RAMAZAN ORUCU

Soru: Orucun farzları nelerdir?
Cevap: İslâmın beş şartından dördüncüsü, mübârek Ramazan ayında, hergün oruç tutmaktır. Oruç, hicretten onsekiz ay sonra, Şa'bân ayının onuncu günü, Bedr gazâsından bir ay evvel farz oldu. Ramazan, yanmak demektir. Çünkü, bu ayda oruç tutan ve tevbe edenlerin günâhları yanar, yok olur. Ramazanda oruç tutmak akıl bâlig olan her müslümana farzdır.

Orucun farzları

1- Niyet etmek,
2- Niyeti ilk ve son vakitleri arasında yapmak,
3- Fecr-i sâdık, ya'nî tan yeri ağarmasından, güneşin batmasına kadar olan zaman [ya'nî şer'î gündüz] içinde, orucu bozan şeylerden sakınmaktır.

Ramazanın girişi

Soru: Ramazanın girişi nasıl tespit edilir?
Cevap: Hadîs-i Şerîfte, (Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrar görünce, orucu bırakınız!) buyuruldu. Bu emre göre, Ramazan ayı, hilâlin [yeni ayın] görülmesi ile başlar. Hilâli görmeden önce yapılan hesâb ile, takvîm ile başlamak câiz olmaz.
Şa'bân ayının otuzuncu gecesi, güneş gurûb edince, hilâli aramak vâcib-i kifâyedir. Oruç, fecrin ağarmasından, güneş batıncaya kadar, yemeyi, içmeyi ve cimâ'ı terketmektir.

Orucun niyet vakti

Soru: Orucun niyet vakti ne zaman başlar?
Cevap: Bir gün evvel güneş batmasından, oruç günü (Dahve-i kübrâ)ya kadar, Ramazan orucuna kalb ile niyet etmek de farzdır. Belli gün olan adak orucunun ve nâfile orucun niyet zamanı da böyledir.
Hergün ayrı niyet etmek lâzımdır. Ramazan orucuna niyet ederken, Ramazan demeyip, yalnız oruç demek veya nâfile oruç demek de câizdir. Dahve-i kübrâ vakti, oruç müddetinin ya'nî şer'î gündüz müddetinin yarısıdır ki, zevâl vaktinden öncedir.
Fecr, ya'nî imsâk vaktinden evvel niyet ederken, (Niyet ettim, yarın oruç tutmaya) denir. İmsâktan sonra niyet ederken, (bugün oruç tutmaya) denir. Ramazan-ı Şerîf orucu, her müslümana farz olduğu gibi, tutamıyanların kazâ etmeleri de farzdır. Kazâ ve keffâret orucuna ve mu'ayyen olmayan adak oruçlarına fecrden sonra niyet edilemez.

Hayvan zekâtı

Soru: Hayvanların zekâtı var mıdır?
Cevap: Yılın yarıdan fazlasında parasız çayırda otlıyan hayvanlar, üretmek için, [sütü için] olursa, bunlara (Sâime) hayvan denir. Sâime hayvan sayısı, nisâb miktarı olduktan bir yıl sonra, zekâtı verilir. Yün için, yük taşımak için, binmek için olursa, sâime denilmez ve zekât lâzım olmaz. Deve, sığır gibi başka cinsden sâime hayvanlar, birbirlerine ve diğer ticâret eşyâsına eklenmez.
Deve zekâtı: Devenin nisâbı beştir. Beş devesi olan, bir koyun verir.
Sığır zekâtı: Sığırın nisâbı otuzdur. Otuz sığır için bir adet, bir yaşını aşmış erkek veya dişi buzağı verilir. Kırktan ellidokuza kadar sığırı olan, bir adet, iki yaşını bitirmiş, erkek veya dişi dana verir. Manda zekâtı, sığır gibidir.
Koyun zekâtı: Koyunun nisâbı kırktır. 40'dan 120'ye kadar koyunu olan, yalnız bir koyun verir.

Kimler oruç tutmaz

Soru: Hasta olanlar nasıl oruç tutar?
Cevap: Dînimiz, insana yapamıyacağı işleri yüklememiştir. İbâdetlerde her türlü kolaylığı göstermiştir. Meselâ, hasta, hastalığı artacak ise, hâmile kadın, süt veren kadın, harbeden asker zayıf olursa, oruç tutmaz. İyi olunca kazâ eder.
Sefere çıkan, ya'nî üç günlük yola [104 kilometreye] gitmek için niyet ederek yola çıkan, seferî olur. Böyle misâfir, orucunu ertesi gün bozabilir ve Ramazandan sonra kazâ eder ise de, zarar etmezse, tutması efdaldir.
Yolda ve onbeş günden az kalacağı yerde tuttuğu orucu bozarsa, keffâret lâzım olmaz. Misâfirliği bitip evine gelince veya gittiği yerde onbeş gün kalmaya niyet edince, tutmadığı günleri kazâ eder.
Hasta, hastalığının artmasyndan veya iyi olmasının gecikmesinden yâhud şiddetli ağrı gelmesinden korkar ise, oruç tutmayıp sonra kazâ eder. Bu, Tabîb-i müslim-i hâzık'ın söylemesi ile anlaşılır. Hâzık, mütehassıs, uzman olmak demektir. Kâfir ve fâsık, ya'nî büyük günâh işlediği bilinen tabîbe muâyene ve tedâvî, zarûrî hâllerde câizdir. Fakat bunların sözleri ile ibâdet bozulmaz. Orucunu bozarsa, keffâret lâzım olur.
Ba'zı ağır hastalar hariç hemen hemen her hasta oruç tutabilir. Yıllarca oruç tutturulmayan birçok hastaya, yakinen tanıdığımız dahiliye mütehassısı bir doktor, oruç tutturdu. İlâçların dozlarını oruç vaktine, ya'nî sahura ve imsâka göre ayarladı. Hastaların en ufak bir sıkıntısı olmadı. Yeter ki doktor, hastasının oruç tutmasını istesin. Peşin hükümlü olmasın. Tedâviyi ona göre ayarlar. Bu olmıyacak bir iş değildir. Bunun için dînimiz, her doktorun değil, o branşta mütehassıs olma şartını ve müslüman olması şartını getirmiştir. Mütehassısı olmazsa yanlış karar verebilir. Sâlih müslüman değilse, dînin emir ve yasaklarına önem vermiyeceği için, bunun sözünü de ölçü kabûl etmemiştir.
İhtiyâr olup, ölünceye kadar Ramazan orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kimse ve iyi olmasından ümit kesilen hasta, oruç tutmaz, fakat gizli yer. Böyle kimse zengin ise, hergün için bir fıtra, ya'nî binyediyüzelli gram buğday veya un veya kıymeti kadar altın veya gümüş parayı, bir veya birkaç fakîre verir. Ramazanın başında veya sonunda toptan hepsi bir fakîre de verilebilir. Fidye verdikten sonra hasta iyileşirse, Ramazan oruçlarını ve kazâ oruçlarını tutar.

Kutuplarda oruç

Soru: Kutuplarda olan nasıl oruç tutar?
Cevap: Kutuplara ve Ay'a giden müslümanın da, seferî değilse, Ramazanda gündüzleri oruç tutması lâzımdır.
24 saatten daha uzun günlerde, oruca saatle başlar ve saatle bozar. Gündüzü böyle uzun olmıyan bir şehirdeki müslümanların zamanına uyar. Eğer oruç tutmazsa, gündüzleri uzun olmayan yere gelince kazâ eder.

Oruç çeşitleri

Soru: Kaç çeşit oruç vardır?
Cevap: Sekiz çeşit oruç vardır. Bunlar şunlardır:
1- Farz oruçlar: İki kısımdır. Birincisi, belli bir zamanda tutulan Ramazan-ı Şerîf orucu.
2- İkincisi, belli bir zamanda olmıyan kazâ ve keffâret oruçları.
3- Vâcib oruçlar: Bunlar da, mu'ayyen olur. Belli gün veya günler oruç tutmayı adamak gibi.
4- Gayrı mu'ayyen oruçlar: Herhangi bir gün veya birkaç gün oruç adamak gibi.
5- Sünnet olan oruçlar: Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutmak gibi.
6- Müstehab oruçlar: Her Arabî ayın 13, 14 ve 15. günleri oruç tutmak gibi.
7- Harâm olan oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü ve Kurban bayramının her dört günü oruç tutmak.
8- Mekrûh olan oruçlar: Muharremin yalnız onuncu günü, yalnız cumartesi günleri, Nevruz ve Mihrican günleri ve bütün sene, her gün oruç tutmak ve konuşmamak şartıyla oruç tutmak mekrûhtur.

Orucu bozan şeyler

Soru: Orucu bozan şeylerin belli başlıları nelerdir?
Cevap: İlmihâl kitaplarında orucu bozan ve keffâret gerektiren hâller için genel kâide bildirilmiştir. Gıda veya devâ ya'nî ilâç olarak, faydalı birşey yemek, içmek, zevk, keyif veren birşeyi ağızdan almak ve cima' orucu bozar. Orucu bozan bu şeyler, bilerek yapılınca hem kazâ hem keffâret gerekir.
Orucu bozup hem kazâyı, hem de keffâreti gerektiren husûslardan ba'zıları şunlardır:
1- Ramazan ayında oruçlu olduğunu bildiği hâlde ve imsâktan önce niyetli iken, gündüz fâideli birşey yiyip içmek.
2- Sigara içmek.
3- Kan aldırmak ve gıybet etmek gibi orucu bozmadığı iyi bilinen bir şeyden sonra, orucu bozuldu sanarak bile bile yemek.
4- Ramazanın bir gününde, kazâ lâzım olan birşeyi yaparak orucunu bozan kimse, başka gününde de bu şeyi kasten yine yaparsa keffâret de lâzım olur.
5- Ağzına giren kar, yağmur ve doluyu istiyerek yutmak.
6- Toprak yeme alışkanlığı olan kimsenin, yenmesi âdet olan toprak ve kil yemesi.
7- Az tuz yemek.
8- Oruçlu olduğunu unutarak yiyen kimse, oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra orucu bozulmadığını bildiği hâlde, yine yiyip içerse orucu bozulur. Hem kazâ hem de keffâret lâzım olur.
Orucu bozup sadece kazâ gerektiren hâller
1- Hatâ ile meselâ, abdest alırken boğaza su kaçması.
2- Kulağa yaş, ilâç damlatmak, derideki yaradan içeri girecek ilâç koymak.
3- Vücuda, iğne ile ilâç ve aşı şırınga etmek.
4- Kağıt, pamuk, ot, pişmemiş pirinç, darı, mercimek tanesi gibi ilâç ve gıda olmıyan birşeyi yutmak.
5- Zorlıyarak ağız dolusu kusmak.
6- Dişlerin kanamasında, yalnız kanı veya tükürükle aynı miktardaki karışık kanı yutmak.
7- İmsâk vaktinden sonra, daha gece zannederek yiyip içmeye devam etmek.
8- Güneş battı, ezân okundu zannederek, iftâr vakti gelmeden yimek.
9- Oruçlu olduğunu unutup, yiyip içtikten sonra, orucum bozuldu diyerek, yiyip içmeye devam etmek.
10- İstimna, (mastürbasyon) yapmak. [Uykuda iken ihtilâm olmak orucu bozmaz.]
11- Tahâretlenirken içeri su kaçırmak.
12- Lavman yaptırmak, orucu bozar. Kadınların, kadın hastalıklarından muayenelerinde oruç bozulabilir.
13- Zorla orucu bozdurulmuş olmak.
14- Burna sıvı ilâç damlatmak.
15- Burna kolonya çekmek. Burna çekmeyip sadece koklarsa bir zararı olmaz.
16- Başkalarının içtiği sigara dumanını istiyerek çekmek.
17- Diş çektirmek için uyuşturucu iğne vurdurmak.
18- Astım hastalarının, kriz hâlinde ilâçlı sprey kullanmaları orucu bozar. İlâçsız oksijen gazı bozmaz.
19- Hastaların, dil altından, yutmasa da ilâç alması orucu bozar.
Kalb rahatsızlığı için sağlam deri üzerine konan ve derinin gözeneklerinden emilerek kalbe fayda veren ilâç, sağlam deri üzerine konulduğu için orucu bozmaz.
20- Kadınların ve erkeklerin ilâç olarak fitil kullanmaları orucu bozar. Fakat guslü gerektirmez.

Orucu bozmayan şeyler

Soru: Orucu bozmayan şeyler nelerdir?
Cevap: Bir ibâdeti yaparken, o ibâdetin farzlarını, vâciblerini, sünnetlerini, mekrûhlarını ve müfsitlerini ya'nî bozan şeyleri de bilmek lâzımdır. Bunlar bilinmezse, yapılan ibâdet sıhhatli olmaz. Hattâ öyle olur ki, ibâdet yaptığımızı zannettiğimiz hâlde, o ibâdet bozulmuş, ibâdet olmaktan çıkmış olabilir.
Meselâ, orucun farzlarından birisi, orucun başlayış vaktinden bitiş zamanına kadar, orucu bozan şeylerden sakınmaktır. Bunun için orucun farzlarını, mekrûhlarını ve müfsitlerini, ya'nî orucu bozan hâlleri ve bozmayan şeyleri iyi bilmek lâzımdır.
Orucu bozmayan şeylerden ba'zıları:
1- Oruçlu olduğunu unutarak yiyip içmek.
2- İhtilâm olmak.
3- Tentürdiyot ve yaş sürünmek ve sürme çekmek. (Bunların rengi, kokusu tükürükte, idrarda belli olsa bile orucu bozmaz.)
4- Gıybet etmek. (Gıybet orucu bozmaz ise de, harâmdır orucun sevâbını azaltır.)
5- İstemiyerek ağız dolusu kusmak.
6- İsteyerek, zorlayarak, biraz kusmak.
7- Kulağına su kaçmak.
8- Ağzına, burnuna, boğazına toz, duman ve sinek kaçmak.
9- Oksijen gazı tüpü ile sun'î hava verilmek. (Gazın içine ilâç konmuş ise bozar.)
10- Başkalarının içtiği sigaranın dumanı, sakındığı hâlde ağzına burnuna girmek.
11- Ağzını yıkadıktan sonra, ağzında kalan yaşlığı tükürük ile yutmak.
12- Gözüne ilâç koymak.
13- Diş çukuruna ilâç koymak. (Tadı boğazda duyulsa bile bozmaz.)
14- Yutmadan yemeğin tadına bakmak.
15- Çiçek, kolonya koklamak. Kolonyayı burnuna iyice çekerse bozulur.
16- Dişleri arasında sahur vaktinden kalan, nohuttan küçük şeyi yutmak.
17- Gelen kusuntunun geri gitmesi.
18- Orucu bozmaya niyet edip de bozmamak.
19- Diş çektirmek. [Diş çekmek için morfin vurulması orucu bozar.]
20- Diş çektirince gelen kanı tükürmek, yâhut tükürükten az ise yutmak da orucu bozmaz.
21- Arının kendiliğinden sokması.

Oruç keffâreti

Soru: Oruç keffâreti nedir, nasıl tutulur?
Cevap: Keffâret, Ramazan ayının hürmet perdesini yırtmanın, ya'nî Ramazan orucunu bile bile bozmanın cezâsıdır. Oruç keffâreti için ard arda altmış gün oruç tutmak lâzımdır. Ramazan günü özürsüz, bir orucu bozmanın cezâsı, altmış gün, bir gün kazâsı ile 61 gün oruç tutmaktır.
Bunun için keffârete halk arasında "61" denmektedir. Keffâret sadece Ramazanda kasten bozulan orucun cezâsıdır. Başka oruçlar bozulduğunda keffâret gerekmez.
Birkaç Ramazanda keffâretleri olan veya bir Ramazanda iki gün keffâreti olan kimse, birinci keffâreti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir keffâret yapar. Birinci keffâreti yapmış ise, ikinci keffâreti de ayrıca yapması lâzımdır.
Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa veya Ramazana rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Kadınlar özür sebebiyle bozunca, yeniden başlamaz. Özrü bitince geri kalan günleri tutarak, altmışa tamamlar.
Devamlı hasta veya yağlı olup altmış gün oruç tutamıyan kimse, bir fakîri, bir günde iki defa doyurmak üzere altmış gün yedirir. Altmış fakîrin her birine 1750 gram buğday veya un, yahut bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veya altın, gümüş vermek veya bunları bir fakîre altmış gün vermek de câiz olur.
Doyurmak için kâğıt para da verilir. Oruç tutabilen kimsenin fakîrleri doyurmak sûretiyle keffâretten kurtulmaya çalışması câiz değildir.

SADAKA-İ FITR

Soru: Sadaka-i fıtr nedir ve nasıl verilir?
Cevap: İhtiyâcı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazan bayramının birinci günü sabahı, tan yeri aydınlanırken, Fıtra vermesi vâcib olur.
Fıtra ve kurban nisâbı hesâbına katılacak malın ticâret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da lâzım değildir. Bayramın birinci günü sabah namazı girdiği anda, nisâb miktârı kadar mala mâlik olmak şarttır. O andan sonra nisâba kavuşanın, dünyaya veya îmâna gelenin fıtra vermesi vâcib olmaz.

Kimler fıtra verir?

Nisâba mâlik olmayan herkes fakîr sayılır, zekât alabilir. Fıtra nisâbına mâlik olana zengin denir. Bunun fıtra vermesi vâcib, zekât alması ise harâm olur. Çalışamıyan fakîr akrabâsına yardım etmesi vâcib olur.
Memur, 30 milyon lira maaş alsa, fakat nisâba mâlik değilse, ya'nî borçları çıkınca geriye nisâb miktarı parası, malı kalmıyorsa fakîr sayılır. Aksine asgari maaş alan bir kimse, borçları çıktıktan sonra, nisâba mâlik ise, zengin sayılır, fıtra vermesi lâzım olur.
Seferde olanın da fıtra vermesi lâzımdır.
Küçük çocuğun ve delinin malları varsa, bunların fıtraları da, mallarından verilir. Velîleri vermezse, çocuk büyüdükte, deli iyi oldukta, eski fıtralarını da kendileri verir.
Bâlig olmıyan çocukların malı yoksa, bunların fıtrasını babaları, kendi fıtrası ile birlikte verir. Ya'nî kendi zengin ise verir. Zevcesi ve büyük çocukları için vermez. Fakat verirse sevâb olur.

Soru: Bir kimse, kendi malından başkasının fıtrasını verebilir mi?
Cevap: Bir kimse, kendi malından, başkası için fıtra verince, o önceden emretmiş ise, câiz olur. Emri ile vermemiş ise, sonradan râzı olsa da, câiz olmaz. Onun malı ile vermiş ise, râzı olunca câiz olur. Bir adam, evinde beslediği kimselerin fıtralarını, onların emri olmadan verebilir.

Fıtra miktarları

Sadaka-i fıtrın miktarı her sene değişmez. Fıtra olarak yarım sâ' buğday veya un, yâhut bir sâ' arpa, hurma veya kuru üzüm verilir. Yarım sâ' ölçek, ihtiyatlı olarak 1750 gramdır. Bir sâ' ise 3500 gramdır. Bu miktarlar kıyâmete kadar hiç değişmez. Fıtra olarak, ya bizzat buğday, un, arpa, hurma veya kuru üzüm verilir. Yâhut değeri kadar altın veya gümüş verilir. Buğday, un ve diğerlerini vermek güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veya mısır verilebilir.

Fıtra zamanı

Soru: Sadaka-i fıtr ne zaman verilir?
Cevap: Sadaka-i fıtr, Ramazan-ı Şerîfte verilir. Ramazandan önce ve bayramdan sonra da vermek câiz ise de bayram namazından önce verilmiş olması daha çok sevâbdır. Şâfiî'de Ramazandan önce verilmez. Bayramdan sonraya da bırakılmaz

Soru: İhtiyaç eşyası nelerdir?
Cevap: İhtiyaç eşyası demek, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve âletler, binecek vâsıtası, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlarıdır.
Bu eşyanın mevcût olması şart değildir. Eğer mevcût iseler, zekât, fıtra ve kurban için nisâb hesâbına katılmazlar.
Ticâret için olmıyan, ihtiyacından artan eşya, kirâdaki evler, evindeki süs eşyası, yere serili olmıyan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyası, san'at ve ticâret âletleri, burada ihtiyaç eşyası sayılmaz. Bunlar fıtra ve kurban için, nisâb hesâbına katılır.

Soru: Fakîr de sadaka-i fıtr verir mi?
Cevap: İhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan müslümanın fıtra vermesi vâcib olur. Nisâba mâlik değilse fıtra vermesi vâcib olmaz. Fakat vermesi iyidir.

AKİKA KESMEK

Soru: Akîka nedir ve ne zaman kesilir?
Cevap: Akîka, çocuk ni'metine karşılık, Allahü teâlâya şükretmek niyeti ile hayvan kesmektir. Çocuğa nafaka vermesi vâcib olan kimsenin, yedinci günü isim koyması ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermesi ve erkek için iki, kız için bir akîka hayvanı kesmesi müstehabdır.
İmkânı olanlar, çocukları için mutlaka akîka kesmelidir. Küçük iken kesilememiş ise, âkıl bâlig olduktan sonra da akîka kesilebilir. Hattâ küçük iken akîkası kesilmemişse, kişi kendisi için de akîka kesmelidir! Peygamberimiz nübüvvetten sonra kendisi için akîka kesmiştir.
Akîka her zaman kesilebilir. Kurban bayramında da kesilebilir.
Etlerinden, kesen yiyebilir ve pişmiş veya çiğ olarak zengin, fakîr herkese verebilir.
Akîka hayvanı ve bedeli ilim tahsîli gören talebelere verilirse, müstehab sevâbının yanında ilim yayma, cihâd sevâbı da alınır.
Akîka, çocukları belâlardan ve hastalıklardan korur. Kıyâmette, ana-babaya şefâ'at eder. Peygamber efendimiz, (Erkek çocuğa iki, kız çocuğa bir akîka kesin) buyurdu.

KURBAN KESMEK

Soru: Kimlere kurban kesmek vâcibdir?
Cevap: Mukîm olan, seferde olmıyan, âkıl-bâlig, hür, müslüman erkek ve kadının, ihtiyaç eşyasından fazla nisâb miktarı malı veya parası varsa, kurban kesmeleri vâcibdir. Kurban, koyun, keçi, sığırr, deveden birini, kurban bayramının ilk üç gününde, kurban niyeti ile kesmek demektir.
Seferî olan zenginin veya durumu müsâit olan fakîrin, kurban kesmesinde hiçbir mahzûr yoktur. Çok iyi olur, sevâb olur.

İhtiyaç eşyası

Soru: Neler ihtiyaç eşyasına girer?
Cevap: İhtiyaç eşyası demek, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve âletler, binecek vâsıtası, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlarıdır. Bu eşyaların mevcut olması şart değildir. Eğer mevcut iseler, zekât ve kurban için nisâb hesâbına katılmazlar.
Ticâret için olmayan, ihtiyacından artan eşya, evindeki süs eşyası, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyası, san'at ve ticâret âletleri, kurban için ihtiyaç eşyası sayılmaz. Bunlar, fıtra ve kurban için, nisâb hesâbına katılır.
Tarlasından aldığı mahsûl veya tarlanın, evin, dükkânın, atelyenin, kamyonun bir senelik kirâsı, ne kadar çok olursa olsun, bir yıllık ev ihtiyacını veya aylık geliri, aylık ihtiyacını ve kul borcunu karşılamıyan kimse, İmâm-ı Muhammed hazretlerine göre, fakîrdir. Fetvâ da böyledir.
İmâm-ı a'zama göre ise zengin sayılır. Çünkü, mülkü olan tarlanın ve bu demirbaş malların değeri, ihtiyacın karşılar ve nisâb kadar da artar. Bunun, kirâyı her alışta, bir miktar ayırıp, biriktirerek kurban kesmesi lâzımdır. Ya'nî, büyük sevâba kavuşması lâzımdır. Fıtra vermez ve kurban kesmezse, imâm-ı Muhammed'e göre, günâhtan kurtulur.
Soru : Nisâba mâlik olup, güç geçinen kurban keser mi?
Cevap: Aldığı kira ile güç geçinen kimse, nisâba mâlik ise, para biriktirip, kurban kesmelidir. Etin hepsini kavurma yapıp, birkaç ay et parasından biriktirerek, gelecek yılın fıtra ve kurban parası olarak saklamalıdır. Böylece, kurban sevâbından mahrûm kalmamalıdır.

Kurbanda ortaklık

Soru: Büyük baş hayvana kaç kişi girebilir?
Cevap: Bir sığırı en fazla yedi kişi ortak olarak kesebilir. Bunlara, nâfile kurban, adak veya akîka da ortak edilebilir.
Zenginin satın aldığına, sonradan ortak olmak câiz ise de mekrûhtur. Hiçbirinin hissesi yedidebirden az olmamalıdır. Sekiz kişinin yedi sığırı veya iki kişinin iki koyunu ortak satın almaları câiz olmaz. Çünkü, herbirinin her hayvanda hissesi vardır.

Kurbanlık hayvan

Soru: Kurbanlık hayvanın vasıfları nelerdir?
Cevap: Kurbanlık hayvanda aranan vasıflar ve dikkat edilecek husûslar şunlardır:
Bir gözü görmiyen, topal olup yürüyemiyen, dişlerinin yarısı yok olan, gözünün, kulağının veya kuyruğunun çoğu, ön veya arka bir ayağı kesilmiş olan, çok zayıf olan hayvan kurban olmaz.
Koyunun, keçinin bir yaşını, sığırın iki yaşını geçmiş olması lâzımdır. Altı ayı geçmiş koyun, iri, semiz ise, câiz olur. Kesilen hayvandan çıkan yavru diri ise, kesmek lâzımdır. Ölü ise, yenmez.
Satın alırken kusûrlu ise veya kesmeye uygun olarak alınıp sonradan, kesmeye mâni' bir kusûr hâsıl olursa, zengin kimse bir başkasını alıp keser.
Adak olan kurban kusûrlu olursa, zengin de, fakîr de onu keser. Adak ölürse, başka almaları îcâb etmez.

Hayır kurumları

Soru: Kurbanını, hayır kurumuna hediye etmek istiyen kimse nasıl vekâlet verir?
Cevap: Kurbanını bir hayır cemiyetine vermek istiyen kimse, parasını veya kurbanını götürüp, bu işle vazîfeli memûra teslîm ederken, "Allah rızâsı için, bayram veya nezir (adak) kurbanımı almaya, aldırmaya, kesmeye ve dilediğine kestirmeye ve etini ve derisini dilediğine vermeye seni umûmî vekîl ettim" demelidir.
Vekâlet, mektupla, faksla veya telefonla da verilir. Kurban parası, önceden verilebildiği gibi, daha sonra da gönderilebilir.
Vazîfeli kimse, gelen kurbana bir numara başlar. Bu numarayı ve kurban sâhibinin ismini deftere yazar. Kesilirken, sahiplerinin ismini söyliyerek kasapları vekîl eder. Ancak böyle kesilen kurbanlar sahîh olur. Etleri dilediği kimselere ve derileri bir fakîr vazîfeliye verir.
Bu fakîr, derilerin kıymeti ile, nisâb miktarına mâlik olmadan önce, elindekileri toptan, dilediğine hediye eder. Bu da satar. Paraları arzû edilen yere verilir. Fakîrin, kendisine verilen derileri satması veya hediye etmesi câizdir.

Soru: Kurban kesmesini bilmiyen, başkasına nasıl kestirir?
Cevap: (Allah rızâsı için bayram kurbanımı kesmeye seni vekîl ettim) demesi ve kalben de niyet etmesi lâzımdır. Eğer kurbanı da başkasına aldıracaksa, kurbanı alacak kimse de, kesmeyi bilmediği için başkasına kestirecekse, (Allah rızâsı için bayram kurbanımı almaya, aldırmaya, kesmeye ve kestirmeye seni umûmî vekîl ettim) der.

Kurban ne zaman kesilir

Soru: Kurban ne zaman kesilir?
Cevap: Kurban, bayramın birinci günü bayram namazı kılındıktan sonra, üçüncü günü güneş batıncaya kadar kesilebilir.
Bayramda Kesilememiş ise
Bayram kurbanını üçüncü günün akşamına kadar kesmiyen kimse, kurbanı satın almışsa, canlı olarak kendini veya kıymetini gümüş veya altın olarak fakîrlere verir. Bayramdan sonra keser ise, etinden kendi yiyemez. Hepsini fakîrlere dağıtır.
Etin tamamının kıymeti canlı kıymetinden az ise, değer farkını da sadaka verir. Satın almamış ise, orta derecede bir kurban değerini fakîrlere verir. Böylece, cezâdan kurtulur ise de, kurban kesmek sevâbını kazanamaz.
Kurban kesilmeden önce, yününden, sütünden istifâde câiz değildir. Vaktinden önce kesip, etinden yemek ve zenginlere yedirmek de helâl değildir. Bunlar fakîrlere verilir.

Kurban nasıl kesilir?

Soru: Kurban kesilirken nelere dikkat edilir?
Cevap: Kurban satın alınırken, (Bayram günü kesmesi vâcib olan kurbanı almaya) niyet etmelidir. Bunu keserken, tekrar niyet etmesi şart değildir.
Hayvanı keserken üç kerre bayram tekbîri okunur. Sonra "Bismillahi Allahü ekber" diyerek, hayvanın boğazının herhangi bir yerinden kesilir. "Bismillahi" derken, (h) yi belli etmek lâzımdır.
Hayvanın boğazında "Merî" denilen yemek borusu, "Hulkûm" denilen hava borusu ve "Evdâc" denilen iki yanda birer kan damarı vardır. Bu dört borudan üçü bir anda kesilmelidir. Kesenin de kıbleye karşı dönmesi sünnettir.
Hayvan tamamen ölüp, çırpınması durmadan, kafasını koparmak ve derisini yüzmeye başlamak da mekrûhtur. Kesmesini bilenin kendi kesmesi müstehabdır. Bilmiyenin, vekîline kestirmesi ve kesilirken yanında bulunup, (En'âm) sûresinin yüzaltmışikinci "İnne salâtî" âyetini "lâ şerîke leh"e kadar okuması müstehabdır.

ADAK

Soru: Adak nedir ve çeşitleri nelerdir?
Cevap: Nezr, ya'nî adak ibâdettir. Adak ancak Allah için yapılır. Kul için yapılmaz. Adak, bir ibâdettir. Çünkü, namaz, oruç, hacca gitmek ve başka ibâdetler nezr olunur. Nezrin yerine getirilmesini dînimiz emretmektedir. Getirilmezse, günâh olur. Hac sûresi, 29.âyet-i kerîmesinde meâlen, (Adaklarını yerine getirsinler) buyurulmuştur. Bunun için, nezri yerine getirmek vâcibdir.
Bir şeyi adamak iki türlü olur: Mutlak adak, şarta bağlı adak.
1- Mutlak adak: Allahü teâlâ için, bir sene oruç tutacağım, demek gibidir. Bir şarta bağlı değildir. Bunu söylerken, kastetmese de, söz arasında dilinden çıkmış ise de, yapması vâcib olur. Çünkü, adakta niyetsiz, düşünmeden söylemek, ciddî, istiyerek söylemek gibidir. Hattâ, Allahü teâlâ için, bir gün oruç tutmak üzerime borç olsun, diyeceği yerde, bir ay oruç tutmak diye ağzından çıksa, bir ay tutması lâzım olur.
Şarta bağlı olmıyan adağı, fakîr olsa da, hemen yapması lâzım olur. Yapmadan ölüm hâli gelirse, keffâret için vasıyet lâzım olur.
2- Şarta bağlı olan adak: Murâd edilen, istenilen şart hâsıl olunca, yerine gelince adağı yerine getirmesi lâzım olur. Yerine getirmeyip, yemîn keffâreti yapması da câizdir. şarta bağlı olan adak, şart edilen şeye karşılık olarak yapılmamalı, Allahü teâlâya şükür olarak yapılmalıdır.
Şarta bağlı olan adağı, şart hâsıl olmadan önce yapmak câiz değildir. Meselâ, (Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını seyyid Ahmed Bedevî hazretlerine bağışlamak adağım olsun) deyip, hasta iyi olmadan önce adağını yapması câiz olmaz. Hasta iyi olduktan sonra yapması lâzım olur.

Adak eti

Soru: Adak etinden kimler yiyemez?
Cevap: Fakîr veya zengin, adakta bulunursa, adak hayvanın etinden yiyemez ve zekât verilmesi câiz olmayan anasına, babasına, evlâtlarına, kocasına veya karısına, fakîr olsalar da, yediremez. Yerse veya bunlara yedirirse yenilen etin kıymetini, fakîrlere sadaka verir. Akrabâsından ve evinde bulunanlardan, zekâtını vermesi câiz olan büyük, küçük herkes yiyebilir. Bunların içinde zengin olanlar yiyemez. Yerlerse, adak sahibi, bunların yediklerinin kıymetini fakîrlere verir.
Fakîre verirken bunun adak bedeli olduğunu söylemek gerekmez. "Hediyedir" dense de câizdir.

Adağın şartları

Soru: Adağın şartları nelerdir?
Cevap: Adanan şeyin yapılmasının lâzım olması için, şunlara uygun olması gerekir:
1- Bir farz-ı ayn veya vâcib cinsinden olması lâzımdır. Meselâ oruç, namaz, sadaka gibi. (Şu işim olursa, yüz metre koşacağım) şeklinde bir adak sahîh olmaz.
2- Başlı başına bir ibâdet olması lâzımdır. Meselâ abdest almak başlı başına bir ibâdet olmadığı için adak olmaz.
3- Kendisi günâh olmamalıdır. Harâm bir şeyi adamak yemîn olur. Bunu yapması günâh olur. Meselâ birini öldürmeyi adayan, onu öldürmez, yemîn keffâreti verir.
Bayram günü oruç tutmak harâmdır. Fakat orucun kendisi harâm olmadığı için kurban bayramı günü oruç adamak câiz olur. Başka gün tutması lâzım olur.
Bunun gibi nâfile namazı cemâ'atle kılmayı adayan kimse, mekrûh işlememek için, bu namazı yalnız başına kılar.
4- Yapması kendine zâten farz olan bir şeyi adamak sahîh olmaz. Meselâ bu seneki Ramazan orucumu tutacağım demek adak olmaz.
5- Adanan şeyin mal olması, mülkündekinden çok olmaması ve başkasının malı olmaması lâzımdır. Meselâ bir kimsenin, gözünü falanca kimseye vermek için adaması sahîh olmaz.
Bir milyon lirası olan, bir milyar lira sadaka vermek için adakta bulunsa, bir milyonu verir. (Oğlumun hastalığı iyi olursa, onun maaşından bir hayvan keseceğim) diye adakta bulunmak sahîh olmaz. Kendi malından adaması lâzımdır.

Evliyâya adak

Soru: Hastanın iyi olması için evliyâya nasıl adak yapılır?
Cevap: Şarta bağlı olarak evliyâya adak yapmak, kendini, günâhı çok, duâ etmeye yüzü yok bilerek, mübârek birini vesîle edip, Allahü teâlâya yalvarmak demektir.
Meselâ, (Hastam iyi olursa veya şu işim hâsıl olursa, sevâbı Seyyidet Nefîse hazretlerine olmak üzere, Allah için, üç Yasîn okumak veya bir koyun kesmek nezrim olsun) deyince, bu dileğin kabûl olduğu çok tecrübe edilmiştir. Burada, Allahü teâlâ için Kur'ân-ı kerîm okunup veya koyun kesip, sevâbı Seyyidet Nefîse hazretlerine bağışlamakta, onun şefâ'ati ile, Allahü teâlâ, hastaya şifâ vermekte, kazâyı, belâyı gidermektedir.
Bir dilek için adak edilen bir ibâdet, o dileği hâsıl etmez. Bu ibâdet, o dileğin hâsıl olması için yapılmaz. Allahü teâlâ, o ibâdetten dolayı veya sevdiği bir kuluna yapılan bir iyilikten dolayı, merhamet ederek, o dileği kabûl ve ihsân etmektedir.

Horoz ve adak

Soru: Hastam için bir adak kesmek istiyorum. Horoz kurban olur mu?
Cevap: Adak ile adak kurbanı ayrıdır. (Hastam iyi olursa, Allah rızâsı için bir horoz kesip etini fakîre tasadduk edeceğim) diyen, horozu keser ve etini bir fakîre verir. Fakîre tasadduk edeceğim demese de, adak edilen şey, fakîrlere verileceği için sahîh olur. (Horoz kesmek nezrim olsun) demekle adak sahîh olur.
Kurbanlık hayvanlar deve, sığır ve davardır. Bu hayvanlardan başkası kurban olarak adanmaz. Bunun için horozdan kurban adamak câiz değildir.

Soru: Adak kurbanının da bayramda mı kesilmesi lâzımdır?
Cevap: Bayram kurbanından başka bir de nezir [adak] kurbanı vardır. Adak yaparken kurban kelimesini söylemeyip de, filan işim olursa, Allah rızâsı için bir koç keseceğim diyen, dileği hasıl olunca, bayramı beklemeden kesebilir. Kurban hayvanı fakîrlere veya hayır cemiyetlerine diri olarak verilmez. Mutlaka kesilmesi gerekir.

YEMİN VE KEFFÂRETİ

Soru: Yemîn nasıl olur?
Cevap: Yemîn, kuvvet demektir. Sözün, niyetin, işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösterir.
Yemîn, yalnız Allahü teâlânın isimlerini söylemekle olur. Vallahi, billahi, tallahi gibi. Kur'ân, Peygamber, Kâ'be için demekle yemîn olmaz. Fakat âdet olduğu için, Mushaf hakkı için demek veya elini Mushafa koyarak bunun hakkı için demek yemîn olur. Yemîn ediyorum demek de yemîn olur. Eğer şunu yaparsam kâfir olayım, gibi küfre sebep olan bir şeyi yemîn kastı ile söylemek de yemîn olur. Yemîn kastı ile söylemedi ise kendisi kâfir olur. Onun için kâfir olayım sözünü hiç kullanmamalıdır! Harâm işlemek veya ibâdet yapmamak için yemîn eden, yemînini bozar, sonra yemîn keffâreti verir. Meselâ, şu işim olursa vallahi şarap içeceğim, diyen kimse, şarap içmez, yemîn ettiği için yemîn keffâreti verir.
Birisinin yüzüne bakmıyacağım diye yemîn eden aynadaki [veya TV'deki] görüntüsüne baksa yemîni bozulmuş olmaz.
Değişik husûslarda birkaç defa yemîn edip yemînini bozarsa, hepsi için ayrı ayrı yemîn keffâreti verir.

SELÂMLAŞMAK

Soru: Selâm nedir ve hükümleri nelerdir?
Cevap: İki müslümanın karşılaştığı zaman, birbirine Selâmün aleyküm demesi ve sonra el ile müsâfeha etmesi sünnettir.
Selâm, emniyet, huzûr, selâmet, sağlık, barış, rahatlık, iyi netice, kurtuluş gibi ma'nâlara gelir. Selâm vermek, bir kimseye yapılacak en güzel duâdır. Selâmın, (Ben müslümanım, benden sana zarar gelmez, selâmettesin) ma'nâsına da geldiği bildirilmiştir.
Selâm, selâmet üzere ol, müslüman olarak öl ma'nâlarına da gelir. Güzel bir duâdır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz! Akrabânızın haklarını gözetiniz! Gece, herkes uyurken namaz kılınız! Bunları yaparak, selâmetle Cennete giriniz!)
(Allahü teâlâya yemîn ederim ki, mü'min olmadıkça Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de mü'min olamazsınız. Size bir amel bildireyim, onunla birbirinizi seversiniz: Aranızda selâmı yayınız!)
(Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, da'vetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah diyerek cevap vermek.)
Selâmün aleyküm veya Esselâmü aleyküm diyerek selâm verilir. Selâm aleyküm diyenlere ve başka sözlerle selâm verene cevap vermek farz olmaz.
Selâmda sünnet şöyledir ki, önce büyük küçüğe, hayvana veya vâsıtaya binmiş olan binmemiş olana, ayakta olan oturana, az olan çok olana, efendi hizmetçisine, baba oğluna, ana kızına verir.
Rütbe ve ni'meti çok olan önce verir. Nitekim, mi'râc gecesi, önce Allahü teâlâ selâm verdi. İki müslüman, birbirine aynı anda selâm verirse, her ikisinin de, birbirine cevap vermesi farz olur.
Birbirinden sonra selâm verirlerse, ikincinin verdiği selâm cevap yerine geçer. Çok kimseye selâm verildiği zaman, bir kişi, hattâ bir çocuk cevap verince, ötekiler vermese de olur.
Selâm verene hemen cevap vermek farz-ı kifâyedir. İşitenlerin cevâbı geciktirmesi harâmdır. Tevbe etmeleri lâzım olur. Kur'ân-ı kerîmde de verilen selâmı ondan daha güzel bir selâm ile veya aynısı ile alınması bildiriliyor. (Nisâ 86)
(Selâmün aleyküm) diyene ya aynı ile karşılık vermeli ya'nî (ve aleyküm selâm) demeli, yâhut (ve aleyküm selâm ve rahmetüllahi) demeli, veya (ve berekâtühü)yü de ilâve ederek daha güzeli ile almalıdır!
Mektupla gelen selâmı okuyunca hemen Ve aleyküm selâm demek farzdır. Birine selâm götürmeyi kabûl edenin, bu selâmı götürmesi farzdır. Çünkü üzerine emânettir. Nikâhla alması ebedî harâm olan 18 kadına selâm vermek câizdir. Selâmlarına cevap vermek farz-ı kifâyedir.
Mahrem olmıyan ihtiyâr kadınlara selâm verilir. Zarûret olduğu zamanlarda, şehvetten emîn ise, müsâfeha da edilir ya'nî eli sıkılır. Günâh işliyenler, tevbe ederse, selâm verilir. Günâh işlerken mâni' olmak niyeti ile selâm verilebilir.
Kâfirlere selâm verilmez. Onlar selâm verince, yalnız (Ve aleyküm) denir. Kâfirlere, ancak iş düştüğü, ihtiyâç olduğu vakit, selâm vermek ve müsâfeha etmek câiz olur. Hürmet için ise, câiz olmaz. Kâfire hürmet küfürdür. Kâfire saygı göstermek için selâm veren kâfir olur. Kâfiri ta'zîm eden, saygı gösteren, kâfir olur.
Evine girince, evdekilere selâm vermeli, evde kimse yoksa, Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn demelidir! Çünkü müslümanın evinde melekler bulunur. Onlara selâm verilmiş olur. Câmiye, mescide girince de, Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn demelidir!
Zengine, zengin olduğu için selâm vermek câiz değildir. Zengin önce selâm verirse, cevap verilmesi farz olur.
Selâm verirken ve selâm alırken eğilmek günâhtır. Hadîs-i Şerîfte, (Karşılaştığınız zaman, birbirinize eğilmeyiniz, kucaklaşmayınız!) buyuruldu. El ile selâm vermek günâhtır.
Parmak ile işâret ederek selâm vermek yahûdî âdetidir. El ile selâm vermek de hıristiyan âdetidir. Müslüman böyle selâm vermemelidir. Hadîs-i Şerifte, (Başkalarına benzeyenler bizden değildir. Yahûdîlere ve hıristiyanlara benzemeyiniz! Yahûdîler parmakları ile işâret ederek, hıristiyanlar elleri ile işâret ederek, mecûsîler de eğilerek selâm verir) buyuruldu.
Birini görünce kendi elini veya onun elini öpmek ve eli göğüse koymak ve eğilmek ve yere kapanmak da mecûsî âdetidir.
Müslümanların, birbiri ile karşılaştığı zaman, müsâfeha etmeleri sünnettir. Müsâfeha ederken günâhları dökülür. Müsâfeha, iki kişinin, sağ elin avuç içlerini birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirmesidir. Şimdi moda olan, parmakları tutarak avucuna koyarak yapılan tokalaşma, sünnete uygun değildir.
Sünnet olan ise, karşılaşınca, selâm söyleşirken, sağ el dört parmak içlerini, çıplak olarak, karşısındakinin sağ eli dışına baş parmağı tarafına yapıştırmaktır. Baş parmakta bulunan damardan muhabbet yayılır. Müsâfeha ederken, birbirine muhabbet geçer.

DİNİMİZDE KÂR HADDİ

Soru: Dinimizde kâr haddi var mıdır?
Cevap: Dinimizde kâr haddi yoktur. Fakat ihtikâr ve fâhiş fiyat yasaklanmıştır. Enes bin Mâlik hazretleri anlatır: Medîne'de pahalılık oldu. Fiyatlar yükseldiği için kâr haddi koyması istenildiğinde, Peygamber efendimiz, (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız O'dur. Ben Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Esnâfın hepsinin fiyatları fâhiş olarak, ya'nî maloluş fiyatının iki misline artırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, Belediyenin ilgililerle istişâre ederek uygun bir narh, kâr haddi koyması câiz olur. (R. Muhtâr)
Satılan şeyin ayıbını, kusûrunu gizliyerek aldatmak harâm olduğu gibi, alınan malın kıymetini gizliyerek aldatmak da fâiz olur. Meselâ, bir kimse, sattığı malın kıymetini bilmiyor. On milyonluk malı, beş milyona satıyor. Ona (Bu mal, her yerde 4 milyon eder) diyerek kandırmak harâmdır. İnsanlar, İslâm ahlâkına uyarsa, ne kandıran, ne kandırılan olur. Mallara narh koymaya lüzûm kalmaz. Arz ve talebe göre, mallar kıymetlenir veya ucuzlar.

Piyasayı bilmemek

Peygamber efendimiz, (Müslümanların, Şehre mal getiren köylüleri karşılayıp piyasa fiyatını gizliyerek, ucuz satın almalarını) yasakladı. Köylü böyle bir satıştan vazgeçebilir. Piyasayı bilmiyenlere yüksek fiyatla mal satmak da harâmdır. Hattâ, acemî olup, ucuz satan veya pahalı alan ile alış veriş etmemelidir. Bunlarla alış veriş yaparken piyasadaki fiyatı gizlemek günâhtır.
Basra'da büyük bir tüccâr vardı. İran'da bulunan adamlarından biri, buna mektûp yazarak, bu sene şeker kamışının verimli olmadığını, kimse duymadan, çok şeker almasını bildirdi. Tüccâr da, çok şeker satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahalı satarak, otuz bin dirhem kâr etti. Sonra, düşünüp (Şeker kamışlarına âfet geldiğini müslümanlardan saklamakla, onlara hıyânet ettim, bu nasıl müslümanlıktır?) diye, otuz bin dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Yaptığı yanlış işi anlattı. Hatâsına pişmân olup dürüstlük göstermesinden dolayı, hiçbiri verdiği parayı almayıp, (Sana helâl olsun) dediler. Akşam evinde düşündü ki, belki utanarak almamışlardır. (Din kardeşlerime hıyânet ettim) diyerek, ertesi gün tekrar götürdü. Her birine yalvararak otuz bin dirhem gümüşü taksîm etti.
Müşterîye doğru söylemeli, hîle etmemelidir. Malda bir ârıza oldu ise, haber vermelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyatı yükselip pahalı satıyor ise, aldığı fiyatı söylemelidir. Aldatarak satmak, hıyânet ve dolandırıcılık olur. Böyle hıyâneti bilmiyerek yapan çoktur. Hıyânet yapmaktan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır.

Gaben-i fâhiş

Sarraflıkta piyasadaki fiyatların en yükseğinden % 2,5 ve daha fazlası kadar yüksek fiyatla [altın ve gümüş] satın alarak aldanmaya Gaben-i fâhiş [çok aldanmak] denir. Bu miktar, hayvandan başka menkûl mallar için % 5, hayvan için %10, binâ için % 20'dir. Bu miktarlardan az olan aldanmaya Gaben-i yesîr [az aldanmak] denir. Meselâ satıcı, (Bu mala şu kadar lira veren oldu) diye satsa, piyasadaki en yüksek değerinden fâhiş aldanma kadar fazla olduğu ve başkasının o kadar vermediği anlaşılsa, müşteri alış-verişi feshedebilir. (Mecelle Şerhi)
Sıkışık durumda olanlara, yiyecek içecek, giyecek ve barınacak şeyler için fâhiş fiyatla mal satmak harâmdır. Nafakasını temîn etmek için herhangi bir şeyini satmak zorunda kalan fakirin sattığını, gâben-i fâhişle ucuz almak da harâmdır. (Bey ve Şir'a risâlesi)
Bir malı peşin ucuz, veresiye pahalı satmak câizdir. Vâde farkı istemek ise câiz değildir. Vâdeli satışla, vâde farkı ayrı şeylerdir. Meselâ 3 milyon liralık malı, ihsân ederek, 2 milyon liraya satmak câiz olduğu gibi, vâdeli veya vâdesiz olarak 5 milyon liraya satmak da câizdir. Fakat vâdesi dolduktan sonra, ödenemiyen aylar için vâde farkı almak câiz olmaz. Ancak müşteri borcunu verinceye kadar, paranın değeri düşse, malın satıcı tarafından satıldığı gündeki değeri istenebilir. Diyelim ki, satılan mal karşılığı olan 2 milyon lira ile o zaman bir altın lira alınabildiği hâlde, şimdi paranın değeri düştüğü için aynı kıymette altın alınamıyorsa, meselâ bir altın 4 milyon lira olmuşsa, müşteriden bir altın veya o değerde para istemek câiz olur. Böyle yapmakla vâde farkı alınmamış, satılan malın değeri istenmiş olur. Satıcı zarara uğramadığı gibi, müşteri de fazla para ödememiş olur. Bu, İmâm-ı Ebû Yûsüf'ün kavlidir. Fetvâ da böyledir. (R. Muhtâr)

Ticarette ihsan

Soru: Ticarette ihsân ne demektir?
Cevap: Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyuruyor ki: (Allahü teâlânın rahmeti, ihsân edenlere elbette çok yakındır.)
Ticarette adaletle hareket edenler, kendi sermayelerini kurtarmış olur. Fakat kâr, ihsân edenleredir. Aklı olan, âhıret kârını hiç kaçırır mı? İhsân, emredilmiyen iyiliği yapmaktır. Îsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmaktır. Îsâr, makbûl bir iyiliktir.
Ticarette ihsân altı türlü elde edilir:
1- Müşteri, piyasayı bilmediği için veya malı beğendiği için yahut bu mala fazla ihtiyâcı olduğu için, çok kâr vermeğe razı olsa bile çok kâr istememelidir. Yüksek fiyatla satıp, bir kimseyi aldatmamalıdır. Piyasada on liraya satılmakta olan bir malı, on bir liradan yukarıya satın almak gaben-i fahiş ile aldanmaktır. Yalan söylemekle çok aldatılan bir müşteri satıştan vazgeçebilir.
Alış verişte malın kusurunu gizlemek ve hile yapmak gibi hususlar, zulüm sayılır. Hadîs-i Şerîfte buyuruldu ki:
(Teslim olan, ya'nî satıcıya itimat eden kimseden fazla para almak harâmdır.)
2- Fakirin malını fazla para ile almalıdır. Meselâ dul kadınların iğirdiği ipliğine, çocukların sattığı meyvelere çok para vermelidir. Bu sûretle çalışanlara yardım etmek, sadaka vermekten daha sevâptır. Böyle yapanlar Peygamber aleyhisselâmın duâsını mazhar olurlar. Hadîs-i Şerîfte buyuruldu ki:
(Alış-verişte kolaylık gösterenlere Allahü teâlâ merhamet eylesin!)
Fakat zenginden mal alırken aldanmak sevâp değildir. Malı zayi etmektir. Pazarlık edip ucuza almalıdır.
3- Fiyatta ikram etmeli. Peşin verdiği fiyatla veresiye vermelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Alış-verişte kolaylık gösterenlere, Allahü teâlâ her şinde kolaylık gösterir.)
İhsânın en büyüğü, en kıymetlisi fakirlere veresiye vermektir. Malı olup da zarar ile satmadıkça, ödeyemiyecek bir halde olanların ödemesine zaman vermek ihsândır ve büyük sadakadır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Kıyâmette bir kimseyi hesaba çekerler ki, çok günâh işlemiş, hiç iyilik yapmamış. Derler ki:
- Sen dünyada hiç iyilik yapmadın mı?
- Hayır, yalnız çırağıma dedim ki, (Fakir olan borçluları sıkıştırma! Ne zaman ellerine geçerse, o zaman vermelerini söyle! İstediklerini yine ver, boş çevirme!)
Allahü teâlâ buyurur ki:
- Ey kulum, bugün sen fakîr, muhtaçsın. Sen dünyada benim kullarıma acıdığın gibi, bugün biz de sana acırız.
Ve o kulu affeder.)
4- Borç ödemekte ihsân, istemeğe vakit bırakmadan önce vermektir. Hadîs-i Şerîfte buyurulduki:
(En iyiniz, borcunu iyi ödeyendir.)
(Ödünç alan kimse, iyice ödemeği niyyet ederse, borcunu ödemesi için, melekler ona duâ eder.)
Bir kimse, malı olduğu halde, borcunu ödemeği bir saat geciktirirse zalim ve âsî olur. Her an la'net altında bulunur.
5- Alış-veriş ettiği kimse pişman olursa, yapılan satışı geri çevirmelidir. Yapılan satışı geri çevirmek vâcib değildir. Fakat çok sevâptır ve ihsân etmektir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Bir kimse, [karşısındaki pişman olunca] alış verişi fesheder, geri alırsa, Allahü teâlâ onun günâhlarını affeder.)
6- Fakîrlere veresiye verip, parası olmayandan, istememeği niyyet etmektir. Fakîrler için defter tutmayan, bir şey getirirse alıp getirmeyenden ise birşey istemiyen eski sâlih tüccarlar gibi olmaya çalışmalıdır.

Alış-verişte yemin

Soru: Bir malı beğendirmek gayesiyle yemîn etmekte mahzûr var mıdır?
Cevap: Doğru da olsa, alış-veriş yaparken yemîn etmemelidir! Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Malını, yemîn ederek beğendirene kıyâmette merhamet edilmiyecektir.) [Müslim]
(Alış-verişte "Vallahi böyle, billâhi öyle değildir" diye yemîn edenlere ve san'atkardan, "Yarın gel, öbür gün gel" diye sözünde durmayanlara yazıklar olsun!) [Deylemî]
(Yalan yemîn ile mal çok satılsa da böyle kazancın bereketi olmaz.) [Buhârî]
(Alıcı ile satıcı birbirine doğru söyleyip, nasîhat edince, kazançları bereketli olur, malın kusurunu gizleyip, yalan söyledikleri zaman bu bereket kalkar.) [Buhârî]
(Satılan bir şeyin kusurunu gizlemek helâl değildir.) [Hâkim]
(Bir zaman gelecek ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp, helâlini, haramını düşünmiyeceklerdir.) [R. Nâsıhîn]
Malını müşteriye gösterirken tüccarın Allah demesi, Kelime-i tevhîd okuması günahtır. Bunları para kazanmaya âlet etmek olur. (İhtiyâr)
İhtiyâr kitabındaki bu ifâdeden, müşteri çekmek gâyesiyle dükkânına dinî levhalar asmak da, dini ticarete âlet etmek olacağı anlaşılmaktadır. Hele dinden îmândan habersiz kimselerin bu hareketi, din istismârı olur.
Akıllı olan, âhıretin sonsuz kazancını dünyanın geçici kârı ile değiştirmez. Bütün iyiliklerin, dinin emirlerine uymak ve yerine getirmekte olduğunu bilir.

Kuyumcuların bilmesi gerekenler

Soru: Buradaki ba'zı kimseler, altının veresiye satılamıyacağını, altın değiştirilirken de ayar farkı gözetilmiyeceğini söylüyorlar. Bu husûs, kuyumcular kadar altın alan kimseleri de ilgilendirmektedir. Harama düşmeden kuyumculuk nasıl yapılır?
Cevap: Alışveriş ilmini bilmiyen haram işler. Helâl kazanan kimse, dinin emrine uymazsa, haram yiyebilir. Sarrafların ve bunlardan alışveriş yapanların bilmesi gereken husûslar şunlardır:
1- Altın, altın ile değiştirilirken, birinin ağırlığı biraz fazla olursa haram olur. Meselâ 7.2 gram ağırlığındaki Reşad altını verip bunun yerine 7 veya 8 gram bilezik almak haram olur. Ağırlıklarının eşit olması lâzımdır.
2- Altını altına satarken, ağırlıkları aynı olsa bile biri veresiye olursa yine haram olur. Meselâ kuyumcuya, bir Hamid lira verilip yerine bir adet Elgazi istenilse, kuyumcu da, şimdi Elgazi yok, yarın vereyim dese haram olur.
3- Altında ayar farkı nazarı i'tibara alınmaz. Meselâ on gram 24 ayar altın ile on gram 14 ayar altın değişirse, iki taraftan biri, fazla bir şey alırsa, haram olur.
4- Hurda altın, işlenmiş altın, antika altın, birbiri ile değişirken eşit ağırlıkta olması lâzımdır. Meselâ Hamid verip de yerine Reşad alınsa, için ayrıca bir şey almak haramdır. [Bu bilgiler, Dürer, Hindiyye, R. Muhtar ve Erba'în-i Selmânî kitaplarından alınmıştır.]
Yukarıda bildirilen haramlara düşmemenin yolu kolaydır.
1- Hurda altın getirip yerine işlenmiş altın almak isteyen, önce hurda altınlarını kâğıt para ile satar. İşlenmiş altınları da kağıt para karşılığı satın alırsa hiç mahzûru olmaz.
2- Altını, altın karşılığı değil de, kâğıt para veya başka mal karşılığı veresiye satmakta da hiç mahzûr yoktur. Meselâ kuyumcudan bir Reşad altın veresiye bir ton oduna satılabilir. Altın ve gümüş olmıyan madenî veya kâğıt paralarla da veresiye satmak câizdir.
3- Altını veya herhangi bir malı veresiye pahalı satmak câizdir.

ÖDÜNÇ ALMAK

Soru: Hangi durumda ödünç alınır? Alınan borcu geciktirmek uygun mudur?
Cevap: Şu üç durumda ödünç almak câiz olur:
1- Nafakası olmıyanın, nafakasını, vücûdunu örtecek kadar elbise almak için veyâ kazanc şüpheli olanın, helâl nafaka almak için ödünç istemesi câizdir.
2- Evi olmıyan kimsenin, ev satın alması veya evinin kirâsını ödemesi için ödünç istemesi câizdir. Soğuktan korunmak [odun, kömür, soba, kışlık palto gibi şeyler almak] için de ödünç alabilir.
3- Evlenmek, mevkii ve vazifesi icâbı, âdete uygun giyinmek ve bunun gibi işler için ödünç istenebilir. [Zarûret olunca da ödünç almak câiz olur.]
Bu üç maddede bildirilen husûslar dışında ödünç istemek câiz olmaz. Meselâ, parası olmıyan kimsenin baklava yemek, meşrubat içmek ve pahalı kumaşlardan elbise almak, komşunun var diye ihtiyâç olmıyan bir şeyi almak için ödünç istemesi doğru değildir. Kısacası makam ve vazifesi gereği değilse, lüks sayılan yiyecek, içecek ve giyecek için ödünç alınmaz. Ödemek niyetiyle ödünç alana Allahü teâlâ yardım eder, ödünç verene de çok sevâb verir.

Bire onsekiz sevâb

Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
(Sadaka için on sevâb, ödünç için ise on sekiz sevâb vardır.) [Taberânî]
(Allah rızâsı için ödünç verene, her gün için sadaka sevâbı verilir. Fakirden alacağını çabuk istemiyene, her gün için malın hepsini sadaka vermiş gibi sevâb verilir.) [Hâkim]
Borçlanmamaya çok dikkat etmelidir! Hz. Lokman Hakîm, (Borç yükü altında ezilmektense, taş taşımayı tercîh ederim) buyuruyor. Çünkü borçlanmak, insanı küfre kadar sürükler. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Yâ Rabbî, küfre düşmekten ve borca girmekten sana sığınırım.) [Nisâî]
(Borçsuz olan hür yaşar.) [Beyhekî]
(Huzûr içinde iken, borçlanarak korku içinde yaşamayın!) [Hâkim]
(Borçtan sakının! Borç, gece gama, gündüz zillete sebep olur.) [Beyhekî]
Ödünç alınan borçları ilk fırsatta ödemeye çalışmalıdır! Alış veriş neticesinde meydana gelen taksitli, borçları da zamanında ödemelidir! Ödemeyi geciktirmek günâhtır. İbrâhim Edhem hazretleri, (Borcu olan kimse, yağlı ve sirkeli yemek yememeli) buyuruyor. Borcu olan, borcunu ödemeden sadaka bile vermemelidir! Hadîs-i Şerîfte buyuruldu ki: (Kendi veya çoluk çocuğu muhtâç veya borçlu olanın verdiği sadaka kabûl olmaz.) [Buhârî]
İhtiyâcı olmıyana, malını lüzûmsuz yerlere, harâma harcıyana ödünç para vermemelidir! Borcunu vaktinde ödemeyen kimsenin, gelip mühlet istemesi lâzımdır. Ödeme imkânı olduğu hâlde, borcunu geciktirmek zulümdür, günâhtır. Bir kimse, malı olduğu hâlde, borcunu ödemeyi bir saat geciktirirse, zâlim ve âsî olur. Namaz kılarken de, oruç tutarken de, uykuda da, ya'nî her ân, la'net altında bulunur. Malı olmak, parası çok olmak demek değildir. Satılık birşeyi olup da, satmazsa, günâh işlemiş olur.

Zulmeden borçlu

Soru: Boç ödememek veya borç vermemek günâh mıdır?
Cevap: Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
(Ödememek niyyetiyle borçlanan, Kıyâmete hırsız olarak gelir.) [İ Mâce]
(İmkânı varken, borcunu ödemiyene her gün zulmetme günâhı yazılır.) [Taberânî]
(Aldığı borcu ödemiyene Allahü teâlâ, Kıyâmette "Bu kimsenin hakkını sizde bırakacağımı mı zannettiniz?" buyurarak onun iyi amellerini alıp diğerine verir. Eğer borçlunun, iyi ameli yoksa, alacaklının günâhları borçluya yüklenir.) [Taberânî]
Borcunu ödeyemiyene mühlet vermek sevâbdır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Kıyâmetin dehşetinden kurtulmak istiyen, darda kalan borçluya mühlet versin!) [Taberânî]
(Darda olanı ferâha kavuşturanı veya onun borcunu ödeyeni, Allahü teâlâ Kıyâmetin dehşet, korku ve sıkıntılarından kurtarır.) [Müslim]
(Beldan kurtulmak, istediğine kavuşmak ve Arşa sığınmak istiyen, darda kalan borçluya mühlet versin veya ona alacağını bağışlasın!) [Abdürrezzak]
Kıyâmette günâhı çok bir müslümanı hesâba çekerler. O kimse de (Benim hiç iyiliğim yoktur. Sadece çırağıma, "Fakir olan borçluları sıkıştırma, ne zaman ellerine geçerse, o zaman vermelerini söyle, birşey isterlerse yine ver, boş çevirme!" diye söylerdim.) der. Allahü teâlâ da, onu affederek buyurur ki: (Bugün sen muhtâçsın. Sen dünyada kullarıma acıdın, bugün biz de sana acırız.) [Buhârî]

Fâiz her dinde harâmdır

Soru: Dînimizde fâizin hükmü nedir?
Cevap: Bugün fâizin, içkinin, zinânın harâm olduğunu bilmiyen müslüman yoktur. Harâmlar zamanla helâl olmaz. Şu kadar var ki, (Zarûretler, harâm olan bir şeyi mubâh kılar), fakat zarûret bitince harâmlığı devam eder. Meselâ susuzluktan ölecek kimsenin, şaraptan başka içecek bir şey bulamazsa, ölmiyecek kadar şarap içmesi câiz olur. Daha fazla içmesi câiz olmaz. Açlıktan ölecek kimsenin leş yemesi de böyledir.
Bu ve benzeri durumlar haricinde fâize helâl denmez. Fâiz hakkında Tergib'deki hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Helâk eden yedi şeyden birisi fâiz almaktır.) [Buhârî]
(Yedi büyük günâhtan biri fâiz yemektir.) [Bezzâr]
(Fâiz alana da verene de la'net olsun!) [Müslim]
(Vücûduna dövme yapana, yaptırana, fâiz alıp verene lâ'net olsun.) [Buhârî]
(Allahü teâlâ, dört kimseyi Cennete koymaz: Bunlar, devamlı içki içen, fâiz alan, yetim malı yiyen ve ana-babasına âsî olandır.) [Hâkim]
(Fâiz 73 kısımdır. En aşağısı, kişinin anası ile zinâ etmesi gibidir.) [Hâkim]
(Bir dirhem fâiz alıp vermek otuz zinâdan günâhtır.) [Taberânî]
(Zinâ ve fâiz yaygınlaşan toplum, Allahın azâbını hak etmiş olur.) [E.Ya'lâ]
(Kıyâmet yaklaştıkça, fâiz, zinâ, ve içki çoğalır.) [Taberânî]

Gayrı Müslim Diyârında

Fâiz hakkında pek çok hadîs-i şerîf vardır. Kur'ân-ı kerîmde Bekara sûresi 275. âyet-i kerîmesinde, (alış-verişin helâl, fâizin harâm) olduğu bildirilmektedir.
Ecnebî memleketlerde, müslümanların, gayrı müslimlere ödünç verip, onlardan fâiz almalarının câiz olduğu Mülteka'da yazılıdır. Mecma'ül enhür ve Dürer'deki hadîs-i şerîfte, gayrı müslim memleketlerde, müslümanların kâfirlerden fâiz almalarının câiz olduğu bildirilmiştir. Bundan başka zarûret dışında fâiz her yerde her zaman harâmdır. (Cevhere)
Fâiz yalnız İslâm dîninde değil, semâvî dinlerin hepsinde harâmdır. Fetâvâ-i Hayriyye'de buyuruluyor ki:
(Zimmî [gayrı müslim] zimmîye elli lira ödünç verip, fâizi ile birlikte ellibeş lira alsa, beş lirayı geri vermesi lâzımdır. Çünkü, fâiz her dinde harâmdır.)
Fâiz, ödünç vermekte, rehinde ve alış-verişte olur. Fıkıh kitaplarında fâizin yetmişten fazla çeşidinin olduğu bildirilmektedir. Bunun için alış-veriş ve başka sözleşme yapacak kimselerin, hangi hâllerde fâiz olduğunu iyice öğrenmesi lâzımdır. Bu bilgileri öğrenmesi lâzımdır. Bu bilgileri öğrenmek farz-ı ayndır. Bilmiyen kimse farkında olmadan fâiz alıp verir, böylece büyük günâha girmiş olur. Harâm olduğunu bilmediği için tevbe etmez.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Daha fazlasını ödemesi şartı ile ödünç vermek fâizdir. Harâm anlaşma ile ele geçen malın hepsi harâm olur. Meselâ, 12 kile ödemesi şartı ile, on kile buğday ödünç verilse, 12 kilenin hepsi harâm olur. Fazladan alınan 2 kilesi kul hakkı olduğu için, geri verilmesi gerekir. On kilesi de harâm olduğu için fakîre sadaka olarak verilir.
Bir teneke sütün içine konan, bir bardak idrar sütün tamamını necis eder. Fâizle ödünç verilen paranın, fâizini, ana parasından ayırmak mümkün olmaz. Sütte olduğu gibi tamamı kirlenmiştir.

BİR KİMSE ŞUNLARI YAPMADAN UYUMAMALIDIR

1- Kalbini kırdığı kimselerle helâllaşmadan yatmamalıdır! Ölüm meleği çok defa ansızın gelir. Kul hakkı ile ölmemek lâzımdır. Onun için kimseyi üzmemelidir.
2- Üzerinde farz borcu var iken uyumak doğru olmaz. Onun için farzları bir an önce ödemeye çalışmalıdır.
3- Geçmiş günâhlarına tevbe etmeden uyumamalıdır. Tevbe etmeden ölebilir. Onun için günâhtan kaçınmaya gayret etmelidir.
4- Vasiyyetini yazmadan uyumamalıdır. Vasiyyetine bilhassa borçlarını yazmalıdır. Borçlu ölenin kabirde eli bağlı kalır. Borçsuz yaşamak en iyisidir.
Gece herhangi bir sebeple uyanan kimse, bir duâ okursa, duâsı kabul olur. Hiç değilse (Allahümmagfir lî ) ya'nî (Yâ Rabbî beni mağfiret et!) demelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Bir kimse uykudan bir sesle veya konuşma ile veyahut bir başkasının seslenmesi ile uyanırsa, "Allahümmagfir lî" desin! duâsı kabûl olur.)