105- Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik.(140) (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.
106- Ve Allah'tan bağışlanma dile, Gerçekten Allah, bağışlayandır esirgeyendir.
107- Kendi nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme.(141) Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkârı sevmez.
108- Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.

AÇIKLAMA

140. 105-115. ayetlerde o dönemde meydana gelen bir olayla ilgili çok önemli noktalara değiniliyor.
Ensar'ın Beni Zafer kabilesinden Te'ame veya Beşir bin Ubeyrik denilen bir adam vardı. Te'ame başka bir ensarın zırhını çalmış ve bir Yahudinin evine gizlenmişti. Bir hırsızlıkla ilgili soruşturma başladığında zırhın sahibi meseleyi Hz. Peygamber'e (s.a) götürdü ve O'na Te'ame'den şüphelendiğini söyledi. .
Fakat suçlu olan Te'ame, akrabaları ve Beni Zafer kabilesinden birçok kişi işbirliği yapıp suçu, suçsuz olduğunu savunan Yahudinin üzerine yıktılar. Te'ame'nin akrabaları Yahudiye suçlamayı sürdürerek şöyle söylediler: "Hakkın düşmanı olan, Allah ve Rasûlü'ne inanmayan bir Yahudinin sözüne güvenilmez. Oysa biz müslümanız ve güvenilir kişileriz, o halde bizim sözümüze inanılmalı." Hz. Peygamber (s.a) tabiî olarak, doğru gibi görünün bu iddiadan etkilendi; neredeyse Te'ame'yi beraat ettirip Yahudi aleyhine hüküm verecekti ki bu meseleyi açıklığa kavuşturan bir vahiy aldı.
Hz. Peygamber (s.a) bir hâkim olarak kendi önüne getirilen delillere göre hüküm verecek olsaydı suçlu sayılmazdı. Çünkü hâkimler, kendi önlerine getirilen delillere göre hüküm vermelidirler ve bazen insanlar olayı yanlış aksettirerek kendi lehlerine hüküm verilmesini sağlamayı başarabilirler. Fakat meselenin bir yönü daha vardır: Eğer Hz. Peygamber (s.a) İslâm ile Küfür arasında kıyasıya bir çatışmanın hüküm sürdüğü o dönemde Yahudinin aleyhine hüküm verseydi, İslâm düşmanları O'nun, İslâm toplumunun ve İslâm davetinin aleyhinde kuvvetli bir manevî silah ele geçirmiş olacaklardı. İslâm aleyhinde sıkı bir propagandaya girişip: "Müslümanlar arasında hiç adalet yoktur. Bu Yahudi aleyhine verilen hükümden de anlaşılacağı üzere, onlar her ne kadar önyargı ve kavmiyetçiliğin aleyhinde gibi görünüyorlarsa da önyargılı ve kavmiyetçidirler." diyeceklerdi. Bu nedenle Allah, müslümanları bu tehlikeden uzaklaştırmak için meseleye doğrudan müdahale etmiştir.
Bu pasajda (105-115. ayetler) bir taraftan kendi kabilelerinden suçlu olan kişinin suçunu gizlemeye çalışan müslümanlar, kavmiyetçilikleri nedeniyle sert bir şekilde azarlanıyorlar, diğer taraftan bütün müslümanlara kavmiyet ve kabile endişelerinin adaleti engellememesi gerektiği öğretiliyor. Bir kimsenin, haksız olduğu halde kendi grubundan bir kişiyi savunup, haklı olduğu halde karşı gruptan bir kimseyi suçlaması apaçık bir ihanettir.
141. Başkalarına karşı böyle davranan aslında kendisine namus dışı davranmış olur. Çünkü o kendisine emanet olarak verilen kafa, kalp ve bütün diğer melekelerini haysiyetsiz haince davranışlarda kullanır. Bunun yanısıra o, Allah'ın kendisine, ahlâkını korumakta yardımcı olsun diye verdiği vicdanını bastırır ve böylece vicdanı tam anlamıyla devreye girip onu bu haince davranıştan kurtaramaz. Dolayısıyla kişi kendisine haksızlık edip haince davranabildiği zaman, başkalarına karşı rahatça böyle davranabilir..