| Önceleri
  kabîlesine uyarak, İslâm aleyhinde çalışan Amr bin Âs, sonra yaptıklarına
  pişman olarak Müslüman oldu. Yaptıklarını ve Müslüman olmasını kendisi şöyle
  anlatır: 
 Hendek savaşından döndükten sonra, ba'zı ileri gelen kişileri topladım.
  Onlara dedim ki:
 
 - Muhammed aleyhisselâm gün geçtikçe kuvvetleniyor. Kısa zamanda Mekke'yi ele
  geçirir. Bu yüzden sizlere Habeş hükümdârı Necâşî'ye sığınmayı teklif
  ediyorum. Biz, Necâşî'nin yanında bulunduğumuz sırada, Muhammed aleyhisselâm
  kavmimize galip gelirse, bizim, Necâşî'nin yanında olmamız, O'nun eli altında
  bulunmamızdan daha iyidir. Şâyet kavmimiz savaşı kazanırsa, geri döneriz.
 
 Necâşî'den onu
  isteyeceğim
 
 Bu teklifimi beğendiler ve Necâşî'ye vermek üzere hediyeler hazırladık.
  Necâşî'nin huzûruna vardığımızda, bizden önce Necâşî'nin yanına, Resûl-i
  ekremin elçisi Amr bin Ümeyye girdi. Resûl-i ekremin , Ümmü Habîbe binti Ebû
  Süfyân'ı kendisine nikâhlaması için gönderdiği bir mektubunu sundu.
 
 Amr bin Ümeyye dışarı çıktıktan sonra Necâşî'nin yanına girdim. Necâşî bana
  dedi ki:
 
 - Merhabâ! Hoş geldin ey dostum! Bana memleketinden bir şeyler hediye edecek
  misin?
 
 - Ey Hükümdâr! Sana çok miktarda deri getirdim, diyerek hediyeleri önüne
  koydum. Deriler, Necâşî'nin çok hoşuna gitti. Bu durumdan faydalanarak dedim
  ki:
 
 - Ey Hükümdâr! Huzûrundan çıkan birini gördüm. Onu teslim et, öldüreyim. O,
  bize düşman birisinin elçisidir ve eşrâfımızdan ba'zı kişileri öldürmüştür.
 
 Necâşî, benim bu sözlerime çok kızdı. Eliyle burnuma öyle bir vurdu ki,
  burnum kırıldı sandım ve fışkıran kan üzerimi berbat etti. Zillet ve
  mahcûbiyet içinde kaldım. O an yer yarılsaydı, utancımdan yerin dibine
  girerdim. Daha sonra kendimi toplayarak;
 
 - Ey Hükümdâr! Kızacağınızı bilseydim, böyle söylemezdim, dedim.
 
 O zaman bana dedi ki:
 
 - Ey Amr! Sen, Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâma gelmiş olan Cebrâil'in
  kendisine gelen bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi mi
  istiyorsun? Eğer onu öldürmüş olsaydın, vallahi sizden kimseyi sağ bırakmazdım.
  Hiç Resûl-i ekremin elçisi öldürülür mü?
 
 Kalbimi
  İslâmiyete açtı
 
 O anda, Allahü teâlâ kalbimi İslâmiyete açtı. Kendi kendime, "Arablar ve
  Arab olmayanlar bu gerçeği kabûl ettiği hâlde, sen hâlâ muhâlefet etmekte ve
  karşı koymaktasın. Yazıklar olsun sana" dedim. Sonra da Necâşî'ye
  sordum:
 
 - Ey Hükümdâr! O gerçekten bir peygamber midir? O'nun peygamber olduğuna
  şehâdet ediyor musun?
 
 - Ey Amr! Sana yazıklar olsun. Ben O'nun Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş
  bir resûl olduğuna şehâdet ediyorum. Sen sözümü dinle, hemen O'na tâbi ol!
  Zîrâ O, vallahi hak üzeredir ve Mûsâ aleyhisselâmın, Fir'avna ve ordusuna
  galip geldiği gibi, kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir.
 
 - Öyleyse, benim O'na bî'atimi kabûl eder misin?
 
 Bu sorum üzerine "Evet" deyince, elimi eline uzattım ve Kelime-i
  şehâdet getirerek Müslüman oldum.
 
 Müslüman olmanın verdiği bir haz ile kendimi kuş gibi hafif hissederek
  ayrıldım. Arkadaşlarımın yanına döndüm ve Müslüman olduğumu sakladım. Onlar
  bana sordular:
 
 - Dostun Necâşî'den istediğini alabildin mi?
 
 - Kendisiyle ilk görüşmemde bunu dile getirmeyi uygun bulmadım. Daha sonra
  gittiğimde söyleyeceğim.
 
 Müslüman olmayan
  kalmadı
 
 Sonra Amr bin Ümeyye'nin yanına gittim ve onunla kucaklaştım. Bir işimi
  bahâne ederek, geldiğim kişilerden ayrıldım. Limana giderek Şuaybe'ye giden
  kereste yüklü bir gemiye bindim. Şuaybe'ye gelince, gemiden inip, bir deve
  satın alarak, Medîne'ye gitmek için yola koyuldum. Merruzzahrân'ı geçtikten
  bir süre sonra yolda, Hâlid bin Velîd ve Osman bin Talhâ ile karşılaştım.
  Hâlid bin Velîd'e sordum:
 
 - Ey Ebû Süleymân! Nereye gidiyorsun?
 
 - Ey Amr! Tutulacak yol belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât muhakkak Allahın
  resûlüdür. Ben hemen gidip Müslüman olacağım. Aklı başında olan kimselerden
  Müslüman olmayan kalmadı. Bunun üzerine;
 
 - Ben de O'nun yanına gidiyorum, dedim.
 
 Hep birlikte orada konakladık. Sabah olunca Medîne'ye gitmek üzere yola
  çıktık. Ebû İnâbe kuyusunda bulunan bir zât;
 
 - Yâ Rebâh! Yâ Rebâh! diye bağırdı.
 
 O zâtın bu sözlerini hayra yorarak yolumuza devam ettik. O zât bize tekrar
  bakarak;
 
 - Mekke artık bu ikisinden sonra hâkimiyetini kaybetti, dedi.
 
 O zâtın bu sözüyle, beni ve Hâlid bin Velîd'i kasdettiğini anladım.
 
 Şartın nedir?
 
 Harre mevkiinde develerimizi çöktürdük. Üzerimize temiz elbiseler giydik. O
  arada ikindi ezânı okundu. Resûlullahın yanına gittik. Yüzü ayın on dördü
  gibi parlıyordu. Mü'minler etrafını sarmışlardı. Önce Hâlid bin Velîd bîât
  ederek Müslüman oldu. Sonra Osman bin Talhâ bîât ederek Müslüman oldu. O sırada
  kendimi birden Resûl-i ekremin önüne oturmuş buldum. Utancımdan dolayı yüzüne
  bakamıyordum.
 
 - Yâ Resûlallah! Sağ elinizi açınız da, size bîât edeyim, dedim.
 
 Server-i âlem elini açınca, ben elimi çektim. Bunun üzerine buyurdular ki:
 
 - Yâ Amr! Sana ne oldu?
 
 - Bîat için şart koşmak istiyorum.
 
 - Şartın nedir?
 
 - Yâ Resûlallah! Ben geçmişte olan günâhlarım bağışlanmak şartıyla size bîat
  edeceğim.
 
 Gelecek günâhlarım için magfiret taleb etmek aklıma gelmedi. Bunun üzerine
  Fahr-i âlem efendimiz buyurdu ki:
 
 - Ey Amr! Bîat et! Hiç şüphesiz ki, Müslüman olmakla, İslâmiyetten
  önce yapılanların hesâbı sorulmaz.
 
 Bîat ettiğim anda insanlardan hiç biri bana, Resûl-i ekremden daha sevgili ve
  O'ndan daha yüce olmamıştı. Vallahi, Müslüman olduktan sonra önemli işlerde
  Server-i âlem beni ve Hâlid bin Velîd'i diğer Eshâbından ayırmadı.
 
 Bir gün Amr bin Âs, Peygamber efendimize arz etti ki:
 
 - Yâ Resûlallah, nice müddettir, İslâmiyet sarayını yıkmaya kasdettim. Şimdi
  murâdım odur ki, İslâma geldiğim belli ola.
 
 Beyaz sancak
  bağladı
 
 Habîb-i kibriyâ buyurdu ki:
 
 - Yakında seni bir hizmete gönderirim.
 
 Bir süre sonra Resûl-i ekrem, Amr bin Âs'a;
 
 - Elbiseni giy, silâhını kuşan ve yanıma gel, buyurunca,
  derhal bu emri yerine getirerek huzûra vardı. Resûlullah efendimiz buyurdu
  ki:
 
 - Ey Amr! Seni ordunun başında gazâya göndereceğim. Allahü teâlâ sana
  selâmet ve ganîmet versin ve çok sâlih mal ile dön.
 
 - Yâ Resûlallah! Ben mal kazanmak için Müslüman olmadım. İslâma olan
  sevgimden dolayı Müslüman oldum.
 
 - Ey Amr! Sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir.
 
 Server-i âlem, Amr bin Âs için beyaz bir sancak bağladı ve ayrıca siyah bir
  bayrak verdi. Babasının dayıları olan Belî bin Ömer bin Lihaf kabîlesini
  İslâma da'vet etmesini, Müslümanlığı kabûl etmedikleri takdirde savaşmasını
  emir buyurdu.
 
 Amr bin Âs'ı; Süheyb bin Sinân, Sa'îd bin Zeyd, Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Sa'd
  bin Ubâde gibi Muhâcir ve Ensârın ileri gelenlerinden üç yüz sahâbînin başına
  geçirdi. Askerî birlikte otuz at vardı. Gündüzleri gizlenerek, geceleri ise
  hedefe doğru ilerliyerek, Zât-üs-Selâsil'e yaklaştılar. Burada, kâfirlerin
  başka kabîlelerle birleştiğini haber alan Amr bin Âs, durumu Resûlullah
  efendimize bildirdi.
 
 Fahr-i âlem efendimiz, Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ın emri altında, Hz. Ebû Bekir
  ve Hz. Ömer'in de bulunduğu bir birliği Amr bin Âs'a yardım için gönderdi.
  Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Amr bin Âs'ın yanına varınca, ona tâbi oldu.
 
 Mücâhidlerin gittiği bölge çok soğuktu. Isınmak için ateş yakmak istediler.
  Amr bin Âs karşı çıkarak dedi ki:
 
 - Kim ateş yakarsa, onu yaktığı ateşin içine atacağım.
 
 Onun bu sözleri Eshâbın çok ağrına gitti. Hz. Ömer, onun bu sözlerini
  işitince çok üzüldü ve yanına gitmek istedi. Hz. Ebû Bekir ona engel oldu:
 
 - Onu kendi hâline bırak. Resûl-i ekrem onu, savaştaki üstün bilgisi yüzünden
  bize kumandan tâyin etti.
 
 Bol ganimet
  topladılar
 
 Bu sözler üzerine Hz. Ömer sükût etti. Amr bin Âs, gece ve gündüz ilerleyip,
  Belî kabîlesine baskın ve akınlar yaptı. Önceleri güçlü bir ordu ile
  karşılaşmadı. Belî topraklarında bir müddet ilerledikten sonra, düşman
  ordusuyla karşılaşan Amr bin Âs'ın birliği, savaşa başladı. Tekbîr sesleriyle
  toplu hücûma geçen mücâhidler karşısında kâfirler pek az dayandılar ve
  kaçmaya başladılar. Mücâhidler onları tâkib etmek istedi ise de, Amr bin Âs izin
  vermedi ve gazâda çok sayıda esir ve ganîmet ele geçirildi.
 
 Medîne'ye döndüklerinde, mücâhidlere ateş yaktırmama konusu Resûl-i ekreme
  intikâl etti. Bunun üzerine Amr bin Âs dedi ki:
 
 - Ey Allahın Resûlü! Müslümanların sayısı az idi. Düşmanın, yanan ateşe
  bakarak, onları az görmesinden korktum. Kâfirleri tâkib etmekten onları
  menettim. Zîrâ pusu kurulmasından, pusuya düşürülmekten çekindim.
 
 Amr bin Âs'ın bu davranışı Resûl-i ekremin hoşuna gitti.
 
 Mekke'nin fethinden sonra Resûl-i ekrem ba'zı hükümdârlara, İslâma da'vet
  eden mektuplar gönderdi. Ummân'a, Amr bin Âs'ı ve beraberinde Kur'ân-ı kerîmi
  çok güzel okuyan hâfızlardan Ebû Zeyd-ül-Ensârî'yi gönderdi.
 
 Amr bin Âs ile Ebû Zeyd, Ummân sultânı Ceyfer ile kardeşi Abdi'yi, deniz
  kıyısındaki Suhar'da buldular. Amr bin Âs, Ceyfer ve kardeşi Abdi ile
  buluşmasını şöyle anlatır:
 
 Nelere da'vet
  ediyorsun?
 
 Ummân'a vardığım zaman, önce Abdi ile görüşmek istedim. Zîrâ o, ağabeyinden
  daha candan idi. Ona dedim ki:
 
 - Ben, Allahü teâlânın kulu ve resûlü olan Muhammed aleyhisselâmın sana ve
  kardeşine gönderdiği elçiyim.
 
 - Ağabeyim yaş ve saltanat bakımından benden önde gelir. Ben seni ona
  götüreyim. Getirdiğin mektubu o okusun, dedi. Sonra aramızda şu konuşma
  geçti:
 
 - Ey Amr! Sen kavminin büyüğü olan bir zâtın oğlusun. Baban bu husûsta nasıl
  davrandı? Şüphesiz, o bize bu yolda bir misâl olabilir?
 
 - Ben, onun da Müslüman olmasını ve Muhammed aleyhisselâma tâbi olmasını çok
  arzû ederdim. Ben de önceleri O'na karşı idim. Nihâyet, Allahü teâlâ benim
  kalbime îmân nûrunu yerleştirdi.
 
 - Ne zaman ve nerede Müslüman oldun?
 
 - Kısa bir zaman önce Necâşî'nin huzûrunda Müslüman oldum. Necâşî de
  Müslüman oldu.
 
 - Peygamberiniz neleri emrediyor, nelerden sakındırıyor? Onları bana bildir.
 
 - Allahü teâlânın emirlerine uymayı emrediyor. O'na karşı gelmekten
  ve âsî olmaktan sakındırıyor. İyiliği, akrabâ haklarını gözetmeyi emrediyor.
  Zulmü, haksızlığı, zinâyı, taşlara, putlara tapmayı yasaklıyor.
 
 - O'nun dâvet ettiği şeyler ne kadar güzel! Ağabeyim beni dinlese de, bana
  uysa da, gidip Muhammed aleyhisselâma îmân etsek ne kadar iyi olurdu. Fakat
  o, saltanata düşkündür.
 
 - Eğer o Müslüman olursa, Resûl-i ekrem yine onu kavmine sultan yapar.
  Zenginlerinden zekât alır, fakirlerine ve yoksullarına verir.
 
 - Hiç şüphesiz, bu da güzel ahlâktır!
 
 Ayakları altında
  çiğnenirsin
 
 Bu görüşmemizden sonra Ceyfer'in huzûruna girmek için günlerce bekledim.
  Abdi; benden öğrendiklerini ağabeyine iletiyordu. Bir süre sonra Ceyfer beni
  yanına çağırdı. Huzûruna girince, Resûl-i ekremin mührünü taşıyan mektubu
  verdim. Mektubu okuyan Ceyfer, daha sonra okuması için kardeşine verdi. Abdi
  de mektubu okudu. Ceyfer, Kureyşlilerin bu durum karşısında ne yaptığını ve
  O'nun yanında bulunanların kimler olduğunu sordu. Ben de dedim ki:
 
 - Bir kısmı İslâmiyeti benimseyerek, bir kısmı da cizye vererek kılıç zoru
  ile O'na tâbi oldular. Allahü teâlânın hidâyeti ile akılları başlarına gelip,
  dalâlet içinde bulunduklarını anlamış, İslâmiyete gönül vermiş ve Resûlullahı
  başka şeylere tercih etmemiş olanlar, O'nun yanında bulunurlar.
 
 Eğer sen bugün, İslâmiyeti kabûl etmez, Resûl-i ekreme uymazsan, mücâhid
  ordularının ayakları altında çiğnenirsin. Halkın darmadağın olur. İslâmiyeti
  kabûl ederek selâmete er! Yine kavminin hükümdârı olursun. İslâm orduları
  senin topraklarına gelmez.
 
 Ceyfer şöyle cevap verdi:
 
 - Sen bugün, beni kendi hâlime bırak, yarın yine yanıma gel.
 
 Bir süre sonra Ceyfer'in huzûruna kardeşi vâsıtasıyla tekrar kabûl edildim.
  Ceyfer bana dedi ki:
 
 - Da'vetin üzerine düşündüm. Şâyet saltanatımı başka birisine bırakırsam,
  Arabların en zayıfı ve düşkünü olurum.
 
 - O zaman yarın ben memleketime dönüyorum.
 
 Gideceğimi anlayan Abdi, ağabeyine dedi ki:
 
 - Biz bu konuda O'na üstün gelemeyiz. Kendilerine elçi gönderdiği
  hükümdârların bir çoğu O'nun da'vetine icâbet etti.
 
 Allahü teâlâdan
  uzak değilsin
 
 Ertesi gün, Ceyfer beni tekrar huzûruna da'vet etti. Huzûra girince aramızda
  şöyle bir konuşma geçti:
 
 - Ey Ceyfer! Sen bizden uzak bulunuyorsan da, Allahü teâlâdan uzak değilsin.
  Seni yaratan Allahü teâlâ, yalnız kendisine ibâdet etmene, ibâdet ederken
  O'na ortak koşmamana lâyıktır. Şunu bil ki, sen ölü bir hâlde iken, O seni
  diri kıldı. Seni tekrar eski hâline döndürecek ve kıyâmet günü tekrar
  diriltecektir.
 
 Muhammed aleyhisselâm, dünya ve âhıret saâdetine kavuşturacak bir din
  getirdi. Âhırette ecir ve mükâfat isteyen, O'nun yoluna sarılır. Nefsinin
  arzû ve isteklerine uyan ise bu yoldan ayrılır. İyi düşün ki, O'nun
  getirdikleri, hiç insanların söylediklerine benziyor mu? Eğer benzese idi,
  açıkça görülürdü. Sen bu husûsta serbestsin,
 
 - Vallahi, ben Muhammed aleyhisselâmın hayır ve iyilik adıyla emredeceği
  şeyleri yapacak, yerine getirecek olanların ilki olacağım. O'nun
  yasaklayacağı şeyleri bırakacak olanların başında yine ben geleceğim. Verilen
  söz yerine getirilecek. Ben şehâdet ederim ki; Allahü teâlâ birdir ve
  Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve Resûlüdür.
 
 Ceyfer böyle diyerek Müslüman oldu.
 
 Yanında bulunan kardeşi Abdi de derhal Müslüman oldu. Sonra orada bulunan
  bütün Arabları İslâmiyete da'vet ettiler. Onlar da bu da'veti seve seve kabûl
  ettiler.
 
 Umman halkı Müslüman olunca, Resûlullah efendimiz Amr bin Âs'ı Umman'a vâli
  tâyin etti. Resûl-i ekremin vefâtına kadar vazifede kaldı.
 
 Siz akıllı
  adamdınız
 
 Amr bin Âs, İslâmiyeti kabûl ettikten sonra, eski hatâlarına çok pişman oldu.
  İslâma hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı şiddetle arzû etti. Böylece
  İslâm dîninin yiğit bir mücâhidi oldu. Birisi, Amr bin Âs'a sordu:
 
 - Siz akıllı adamdınız. Niçin İslâma girmekte geciktiniz?
 
 - Biz yaş ve bilgi bakımından, bizden üstün kabûl edilen insanlarla
  beraberdik. Onlar, Resûlullah efendimiz Peygamber olarak gönderilince, O'nu
  kabûl etmediler. Biz de onlara tâbi olduk.
 
 Onlar gidip, sıra bize gelince, düşündük, inceledik, hakkın çok açık olduğunu
  gördük. Böylece İslâmiyet kalbime yerleşti. Resûlullah efendimizin, iyilik
  yapana öldükten sonra iyilik, kötülük yapana kötülük yapılacağı, sözünü
  içimde doğru buldum. Bozuk ve bâtıl olan bir şeye devamda, hiç bir fayda
  görmedim.
 
 Amr bin Âs, Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti sırasında, önce Umman'daki mürtedleri,
  sonra Benî Kudaa mürtedlerini yola getirdi. Bundan sonra Hz. Ebû Bekir
  tarafından Şam'ın fethine gönderildi. Başkumandan Hâlid bin Velîd'in
  idâresinde cereyan eden Yermük Muharebesinde büyük kahramanlıklar gösterdi ve
  Şerahbil bin Hasene ile beraber ordunun sağ kanadını idâre etti.
 
 Ecnadin zaferi
 
 Yermük Muharebesi, İslâm ordusunun zaferiyle bitti. Bu savaşta Müslümanlar
  250 bin kişilik Rum ordusunu büyük bir hezîmete uğrattı.
 
 Amr bin Âs, Ecnadin'de büyük bir Rum ordusunu bozguna uğrattı. Bütün Filistin
  ve Ürdün'ü elegeçirdi. Hz. Ömer'in halîfeliği sırasında Filistin vâliliğine
  ta'yin edildi.
 
 Bir süre sonra Amr bin Âs, halîfe Hz. Ömer'den Mısır'ın fethi için izin
  istedi. İzin verilmesi üzerine hazırlıklara başladı. Yezid bin Ebû Süfyân,
  Amr bin Rebîa ve Müslüman olan Haleb'in eski vâlisi Yukanna da, 4.000 kişilik
  kuvveti ile İslâm ordusuna katılmıştı.
 
 Amr bin Âs, ordusuyla önce Ferema şehrini fethetti. Sonra Bilbis'i ele
  geçirdi. Sonra, Tendonyas şehrine yürüdü. Şehrin yakınına vardıkları zaman,
  Mısır veliahtından elçi geldiğini gördüler. Gelen elçi, veliahtın kendisine
  elçi gönderilmesini, böylece sulh yapabileceğini söyleyince; Amr bin Âs
  birkaç lisan bilen Verdân adındaki Remleli hizmetçisini alarak yola çıktı.
  Saraya varınca, zırhlı ve silahlı askerlerin saf tuttuklarını gördü.
 
 Amr bin Âs, kılıcını kuşanmış ve at üzerinde içeri girmek isteyince,
  nöbetçiler mâni olmaya kalkıştılar. Bu durum karşısında Amr bin Âs dedi ki:
 
 - Veliahtınız bu şekilde kabûl ederse ne âlâ, yoksa geri dönüp
  giderim. Biz Müslümanlar müşrikler için atımızdan inmeyiz. Buraya gelmemizi
  veliaht istedi. Değilse bizim herhangi bir isteğimiz yoktu.
 
 Askerler, Amr bin Âs'ın sözlerini haber verince, Veliaht Arsütalis emir
  verdi:
 
 - Bırakınız, istediği gibi girsin!
 
 Birkaç dünya
  menfaati
 
 Nöbetçiler, Amr bin Âs'a, ne şekilde isterse öyle girebileceğini söylediler.
  Amr bin Âs, veliahtın bulunduğu avluya atı üzerinde girdi. Burada
  nöbetçilerin, kumandanların ve veliahtın tahtının bulunduğunu gördü. Hepsi
  gâyet güzel ve zînetli giyinmişlerdi. Amr bin Âs onları böyle görünce
  tebessüm etti:
 
 (Size dünyada verilen şeyler, tekrar geri alınacak birkaç dünya
  menfaatidir. Hâlbuki Allahü teâlânın vahdaniyetine îmân edip işlerinde O'na
  tevekkül edenler için, Allahü teâlâ indinde olan şeyler daha hayırlı ve
  bâkidir, dâimidir) [Şurâ: 36] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve
  atından indi.
 
 Bir eli atının dizgininde, diğeri de kılıcında idi. Yanlarına yürüyerek dört
  bir taraftaki süslere bakıp;
 
 (Eğer insanlar kâfirlerin dünyadaki refahına bakarak hırslanmasalar
  ve bu yüzden küfre rağbet etmeseler ve böylece tek bir ümmet hâline
  gelmeyecek olsalardı, biz O Rahmân'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten
  tavanlar ve üzerinde çıkacakları merdivenler yapardık) [Zuhrûf: 33]
  meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.
 
 Amr bin Âs veliahtın huzûruna girince, veliaht dedi ki:
 
 - Ey Arab kardeş! Siz bizden ne istiyorsunuz? Bize kasdedenler dâimâ elleri
  boş olarak, hezîmete uğrayarak dönmüşlerdir. Hem bize başka yerlerden de
  yardım gelecektir.
 
 Biz ordulardan
  korkmayız
 
 Amr bin Âs buna karşı şu cevabı verdi:
 
 - Bizler, kalabalık ordulardan korkmayız. Çünkü Allahü teâlâ, bize yardımını,
  zaferi ve bizi yeryüzünün vârisleri kılacağını vâdeyledi. Şimdi sizi şu üç
  şeye da'vet ediyoruz: Ya Îslâmı kabûl edersiniz, ya cizye verirsiniz, yâhut
  muhârebe ederiz.
 
 - Biz melik Mukavkıs'la meşveret etmedikçe bir işe karar vermeyiz. Fakat, ey
  Arab kardeş! Senin arkadaşların arasında senden daha cesûr ve lisânı daha
  fasih birisinin olacağını zannetmiyoruz.
 
 - Arkadaşlarım arasında en fasih konuşamayan benim. Eğer onlardan birisinin
  konuşmasını görseydiniz, benimle aslâ mukâyese kabûl etmeyecek kadar ilerde
  olduğunu görürdünüz.
 
 - Bu mümkün değil. Onlar arasında senin gibi birisi bulunamaz.
 
 - Ben melik'e, onlardan on tanesini getirebilirim. Ancak onlar mektupla
  gelmezler. Melik isterse, ben gider onları getiririm.
 
 Veliaht, Amr bin Âs'ın bu sözleri üzerine yanındakilere dönerek Kıptî diliyle
  dedi ki:
 
 - Onlar geldiklerinde hepsini yakalar, salmayız. Böylece on bir kişi
  yakalamak, bir kişiyi yakalamaktan daha iyidir.
 
 Amr bin Âs'ın hizmetçisi Verdân, başka bir lisân ile konuşulanları Amr bin
  Âs'a anlattı. Bu arada durum melik'e bildirildi. Melik; Amr bin Âs'a dedi ki:
 
 - Git, gecikmeden gel.
 
 Amr bin Âs atına bindi ve hızla şehrin dışına çıktı. Amr bin Âs'ın selâmetle
  dönmesinden dolayı mücâhidler Allahü teâlâya hamd ettiler.
 
 Ertesi sabah veliahtın elçisi gelip;
 
 - Seni ve diğer on kişiyi veliaht bekliyor, dedi.
 
 Bunun üzerine Amr bin Âs hazretleri buyurdu ki:
 
 - Hâinlik, onu ve ehlini helâk edecektir. Azgınların ve haddini
  aşanların başına çok belâ ve musîbet gelir. Melikinize yazıklar olsun. Hem
  bizden elçi istedi, hem de yanına gidince, beni öldürmek istedi. Hakkımda şöyle
  şöyle konuştu. Şimdi, seni öldürmek istesem, öldürürüm. Fakat biz hâinlerden
  değiliz. Sâhibine dön. Ona hakkımda konuştuklarının hepsinden haberdâr
  olduğumu söyle. Artık aramızda harbden başka yapılacak bir şey kalmadı.
 
 En üstün ve
  kıymetli şey
 
 Elçi, melikin yanına döndü. Amr bin Âs'ın dediklerini olduğu gibi anlattı.
 
 Bundan sonra yapılan savaşlar neticesinde Mısır'ın tamamı, İslâm topraklarına
  katıldı. Sonra, Kuzey Afrika'ya yönelerek, Trablusgarb ve Siyre'yi feth etti
  ve Mısır vâlisi tâyin edildi. Hz. Osman zamanına kadar bu vazîfede kalan Amr
  bin Âs, sonunda halîfenin müşâviri oldu.
 
 Amr bin Âs hazretlerinin, 664 senesinde, ölüm döşeğinde son sözleri şunlar
  oldu:
 
 Allahım! Sen emrettin, biz emrine isyân ettik. Sen nehyettin biz
  tersini yaptık. Affına sığınırız. Allahım! Sen bize yardım et. Suçluyum.
  Özürümü kabûl et. Senden af diliyorum. Senden başka ilâh yoktur.
 |