39- (Bu sefer) Önde gelenler, sonda yer alanlara diyecekler ki: "Sizin bize göre bir üstünlüğünüz yoktur, kazandıklarınıza karşılık olarak azabı tadın."(31)
40- Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlardan ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkârları işte böyle cezalandırırız.
41- Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız.
42- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı) dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.
43- Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız.(32) Altlarından da ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya erişmeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek.(33)

AÇIKLAMA

31. Kur'an, cehennemlikler arasında bu tür tartışmaları, bir çok yerde tasvir etmektedir. Örneğin, Sebe suresinin 31-32. ayetlerinde şöyle buyurulur:
"Keşke, sen o zalimleri, Rableri huzurunda tutuklanmış ve birbirlerini suçladıkları zaman bir görsen! Zayıf sayılanlar büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız elbette biz iman eden insanlar olurduk" diyorlar. Fakat büyüklük taslayanlar veya öyle kabul edilenler "Size hidayet geldiği zaman sizi ondan biz mi alıkoyduk, çevirdik? Hayır, zaten siz kendiniz suç işliyordunuz" derler. "Basit bir ifade ile şu demektir: "Hidayeti kabul etmemekten dolayı, asıl siz kendinizi suçlayın. Siz, teşvik ettiğimiz işe olan ihtirasınızdan dolayı kolayca tuzağımıza düştünüz, bizim kölelerimiz oldunuz, çünkü servete bizahiti tutsak idiniz. Biz, vicdanınızı satın almayı istediğimizde, hemen sattınız. Çünkü onu satmaya siz daha dünden razı idiniz. Sizi, maddeciliğe, dünyalıklara, milliyetçiliğe ve bu gibi şeylere tapınmaya çağırdığımızda, Allah'a ibadete karşı bir nefret ve dünyalıklara yönelik sevgi taşıdığınız için, hemen çağrımızı kabul ettiniz. Bundan dolayı Allah'a ibadet edenlerin davetini reddedip bizimkine önem verdiniz. Sizi, bâtıl dini şeylerle kandırmaya kalktığımızda, siz de hemen bunları kabul ettiniz. Çünkü bizatihi kendiniz, kalblerinizde aynı niyetleri besliyordunuz. Meselâ, öyle tanrılar arıyordunuz ki, "Sizden hiçbir ahlakî sorumluluk istemeden, her ne isterseniz yerine getirsin. Bu çeşit tanrılar verdik ve siz de aldınız. Meselâ öyle şefaatçılar aramakta idiniz ki, Allah'ın rehberliğini hiç kaale almadan, dünyada hoşlandığınız herşeye müsamaha etsin ve Cennete girmeniz için size de aracılık etsin. Biz de bu gibileri sizlere hemen temin ediverdik ve siz de kabul ettiniz. Mesela, öyle dinler arıyordunuz ki, Allah'a inancınız sebebiyle karşı karşıya kalacağınız her türlü zorluk, kısıtlama ve fedakârlıklardan uzak, iptila olduğunuz herşeye izin veren, adeta size tabi olan dinler. Biz de böyle kolay, eğlenceli dinler yaptık sizler için ve siz de teslim oldunuz. Yani kısacası, sizin dalâlete düşmenizden salt biz sorumlu değiliz, siz bundan pay sahibisiniz. Eğer dalâleti, sapkınlığı size biz temin ettiysek, siz de kendi rızanızla bunların alıcısı oldunuz."
32. Eğer dünyada iken, iyi insanların arasında husumet, dostça olmayan duygular ve yanlış anlaşılmalar var idiyse, ahirette bunların tümü izale edilecektir. Kalbleri düşmanlıktan tümüyle temizlenmiş ve canciğer dostlar olarak cennete gireceklerdir. O derece ki, eski muhalif, rakip ve tenkitçisini gören herkes, beraberce cennetin nimetlerini paylaşarak eski düşmanını görmekten herhangi bir memnuniyetsizlik duymayacaklardır. Bir keresinde Hz. Ali bu ayeti okurken şöyle dedi: "Umuyorum ki Allah, benimle Osman, Talha, Zübeyr arasındaki yanlış anlamayı kökünden halledecektir."
Eğer bu ayeti geniş manasıyla düşünürsek, Allah'ın iyi kullarının şaibeli halde cennetine girmelerini istemediği, aksine onları cennete girmeden önce lütfu ile temizleyeceği sonucuna varırız. Böylece onlar oraya tam arınmış ve saf bir halde gireceklerdir.
33. Burada salihlerin cennete girişi sırasında yer alacak olan güzel bir olaya işaret edilmekte. Bir taraftan müminler yaptıkları güzel amelleriyle cenneti kazanan ve fakat bununla övünmeyip sadece seviç ve şükür halinde "Bütün bunlar Allah'ın lütfundandır, zira biz bunu hak etmedik" diyerek Allah'a hamdederlerken diğer taraftan, Allah, kendi lütfu olduğunu ima bile etmeyip şöyle buyuracak, "Siz bunu amellerinizle hak etmiş bulunuyorsunuz. O sizin kazançlarınızın karşılığıdır. Bu sadece bir bağış değil fakat emeğinizin bir meyvesi, gayretlerinizin mükâfatıdır, kazandığınız değerli bir hayattır". İhsanına uygun düşsün diye Allah, "Biz karşılık vereceğiz" ifadesi yerine "Onlar bir ses duyacaklar" cümlesini kullanır.
Gerçekte, Allah'ın kulları bu dünyada da benzer şekilde davranırlar. Zalimlerin aksine, onlar herhangi bir dünya başarısı karşısında gururlanıp, "Bu bizim kendi yetenek iş ve çabamızın neticesidir" deyip daha da asi olmaz ve dünyada fesad yaymazlar. Bu gibi asilerin tersine, Allah'ın gerçek kulları, dünyalık bütün başarıların O'nun yardımıyla olduğunu düşünür ve Allah'a şükredip hamdederler. Allah'tan ne kadar çok yardım görürlerse, o derece mütevazi, lütufkâr ve merhametli olurlar. İyi amellerine güvenip de, "Hiç kuşkumuz yok ki, kurtuluşa ereceğiz" demezler. Onun yerine kusurlarından dolayı Allah'tan özür diler, O'nun yardım ve merhametine güvenir ve hesaplarının kendi aleyhlerine dönmesinde her an korku ve endişe içinde olurlar.
Buhari ve Müslim'de rivayet edilen bir hadis-i şerif yukarda zikredilen hususu teyit etmektedir. Allah'ın Rasûlü, bir gün ashabını, "Sadece amellerinizin sevabı ile cennete giremeyeceğinizi kesinlikle bilmelisiniz" diyerek uyarmıştı. "Bu sizin için de söz konusu mu?" diye sordular. "Evet, Allah'ın yardımı ve merhameti olmazsa benim için de" diye cevap vermişti.