "namaz kıl" anlamına geldiği gibi "İster dil ile ister değil, Allah'ı hatırda tut" anlamına da gelir.
"Sabah ve akşam" tabiri hem bizzat o vakitleri ve hem de "daima" anlamını tazammum eder. O halde "Rabbini sabah ve akşam an"; "Sabahleyin ve akşamleyin Rabbin için namaz kıl" ve "daima Allah'ı aklında tut" demektir.
Sure, Allah'ı zikretmeleri, anmaları hususunda müslümanların ihmallerine karşı (ki yalnızca bu, dünyadaki tüm kötülüklerin ve keşmekeşlerin sebebidir) yukarıdaki uyarı ile son bulmaktadır. İnsan ne zaman Allah'ın onun Rabbi olduğunu ve ölümünden sonra doğrudan doğruya Ona hesap vermek zorunda olacağını unutmuşsa, hakk yoldan sapmıştır, kötü ve gayri ahlaki fiiller işlemiştir. Bundan dolayı, hak yolu takip etmek niyetinde olan ve başkalarını da aynı yola getirmek isteyen kişi bu ihmalkârlığa karşı tam manâsıyla uyanık olmalıdır. İşte bu nedenledir ki, Kur'an, namazın yerine getirilmesinin, Allah'ı zikretmenin ve her durumda O'na yönelmenin önemini tekrar tekrar vurgulamaktadır.
155. Allah'a itaatsizliğe ve en sonunda kepazeliklere, rezilliğe götüren şeytanların gururlu ve bâtıl yollarına karşılık, tevazu dersi alınması için meleklerin misali verilmekte: "Allah'ın önünde boyunlarını büker ve her dem O'na ibadet ederler." Bu yüzden, her kim Allah'ın nazarında yüksek bir mevki kazanmayı arzuluyorsa melekleri izlemeli, şeytanların yollarından uzak durmalıdır.
156. Arapça"" sözü, "Onlar, Allah'ın kusursuz olduğunu, hertürlü noksanlık, hata ve güçsüzlükten tamamen münezzeh olduğunu, ne bir ortağı, ne dengi ve ne de benzeri olduğunu itiraf ve ilân ederler ve her zaman bununla meşguldürler" demektir.
157. Bu ayeti okuyan ya da dinleyen her kişiye secde yapması gerekmektedir ki, tevazularının, acziyetlerinin bir ifadesi O'nun melekleriyle aynı anda itaatta olduklarının pratik bir göstergesi olarak, fiziksel halleri de Allah'a mukarreb meleklerle muvafakat içinde olsun.
Bu, okunmasıyla secde yapılması gereken ondört ayetin ilkidir. Bütün müctehidler bu sözkonusu ayetlerin hepsinde secde yapılması gerektiği konusunda ittifak etmiş olmalarına rağmen, bu secdenin farz olup olmadığı hususunda farklı düşünmektedirler. İmam Ebu Hanife'ye göre, bu gibi yerlerde secde yapmak vaciptir. Fakat diğer imamlar "sünnet" olduğu görüşündedirler. Sünnet olan bir şey "vacip" gibi bağlayıcı değildir, fakat günah olmamasına rağmen, kasten terkedilmesi, bir müslüman için hoş bir şey değildir. Onu sürekli ihmal etmek ise günahtır.
Secdenin ifa tarzına gelince, farklı durumlarda değişik şekillerde yapıldığını hadislerden öğreniyoruz. Yüce Peygamber (s.a) bazen secde ayetini okurken, hemen o anda ve bulunduğu yerde secdeye giderdi, herkes de onunla beraber aynı hareketi yapardı, hatta o kadar ki, biri secde yapmak için yerde boş bir alan bulamazsa, alnını önündekinin sırtına koyarak secdeyi yapardı. Ayrıca öğreniyoruz ki, Hz. Peygamber (s.a) Mekke fethi sırasında Kur'an okuyordu ve secde yapılmayı gerektiren bir ayete geldi, o zaman yerde olanlar yere kapanarak, at ve deve üzerinde olanlar, o hayvanların sırtına vararak bu secdeyi yerine getirmişlerdi. Bazen, Hz. Peygamber (s.a) secde ayetini insanlara vaaz ederken okursa, derhal minberden iner, yerde secdesini yapar ve sonra tekrar yerine geçerek konuşmasını sürdürürdü.
Müslümanların cumhuru, secdenin yapılış şartlarının aynı namaz secdelerininki gibi olduğu görüşündedirler. Fakat secde ile ilgili olan bu şartların hadisten herhangi bir delili bulunmamaktadır. Hadislerden şunu anlıyoruz ki, tilavet secdesi bulunan ayeti işiten bir kimse nerede olursa olsun ve bir takım şartlara aldırmadan her ne durumda olursa olsun başını eğmelidir. Abdestli mi değil mi, kıbleye yönelik mi, değil mi, secde için başını koyabilecek bir yer bulabilir mi, bulamaz mı, bunlara aldırmamalıdır. Böyle yaptıklarına dair geçmiş alim ve muttaki kimselerden örnekler de bunu teyid etmektedir. İmam Buhari'ye göre Abdullah b. Ömer, abdestli olup olmadığına bakmaksızın secde yapardı. Fethül-Bari'de nakledildiğine göre, Ebu Abdurrahman Sülemi, yürürken Kur'an okurdu ve secdeyi gerektiren bir ayete geldiğinde abdestli olsun olmasın, kıbleye yönelik bulunsun bulunmasın boynunu eğerdi. Bütün bunlardan şu sonuca varıyoruz ki, çoğunluğun takip ettiği yolu izlemek daha ihtiyatlı ve temkinli ise de, eğer bir kişi çoğunluktan farklı bir uygulamayı takip ederse, bu kimse bundan dolayı kınanmamalıdır. Çünkü, bu konuda çoğunluğun izlediği usul için Sünnet'te bir delil bulunmazken, alimlerin böyle amel ettiklerine dair misaller vardır.
A'RAF SURESİNİN SONU