146- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi) , çocuklarını tanır gibi tanırlar.(148) Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikeri halde mutlaka gerçeği gizlerler.
147- Gerçek (hak) Rabbindendir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.
148- Herkesin (her toplumun) yüzünü kendisine doğru çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda birbirinizle yarışınız.(149) Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
149- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.
150- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı (kullanabilecekleri) delilleri olmasın.(150) Onlardan korkmayın, benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım.(151) Umulur ki hidayete erersiniz.(152)
151- Öyleki içinizde kendinizden size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir peygamber gönderdik.
152- Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.
153- Ey iman edenler,(153) sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.(154)

AÇIKLAMA

148. Bu Arapça deyim kişinin, bir şeyin hüviyeti hakkında kesinlikle bir şüphe taşımadığını ifade etmek için kullanılır. Buradaki mecazi ifade, kişinin çocuklarını farketmemesinin imkânsız olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Hıristiyan ve Yahudi âlimleri, Kâbe'nin, Hz. İbrahim (a.s) tarafından inşa edildiğini kendi çocuklarını bildikleri gibi biliyorlardı. Kudüs'teki Mescid'in Hz. Süleyman (a.s) tarafından, Hz. İbrahim'in (a.s) Kâbe'yi inşaasından yaklaşık 1300 yıl sonra yaptırıldığını da biliyorlardı. Bu nedenle Kâbe, Mescid-i Aksa'dan daha üstün bir konumdaydı. Bu yüzden Yahudiler ve Hıristiyanlar yukarıdaki tarihi gerçeklerin ışığında Kâbe'yi kıble olarak kabul etmekte hiçbir zorluk çekmemeliydiler.
149. Birinci cümle ile ikinci cümle arasında okuyucunun doldurması için bir boşluk bırakılmıştır. Namaz kılmak isteyen herkes yüzünü ya o, ya bu yana döndürmelidir. Fakat asıl önemli olan şey, namazda yüzünü bir yöne döndermek değil, namaz kılarak kazanılan güzel niteliklerdir. O halde önemli olan, namazın ruhu ve asıl amacıdır; belirli bir yön veya yan değil.
150. Yani, "Biz bu emri tekrar tekrar vurguladık ki, hiçbiriniz namazda yüzünüzü başka tarafa dönmeyin ve düşmanlarınızın şöyle demesine neden olmayın: "Şu ümmet-i vasat Hakk'ın şahitleri olduklarını iddia ediyorlar; fakat, davranışları bunun aksini gösteriyor. Kıble değişikliği ile ilgili emrin Rableri katından geldiğini tasdik etmelerin rağmen, bu emri uygulamıyorlar."
151. Buradaki nimet, Allah'ın İsrailoğulları'ndan alıp müslümanlara devrettiği önderlik görevidir. Bu, doğru yolu izleyen ve tüm dünyayı doğru yola çağırmakla görevlendirilen bir topluluğa verilebilecek en büyük mükâfattır. Burada Allah müslümanlara şöyle demektedir: "Kıblenin değiştirilmesi, önderliğin değiştirilmesinin bir sembolüdür. İsyanınız ve nankörlüğünüz nedeniyle önderliğin elinizden alınmaması için bu emre uymalısınız. Eğer emre uyarsanaz, bu nimet tamamen size lütfedilecektir."
152. Yani, "Eğer kıble değişikliği hakkında emre uyarsanız, bu ihsanı bekleyin." Bu, bir kul için çok cesaret verici bir vaaddir. Bu vaad ona, eğer samimiyetle Rabbinin emrine uyarsa, Rabbinden böyle büyük bir mükâfat beklemeye hak kazandığı inancının rahatlığını verir.
153. Önderler olarak tayin edildikten itibaren müminler, bu sorumluluk gerektiren konumun görevlerini yerine getirebilmelerini sağlayacak olan emir ve talimatlarla eğitilmeye başlıyorlar. Onlara ilk önce önderliğin gülünden çok dikeninin olduğu söyleniyor. Başlangıçtan itibaren müminler zorluklar, engeller ve sıkıntılarla karşılaşacaklar ve birçok kayıp ve acıya katlanmak zorunda kalacaklardır. Fakat tüm bu engelleri sabırla geçip Allah yolunda ilerledikleri takdirde, Allah'ın sayısız nimet ve mükâfatlarıyla karşılaşacaklardır.
154. Yani, "Sabır ve namaz, sizde, verilen görevin yükünü taşımak için gerekli olan gücü yaratacaktır. Sabır, karşılaşacağınız üzüntü, zayıflık ve keder anlarında size cesaret verecek ve tehlikelerle dolu Allah yolunda gerekli olan moral gücü ve desteği sağlayacaktır. Namaz ise, disiplin ve önderlik görevinde gerekli olan diğer ahlâkî nitelikler yönünden sizi eğitecektir."