65- Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı bulmaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.(95)
66- Eğer gerçekten biz, onlara: "Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın" diye yazmış olsaydık, onlardan az bir bölümü dışında, bunu yapmazlardı.(96) Onlar, kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için hayırlı ve daha sağlam(97) olurdu.
67- Biz de onlara, o zaman yanımızdan büyük bir ecir verirdik.
68- Ve onları mutlaka dosdoğru yola yöneltip-iletirdik.(98)
69- Allah'a ve Resul'e kim itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar) , şehidler ve salihlerle(99) beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?(100)
70- Bu fazl (bol ihsan) , Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.
71- Ey iman edenler, (düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi alın(101) da savaşa bölük bölük çıkın ya da topluca çıkın.
72- Şüphesiz sizden ağır davrananlar vardır.(102) Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: "Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım" der.

AÇIKLAMA

95. Ayet 65'te verilen emir, sadece Hz. Peygamber'in (s.a) hayat süresi ile sınırlı değildir. Kıyamet gününe kadar geçerlidir. Hz. Peygamber'in (s.a) Allah'ın rehberliğiyle öğrettiği hayat tarzı, O'nun uyguladığı ve öğrettiği hüküm ve düzenlemeler, Kıyamet'e dek tek nihaî otorite olarak kalacaktır. Bir kimsenin gerçek müslüman olup olmadığını işte bu otoriteyi kabul edip etmemesi belirler. Bir hadis-i şerif'e göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir: "Sizden biriniz, şehevî arzularına, benim getirdiğim Hak yol önünde boyun eğdirmedikçe mümin olduğunu iddia edemez."
96. 65. Ayette Hz. Peygamber'in (s.a) getirdiği hayat tarzına şükür ve ihlasla bağlanmaları ve Hz. Peygamber'in (s.a) kararları önünde kendi arzu ve çıkarlarını feda etmeleri gerektiği söylenmişti. Bu ayette ise, İslâm hükümleri gereğince ufacık bir fedakârlık bile yapamazlarsa, büyük fedakârlıkları hiçbir zaman yapamayacakları konusunda uyarılıyorlar. Aksi halde eğer onlardan hayatlarını feda etmeleri, Allah yolunda yurtlarından ayrılmaları istense, o zaman tamamen Hak yoldan ayrılır küfür ve isyana saparlardı.
97. Yani, "Eğer onlar şüphe, kararsızlık ve tereddütten vazgeçip hiçbir zihnî bocalama göstermeksizin Hz. Peygamber'e (s.a) tâbi olsalardı, o zaman kendilerinden emin, sebat içinde olurlar ve düşünceleri, moralleri ve işleri daha kolaylaşır ve sağlam bir temel üzerine olurdu."
Kısacası, sebat ile doğru ve hak yolu izlemenin karşılığı olan tüm lütuf ve faziletlere sahip olurlardı. Bunun aksine, kararsızlık, şüphe ve tereddüt içinde olan ve insandan uzak bir şekilde bir o yola, bir diğerine sapan kişinin bütün hayatı, hiçbir şey kazanmadan geçip gider ve bir başarısızlık timsali olur.
98. Yani, bir kimse, şek ve şüpheyi terkederek, Hz. Rasûlullah'a (s.a) tâbi olursa, Allah kendi fazlıyla, o kimseye doğru yolu gösterir. Ayrıca o kimsenin bu yolda attığı her adımda onu gerçek hedefe yaklaştırır.
99. "Sıddîk" doğru ve adil olan kimsedir; her zaman doğruluk ve hak üzere olan, bütün işlerinde hakkı koruyan ve doğru olan, tüm kalbiyle her zaman hakkın ve adaletin yanında yer alan, hiçbir zayıflık göstermeksizin tüm haksızlıklara karşı çıkan kimsedir. Sıddîk olan kimse o denli temiz ve bencillikten uzaktır ki, sadece dostları değil, düşmanları bile ondan tarafsızlık ve adalet bekler.
"Şehid" kelimesinin sözlük anlamı bir şeye şahit olan "tanık"tır. Hayatının her yönünde onu uygulayarak imana şahitlik (tanıklık) eden kişi şehiddir. Allah yolunda öldürülen kişiye de şehid denir, çünkü o Allah için isteyerek ölümü seçer. Doğru olduğuna inandığı şey için hayatını feda etmesi, imanındaki ihlasın bir göstergesidir. Herhangi bir şey hakkında doğrudur demesinin, o şeyin gerçekten doğru olduğuna yeter delil teşkil ettiği kimseler de şehiddir.
"Salih" ise inancında, niyetinde, sözlerinde ve hareketlerinde doğru olan ve hayatının her yönünde doğruluğu benimseyen kimsedir.
100. Yani, "Şüphesiz bu dünyada böyle kimselerle arkadaşlık eden kişi ahiret'te de onlarla beraber olacaktır." Eğer bir kimsenin feraseti tamamen yok olmamışsa, kötü kimselerle arkadaşlık etmenin bu dünyada bile zararlı olduğunu ve ahiret'te ise, onları aynı akıbetin beklediğini farkedecektir. Bu nedenle iyi kimseler bu dünyada sürekli doğrularla arkadaşlık ve dostluk kurmak isterler. Ahiret'te de o doğrularla birlikte olmak için dua ederler.
101. Bu hitap, müslümanların Uhud'da yenilmesi nedeniyle cesaretleri artan komşu kabileler hakkındadır. Müslümanlar her taraftan tehlike ile sarılmışlardı ve her taraftan saldırı tehditleri ve söylentileri geliyordu. Müslüman tebliğciler İslâm'ı öğretmeleri için çağırılıyorlar ve sonra acımasızca öldürülüyorlardı. Medine sınırları dışında ne can, ne de mal güvenliği kalmıştı. Bu durum müslümanların, bu kadar büyük tehlikeler karşısında İslâm hareket ve davetini sürdürebilmeleri için çok büyük çaba harcamasını gerektiriyordu.
102. Bir diğer anlam da şudur: O, sadece tehlike karşısında kendi cesaretini yitirmekle kalmaz, diğerlerini de cihaddan döndürmek ve vazgeçirmek için korkutur.