87- Allah; O'ndan başka ilah yoktur. Kendisinde hiç bir şüphe olmayan kıyamet gününde sizleri muhakkak toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?(115)
88- Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye?(116) Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir.(117) Allah'ın saptırdığını hidayete eriştirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın.
89- Onlar, kendilerinin küfre sapmaları gibi, sizin de küfre sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün.(118) Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı.
90- Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar(119) ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun) dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları da üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir) , sizinle savaşmaz ve barış (şartların) ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.
91- Diğerlerinin de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor bulacaksınız. (Ama) Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı (balıklama) dalarlar. Şayet sizden uzak durmaz, barış (şartların) ı size bırakmaz ve ellerini çekmezlerse, artık onları her nerede bulursanız tutun ve onları öldürün. İşte size, onların aleyhinde apaçık olan 'destekleyici bir delil' kıldık.

AÇIKLAMA

115. Yani, "Kâfirlerin, inkârcıların, müşriklerin ve benzerlerinin kötü davranışları Allah'ın ilâhlığına hiçbir zarar veremez. Çünkü onlar, Allah'ın bir, her şeye kâdir ve güçlü olduğu, o gün bütün insanları bir araya toplayıp onları amellerine göre hesaba çekeceği ve O'nun hesaba çekmesinden hiç kimsenin kurtulamayacağı gerçeğini değiştiremezler. Bu nedenle Allah'ın kendisini, isyan edenlere karşı koruyacak kimselere ihtiyacı yoktur."
Bu, ayeti bir önceki ayete bağlayan noktadır. Fakat bu ayet, aynı zamanda, 60. ayetle birlikte başlayıp pasaja bir ek niteliğindedir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: "Bırakın bu dünyada herkes istediği yolu seçsin ve istediği şekilde çalışsın. Fakat böyle bir kimse o gün tek Hakim olan Allah'ın huzuruna çıkarılacağını unutmamalıdır. İşte o zaman herkes yaptıklarının ve işlediklerinin sonucunu görecektir."
116. Bu pasaj, Mekke'de ve Arabistan'ın diğer bölgelerinde İslâm'ı kabul eden fakat Medine'ye hicret etmeyen münafıklarla ilgilidir. Onlar önceden olduğu gibi, kendi kabileleriyle birlikte yaşıyorlar ve onların İslâm ve müslümanlar aleyhinde yaptıkları bütün düşmanca hareketlerde rol alıyorlardı.
Bu, böyle kimselere karşı nasıl davranılacağını kestiremeyen müslümanlar için büyük bir sorun olmuştu. Müslümanlardan bazıları onların her şeyin ötesinde müslüman oldukları görüşündeydiler. Çünkü onlar şehadet kelimesini söylüyorlar, namaz kılıyor, oruç tutuyor ve Kur'an okuyorlardı. Böyle olduğu halde onlara nasıl kâfir gibi davranılabilirdi? Allah müslümanlar arasındaki bu anlaşmazlığı çözüme bağlıyor ve onlara nasıl davranacaklarını bildiriyor.
Bu pasajı anlayabilmek için Medine'ye hicret etmeyen müslümanların neden münafık olarak ilân edildikleri iyice anlaşılmalıdır. Aksi takdirde hem bu pasaj ve hem de Kur'an'daki benzer pasajlar iyi anlaşılamaz. Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye hicret ettikten sonra, orada İslâm'ın tüm kurallarının uygulanabileceği bir ortam meydana getirildiğinde, herhangi bir beldede ezilen ve İslâmî emirleri tam anlamıyla yerine getiremeyen tüm müslümanların Medine'ye, "İslâm Yurdu"na hicret etmeleri konusunda genel bir çağrı yapıldı. Bunun sonucunda hicret etme imkânına sahip olan, fakat yurtlarını, akrabalarını çıkarlarını İslâm'dan çok sevdikleri için hicret etmeyenler münafık olarak ilân edildiler. Sadece gerçekten hicret etmeye güç yetiremeyen ve bu konuda sıkı tedbirlerle engellenen kimseler bu surenin 97. ayetinde mustazaf olarak tanımlandı.
"Dar'ül-harb"te yaşayan müslümanlar ancak "Dar'ül-İslâm"da yaşayan kimselerden genel bir çağrı aldıkları veya en azından "Dar'ül-İslâm"ın kapıları onlara açık olduğu halde, hicret etme gücüne sahip olmalarına rağmen, hicret etmeye çabalamadıkları zaman münafık olarak ilân edilebilirler. Diğer taraftan eğer hicret için genel bir çağrı yapılmamışsa veya "Dar'ül-İslâm"ın kapıları onlara açık değilse, o zaman hicret etmemiş olmaları onların münafık olmasını gerektirmez. Bir kimse gerçekten hicret etmeye güç yetirememiş ise, o müstazaf kabul edilir.
117. Münafıklar, iki yüzlü bir politika izledikleri ve sadece bu dünya hayatını gözönünde bulundurdukları için, Allah onları eski küfürlerine geri döndürmüştür. Onlar bu dünya hayatını ahiret'e tercih ettikleri için bazı çıkar hesapları yaparak İslâm dairesine girmişlerdi. İmanlarıyla çatışan çıkarlarını feda etmeye hazır değillerdi ve kişinin bu dünyayı rahatlıkla, ahiret hayatı için fedâ edebilmesini sağlayan kesin bir ahiret inancına sahip değillerdi. O halde münafıklığın ayırdedildiği nokta o kadar açık ve kesindir ki, bu konuda fikir ayrılığına mahal yoktur.
118. Burada müslümanlara, kâfirlerle işbirliği içinde olan ve onların İslâm devleti karşısındaki girişimlerine ortak olan münafıklara karşı dikkatli olmaları tavsiye ediliyor.
119. İstisna sadece emrin birinci kısmı için geçerlidir. Müslümanlar, İslâm devletinin anlaşma yaptığı kâfir topluluklara sığınan münafıkları yakalayıp öldürmemelidirler. Fakat onları arkadaş ve dost da edinmemelidirler. Böyle bir münafığın kanı helâldir, fakat İslâm devletinin anlaşma yaptığı bir gayri müslim devlete sığınırsa takip edilip öldürülmemelidir. Bu, münafığın kanının haram olduğuna değil, anlaşmayı bozmanın yasak olduğuna delalet eder.