| Hudeybiye
  anlaşmasının yapıldığı günlerdeydi. Hudeybiye'de endişeli ve huzursuz bir
  bekleyiş hâkimdi. Eshâb-ı kirâm, Semüre ağacının altında toplanmış, hayatları
  üzerine Allahın Resûlüne bî'at ediyorlardı. Aralarında kuvvetli ve cesûr bin
  sahâbî olan Seleme bin Ekvâ da vardı. Resûlullah efendimiz: 
 - Seleme nerede, gelip bî'at etsin! diye seslendi.
 
 Seleme tekrar bî'at etti. Bu hâl üç defa tekrarlandı. Hz. Seleme her bî'at
  sonunda Resûlullaha olan bağlılık için tam üç defa söz vermişti.
 
 Amcanla senin
  hâlin
 
 Peygamber efendimiz Seleme'yi silahsız görünce bir kalkan vermişti. Üçüncü
  bî'attan sonra Seleme'nin elinde kalkanı göremeyen Resûlullah efendimiz
  buyurdu ki:
 
 - Sana vermiş olduğum kalkan nerede?
 
 - Yâ Resûlallah! Amcam Âmir silâhsız idi. Ona verdim.
 
 Resûlullah efendimiz tebessüm etti ve buyurdu ki:
 
 - Amcanla senin hâlin, "Yâ Rabbî! Bana kendimden daha sevgili
  bir dost ver" diye duâ eden kimsenin hâline benzedi.
 
 Bî'attan sonra sahâbîler dağıldılar. Seleme de uzakça bir ağacın altına gidip
  uzandı. O sırada dört kişilik bir düşman müfrezesi yanına gelerek Resûlullaha
  dil uzatmaya başladılar. Resûlullaha hayatı üzerine bağlılık sözü veren cesûr
  sahâbî, öfkesini zor kontrol ediyordu. Çünkü Resûlullah, sahâbîlerin
  müşriklere karşı herhangi bir harekette bulunmalarını men etmişti. Kalkıp
  başka bir ağacın altına gitti. Müşrikler de silahlarını bir ağaca asıp yere
  uzandılar.
 
 O sırada vâdinin aşağı tarafından bir ses duyuldu:
 
 - Yetişin, ey muhâcirler, İbni Zuneyn öldürüldü!
 
 Bu haberi duyan Seleme, daha fazla dayanamadı. Kılıcını eline aldı. Sessizce
  yatmakta olan müşriklerin yanına geldi. Ağaçta asılı duran kılıçlarını aldı.
  Sonra da bağırdı:
 
 - Kıpırdayanın başını uçururum!
 
 Bir anda neye uğradıklarını şaşıran müşrikler, korku içinde titremeye
  başladılar. Seleme;
 
 - Kalkın ve arkanıza bakmadan önüme düşün! diye emir verdi.
 
 Emrinize hazırım
 
 Hepsini önüne katıp Resûlullahın huzuruna getirdi. Resûlullahın vereceği emre
  göre davranacaktı. Resûlullah harp edilmemesi husûndaki anlaşmayı ihlâl etmek
  istemedi, Onun için buyurdu ki:
 
 - Kötülüğün başı da, sonu da onların olsun. Bunları serbest
  bırakınız!
 
 Hudeybiye anlaşması gereğince, Müslümanlar Medîne'ye geri dönüyorlardı. Akşam
  olunca, henüz müşrik olan Lıhyanoğulları kabîlesine yakın bir yerde
  konakladılar. Arada yüksekçe bir tepe bulunuyordu. Resûlullah efendimiz, gece
  düşmanı gözetlemek için bir gönüllü aradı ve ona Allahtan magfiret
  dileyeceğini söyledi. Seleme hemen ileri atıldı:
 
 - Ben emrinize hazırım, yâ Resûlallah!
 
 O gece tek başına düşmanın hücum tehlikesine aldırmadan nöbet bekledi.
  Cesâret ve fedâkârlığını bir defa daha ispatladı.
 
 Peygamber efendimizin develerini Medîne’de otlağa götürme vazifesini bir
  çobanla birlikte Peygamberimizin hizmetçisi Rebâh üzerine almıştı. Hz. Seleme
  etrafın düşman kabîlelerle dolu olduğu bir zamanda, develerin hücuma
  uğrayabileceğini düşünerek Rebâh’la birlikte gitti. Gâbe dağının yokuşuna
  vardığı zaman Abdurrahman bin Avf’ın hizmetçisine rastladılar. Hizmetçi çok
  heyacanlı idi. Hz. Seleme ona sordu:
 
 - Allah iyiliğini versin, ne oldu sana?
 
 - Peygamber efendimizin develerini götürdüler.
 
 - Kim götürdü?
 
 - Gatafan ve Fezârî kabîleleri.
 
 Ben Ekvâ'nın
  oğluyum
 
 Böylece durumu öğrenen Seleme hemen Rebâh’ı Medîne’ye haber vermek için
  gönderdi. Kendisi de gelecek yardım kuvvetini beklemeden tek başına eşkıyânın
  ardına düştü. Yaya idi, ama çok hızlı koşuyordu. Nihayet onlara yetişti.
  Seleme bin Ekvâ’nın kılıcı ve yayı yanında bulunuyordu. Hemen yayına ok yerleştirip
  onlara ok yağdırmaya başladı.
 
 Bu durumu Seleme bin Ekvâ şöyle anlatır:
 
 Onlardan, atlı bir adama yetişip, “Al sana! Ben Ekvâ’nın oğluyum! Bugün
  alçakların öleceği gündür!” diyerek bir ok attım.
 
 Okumun demiri, adamın omuzunu deldi. Vallahi, onlara durmadan ok atıyordum ve
  onları öldürüyordum.
 
 Ağaçlık bir yerde idim. Bir süvâri dönüp bana doğru gelmeye başlayınca, bir
  ağacın dibine oturdum. Sonra da, bir ok atıp onu öldürdüm. Bana yönelip de,
  öldürmediğim hiç bir atlı yoktu. Dağ yolu darlaşıp müşrikler, boğazın dar, ok
  yetişmez yerine girdikleri zaman, ben de, dağın üzerine çıktım ve onlara taş
  atmaya başladım.
 
 Allahın yarattığı mahlûklardan olup Resûlullah efendimize ait bulunan
  develeri ellerinden kurtarıp geriye alıncaya kadar onları ok ve taşa
  tutmaktan geri durmadım. Sonra da arkalarını bırakmadım. Onlara ok ve taş
  yağdırmaya devam ettim. Müşrikler benimle baş edemeyeceklerini anlayınca bir
  kısım develeri ve bir kısım mızrakları bırakıp kaçmak mecburiyetinde
  kaldılar.
 
 Canımıza tak
  dedirtti
 
 Bıraktıkları eşyayı, Resûlullah efendimiz tanısın diyerek işâret koyarak yol
  üzerinde bırakıyordum.
 
 Kaba kuşluk vakti olmuştu ki, Uyeyne bin Hısn el-Fezârî, baskıncı müşriklere
  yardıma gelmişti. Oturup kuşluk yemeklerini yemeye başladılar. Ben de, onların
  üst taraflarındaki küçük bir dağın tepesine çıkıp oturdum. Uyeyne onlara
  sordu:
 
 - Sizde görmüş olduğum bu perişan hâl nedir?
 
 Onlar da dediler ki:
 
 - Şu adam, canımıza tak dedirdi. Vallahi, seherden, sabahın karanlığından
  beri arkamızdan hiç ayrılmadı. Ellerimizdeki her şeyi bıraktırıncaya kadar
  bize ok yağdırdı.
 
 Uyeyne cevap verdi:
 
 - Onun gerisinde bıraktıklarınızı araştırmış olsaydınız, iyi olurdu.
  İçinizden birkaç kişi kalkıp ona doğru varsın!
 
 Uyeyne’nin emri üzerine dört kişi kalkıp Seleme’ye yaklaşmak için dağa
  tırmandılar. Bundan sonrasını Seleme şöyle anlatır:
 
 - Beni, tanıyor musunuz?
 
 - Hayır, Tanıyamadık! Sen, kimsin?
 
 - Ben, Seleme bin Ekvâ’yım! Allaha yemin ederim ki, ben, sizden
  yakalamak istediğim kimseye muhakkak yetişirim! Sizden, beni yakalamak
  isteyen kimse ise, bana aslâ yetişemez!
 
 İçlerinden birisi, onlara, “Ben de, onun böyle olduğunu sanıyorum!” deyince,
  geri dönüp gittiler.
 
 Şehîdlikle arama
  girme!
 
 Ben de, dağdan inip Ahrem’in önünü kestim ve atının gemini tutup dedim ki:
 
 - Ey Ahrem! Şu kavimden sakın! Resûlullah efendimizin sahâbîleri gelip
  kavuşuncaya kadar onların seni kalbinden vurup şehîd etmeyeceklerinden emîn
  değilim!
 
 Ahrem bana cevaben dedi ki:
 
 - Ey Seleme! Eğer sen, Allaha ve âhiret gününe inanıyor, Cenneti ve
  Cehennemi de, hak ve gerçek tanıyorsan, benimle şehîdlik arasına girme!
 
 Bunun üzerine atının gemini bıraktım. Sonra Ahrem atını haydutların üzerine
  pervasızca sürdü. Ancak müşriklerin attığı oklarla şehîd düştü.”
 
 Seleme bin Ekvâ der ki:
 
 Baskıncı müşriklerin yorup tepede bıraktıkları iki atı önüme katıp,
  Resûlullah efendimize getirirken amcam Âmir, bana bir tulum sulandırılmış süt
  ve bir tulum da su ile karşı geldi. Su ile abdest aldım, sütten de, içtim.
  Sonra, Peygamber efendimizin yanına geldim.
 
 Kendisi; baskıncı müşrikleri su içmekten men ettiğim suyun başında, Zû
  Kared’de idi. Yanında da beş yüz kişilik bir cemâ’at bulunuyordu.
 
 Yumuşak davran
 
 Ben ise, Resûlullah efendimizin süvârîlerinin geldiklerini görünceye kadar
  bulunduğum yerden ayrılmadım. Süvârîler, ağaçların arasına girmeye
  başlamışlardı. Onların ilki, Ahrem Muhriz el-Esedî idi. Onun arkasında
  Resûlullah efendimizin süvârîsi Ebû Katâde ve Mikdâd bin Esved vardı.
  Baskıncı müşrikler geri dönüp kaçtılar.
 
 Resûlullah efendimiz, baskıncı müşriklerin elinden kurtarıp geride bıraktığım
  develerle müşriklere bıraktırdığım her şeyi, bütün mızrakları ve kaftanları
  almış bulunuyordu. Dedim ki:
 
 - Yâ Resûlallah! Ben, onları, su içmekten men etmiştim. Onlar, şimdi çok
  susuzdurlar, çarpışacak güçte değiller. Yanıma yüz kişi verseniz de, onları
  sık boğaz edip develerden ellerinde kalanları da kurtarsam, onlardan kimseyi
  sağ bırakmadan öldürsem olmaz mı?
 
 Resûlullah efendimiz de bana sordular:
 
 - Ey Seleme! Ben, seni bıraksam, sen, bu dediğini yapabilir misin?
 
 - Evet! Seni, Peygamberlikle şereflendiren Allahü teâlâya yemin ederim ki,
  yapabilirim! Resûlullah efendimiz, gülümseyerek buyurdular ki:
 
 - Onlara, şimdi Benî Gatafanların toprağında ziyâfet çekiliyordur!
  Gücün yetti mi, yumuşak davran, bağışlayıcı ol, sertliği bırak!
 
 Seleme anlatır:
 
 “Gece Resûlullah efendimiz ve eshâbı, Bilâl-i Habeşî’nin pişirdiği etten
  yerken, Gatafanlardan bir adam çıkageldi ve dedi ki:
 
 - Filân kişi, onlar için bir deve boğazlatmıştı. Devenin derisini yüzdükleri
  sırada, uzaktan bir toz yükseldiğini gördüler. “Müslümanlar, sizin arkanızdan
  geliyor!” dediler ve kaçıp gittiler.
 
 Piyâdelerin
  hayırlısı
 
 Sabaha çıktığımız zaman, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
 
 - Bugün, süvârîlerimizin hayırlısı Ebû Katâde idi. Piyâdelerimizin hayırlısı
  da, Ebû Seleme olmuştur!
 
 Bunları söyledikten sonra bana, birisi süvârî, birisi de yaya hissesi olmak
  üzere, iki hisse verdi ve ikisini benim için birleştirdi.”
 
 Seleme diyor ki:
 
 “Açlık ve yorgunluğumu ancak sahâbîlere kavuştuğum zaman hissettim. Orada
  bulunan bir kırba sütü içip su ile de abdest alınca, ne açlığım, ne de
  yorgunluğum kalmadı.”
 
 Baskıncı müşriklerin sürüp götürdükleri yirmi deveden onu kurtarılmıştı. Geri
  kalan onu ise, kaçıp giden müşriklerin elinde kalmıştı.
 
 Seleme bin Ekvâ der ki:
 
 “Resûl-i ekrem efendimiz, beni devesinin terkisine almıştı. Medîne’ye dönülüp
  girilmek üzere bulunulduğu sırada idi ki, ensârdan, koşuda önüne geçilemeyen
  bir zât seslendi:
 
 - Medîne’ye kadar benimle koşu yarışı yapabilecek bir yarışçı yok mu?
 
 Su sözlerini tekrarlayıp durmaya başladı. Bu sözleri işitince, onca
  yorgunluğuma rağmen dedim ki:
 
 - Ne olur, yâ Resûlallah, bana izin ver de şununla yarışayım.
 
 Resûlullah buyurdu ki:
 
 - Yarışmak istiyorsan, yarış! Adama dedim ki:
 
 - Haydi sen, Medîne’ye doğru koş!
 
 Ben de, hemen deveden atladım. Ayaklarımı pekiştirerek koşmaya başladım.
  Nihayet, ona yetiştim. Onun iki küreği arasına ellerimle vurup dedim ki:
 
 - Vallahi, senin önüne geçildi!
 
 O da cevap verdi:
 
 - Ben de, öyle olduğunu sanıyorum!
 
 Böylece Medîne’ye kadar onun önünde koştum.”
 
 Suya kandık
 
 Seleme bin Ekvâ şöyle anlatır:
 
 “Bizler, Resûlullah efendimizin emrinde Hudeybiye’ye geldik. O gün yüzer
  kişilik ondört bölüktük. Kuyunun yanında, elli koyun da vardı. Kuyunun suyu bu
  koyunlara bile yetmiyordu.
 
 Resûlullah efendimiz kuyunun kıyısına oturup duâ etti. Derhal kuyunun
  dibinden su fışkırarak yükseldi. Biz orada hem koyunları suladık, hem de
  kendimiz suya kandık.”
 
 Seleme bundan sonraki hayatında birçok kahramanlıklar gösterdi. Hayatı
  boyunca yedisi Resûlullah ile birlikte olmak üzere 14 gazveye iştirak etti.
  Hepsinde de yiğitlik ve kahramanlık destanları yazdı.
 
 Birçok defa Resûlullahın iltifat ve duâlarına mazhar olan bu mübârek sahâbî,
  Medîne’de Hicretin 74. senesinde seksen yaşında iken vefât etti.
 |