| Berâ bin
  Âzib, Resûlullahın hicretinden önce Medîne-i münevverede küçük yaşta iken
  Müslüman oldu. Babası Âzib de Sahâbî idi. Dînî hükümleri Peygamberimizden
  önce hicret eden Eshâb-ı kirâmdan ve babasından öğrendi. Hz. Berâ,
  Resûlullahın ve diğer sahâbenin hicretlerini şöyle anlatıyor: 
 Medîne halkının sevinci
 
 "Resûlullahın
  Eshâbından Medîne'ye ilk gelenler, Mus'ab bin Umeyr ile Abdullah İbni Ümmi
  Mektûm idi. Bunlar Medîne'deki Müslümanlara Kur'ân-ı kerîm okutuyorlardı.
  Sonra Bilâl-i Habeşî, Sa'd bin Ebi Vakkâs, Ammâr bin Yâser hicret ettiler.
  Bunlardan sonra Hz. Ömer yirmi kişi ile birlikte geldi.
 
 Nihayet Resûlullah efendimiz Medîne'ye hicret ettiler. İşte bu anda Medîne
  halkının Resûlullahın teşrifine sevindiği kadar, hiçbir şeye sevindiğini
  görmedim. Ben de Peygamberimiz gelmeden az önce uzun sûrelerden sayılan
  sûrelerle beraber "Sebbihisme Rabbike'l-a'lâ"
  sûresini okumuştum."
 
 Berâ bin Âzib, Resûlullah ile beraber onbeş savaşta bulundu. Bedir harbinde
  çocuk yaşta idi. Bu hususta kendisi demiştir ki:
 
 - Resûlullah efendimiz ben ve İbni Ömer küçük yaşta olduğumuz için bizi Bedir
  savaşına göndermedi.
 
 Hz. Berâ, kıblenin Ka'be'ye çevrilmesini bildiren sahâbîdir. Şöyle anlatıyor:
 
 Resûlullah efendimiz Medîne'ye teşrif ettikleri zaman onaltı veya onyedi ay
  kadar Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kıldı. Allahü teâlânın emriyle kıble
  Ka'be'ye doğru oldu. Peygamberimizin Ka'be-i Muazzamaya doğru kıldırdığı ilk
  namaz ikindi namazı idi.
 
 Peygamberimizle namaz kılanlardan birisi mescidden çıktı. Yolda giderken bir
  mescidde cemâ'atle namaz kılanlara rastladı ki, onlar rükü'da idiler. Onlara:
 
 - Resûlullah efendimizle beraber Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için
  şehâdet ederim, deyince, namazlarını bozmadan oldukları gibi Ka'be-i
  Muazzamaya döndüler.
 
 Peygamberimiz Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılarken Yahûdîlerle diğer Ehl-i
  Kitâb bundan hoşlanırdı. Kıble değişip yüzünü Beyt-i şerîfe doğru döndürünce
  bunu beğenmediler.
 
 Kıble değişmeden önce Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılıp, vefât eden kimseler
  vardı. Bunlarla ilgili olarak Allahü teâlâ; "Allah sizin
  îmânınızı, ibâdetinizi boşa çıkarmaz" [Bekara:143] meâlindeki
  âyet-i kerîmeyi indirdi.
 
 Önce Müslüman ol
 
 Hz. Berâ, Uhud harbinde
  meydana gelen bir hâdiseyi şöyle naklediyor:
 
 Uhud harbinde yüzü zırh ile örtülü bir kişi Peygamber efendimize gelerek arz
  etti:
 
 - Yâ Resûlallah! Şimdi harb edeyim de sonra mı Müslüman olayım, yoksa hemen
  mi?
 
 Resûlullah buyurdu ki:
 
 - Önce Müslüman ol, sonra harb et!
 
 O kimse Müslüman oldu. Sonra harbe girerek şehîd oldu. Bunun üzerine
  Resûlullah efendimiz:
 
 - Az iş yaptı, fakat çok sevâb kazandı, buyurdu.
 
 Berâ bin Âzib buyuruyor ki:
 
 Birgün Resûlullah efendimiz ile beraber Ensârdan bir zâtın cenâzesine gitmiştik.
  Resûl-i ekrem mübârek başı öne eğik olarak mezarın başına oturarak üç defa;
 
 - Yâ Rabbî! Kabir azâbından sana sığınırım, dedikten sonra
  şunları anlattılar:
 
 Bütün kapılar açılır
 
 Mü'min öleceği zaman Allahü
  teâlâ, yanlarında kefen ve güzel koku bulunan, yüzleri güneş gibi parlayan
  melekleri gönderir. Onlar bu mü'minin göreceği bir yerde beklerler. Rûhunu
  teslim ettiği zaman yer ile gök arasındaki ve göklerdeki bütün melekler onun
  için istigfâr edip, Allahü teâlâya, onun bütün günâhlarını affetmesi için duâ
  ederler. Göklerin bütün kapıları kendisi için açılır, her kapı kendisinden
  geçmesini ister.
 
 Rûhu Allahü teâlânın huzuruna çıktığı zaman, melekler derler ki:
 
 - Yâ Rabbî! Bu filân kulunun rûhudur.
 
 Allahü teâlâ buyurur ki:
 
 - Onu geri çevirin ve onun için hazırladığım mükâfât ve ihsânları
  kendisine gösterin. Çünkü ben ona vâdettim: (Sizi topraktan yarattım ve
  tekrar toprak yapacağım, tekrar topraktan çıkaracağım.) [Tâhâ: 55]
 
 Rûh kabrine döner ve hattâ kendisini defnedip dağılanların ayak seslerini
  dahî duyar. Meleklerle aralarında şu konuşma geçer:
 
 - Rabbin kimdir?
 
 - Rabbim Allahtır.
 
 - Dînin nedir?
 
 - Dînim İslâmdır.
 
 - Size doğru yolu göstermek üzere Allah tarafından gönderilen zât kimdir?
 
 - O zât Muhammed aleyhisselâmdır.
 
 Bu cevabı verince birisi:
 
 - Doğru söyledin, der.
 
 İşte bu, Allahü teâlânın buyurduğu, (Allah îmân edenlere dünya ve
  âhiret hayâtında o kararlı sözlerinde dâimâ sebât ihsân eder)
  [İbrahim: 27] sözün ma'nâsıdır.
 
 Sonra karşısına yüzü, elbisesi ve kokusu güzel birisi gelir ve der ki:
 
 - Ni'metleri devamlı olan Allahü teâlânın Cennet ve rahmeti ile sana müjdeler
  olsun.
 
 Cennetten kapı açın
 
 Mü'min kimse sorar:
 
 - Allah sana hayırlı karşılıklar versin, sen kimsin?
 
 - Ben senin dünyadaki iyi amellerinim. Sen dâimâ Allaha ibâdet etmek için
  koşar, isyâna ise, yaklaşmazdın. Bunun için Allahü teâlâ seni hayırlı, güzel
  ni'metlerle mükâfatlandırdı.
 
 Bundan sonra birisi der ki:
 
 - Buna Cennetten bir döşek getirin ve Cennetten kabrine bir kapı açın.
 
 Bir döşek getirilir ve Cennete doğru bir kapı açılır. O mü'min de der ki:
 
 - Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk getir de bir an önce âileme, çocuklarıma
  kavuşayım.
 
 Kâfirler, dünyadan alâkasını kesip öleceği zaman, şiddetli azâb yapan
  melekler, ateşten elbise ve katrandan gömleklerle karşısında dururlar. Rûhu
  çıktığı zaman yer ve gökteki bütün melekler kendisine la'net ederler.
  Göklerin kapıları kapanarak hiçbir kapı onun habis, kötü rûhunun kendisinden
  geçmesini istemez. Böylece rûhu geri döndürülür.
 
 Büyük azâbı
  gösterin!
 
 Melekler derler ki:
 
 - Yâ Rabbî! Bu falan kulunun rûhudur, yerler ve gökler bunu kabûl etmiyorlar.
 
 Allahü teâlâ buyurur ki:
 
 - Onu geri çevirin ve ona hazırladığım büyük azâbı gösterin. Çünkü
  ona da; "Sizi topraktan yarattım, yine toprağa iade edeceğim ve tekrar
  topraktan çıkaracağım" diye va'dettim.
 
 Sonra rûhu mezarına götürülür. Hattâ mezarının yanından dağılmakta olanların
  ayak seslerini de işitir. Ona da melekler sorar:
 
 - Rabbin kim, Peygamberin kim ve dinin nedir?
 
 O kâfir kimse de der ki:
 
 - Bilmiyorum.
 
 Bundan sonra çirkin elbiseli, pis kokulu ve vahşi yüzlü birisi gelip
  karşısına dikilerek der ki:
 
 - Allahın gadabı ve sonsuz azâbı sana müjde olsun.
 
 - Sen kimsin?
 
 - Ben senin dünyada iken yaptığın çirkin amelinim. Sen kötülüğe, Allahü
  teâlâya isyâna koşa koşa giderdin, fakat ibâdete ve tâate gevşek davranır,
  yapmazdın. İşte bugün Allahü teâlâ kötülüğünün ve küfrünün cezâsını sana
  çektirecek.
 
 Sonra gözleri görmeyen, konuşamayan ve kulakları duymayan bir melek onu
  yakalar. Onun için demirden bir tokmak hazırlanır. Bütün insanlar ve cin
  toplansalar onu yerinden kaldıramazlar. Hattâ dağlara vurulsa, kül ve toprak
  hâline getirir. Bununla kendisine bir kere vurulduğu zaman parçalanır, kül
  hâline gelir. Tekrar dirilir ve alnına öyle şiddetli vurulur ki, insan ve
  cinden başka yeryüzündeki bütün mahlûklar onun bağırmasını işitirler. Sonra
  bir melek seslenir:
 
 - Buna ateşten iki demir levha getirin ve mezarından da Cehenneme doğru bir
  kapı açın!
 
 Hemen onun kabrine ateşten iki demir levha döşenir ve Cehennemden de bir kapı
  açılır.
 
 Cennete götüren amel
 
 Berâ bin Âzib diyor ki:
 
 Bir köylü, Resûlullaha gelip dedi ki:
 
 - Yâ Resûlallah! Beni Cennete götürecek bir ameli bana öğret.
 
 Peygamberimiz bunun üzerine buyurdu ki:
 
 - Aç kimseleri doyur, susuz olana su ver, emr-i ma'rûf ve nehy-i
  münker yap, ya'nî Allahü teâlânın emirlerini, iyi amelleri insanlara öğret,
  harâm ve yasak olan kötü şeyleri de insanlardan men et. Bunlara gücün
  yetmezse hayırlı, güzel olmayan sözlerden dilini sakındır.
 
 Berâ bin Âzib, Medîne'nin etrafına harb için hendek kazılırken, Resûlullahın
  hâlini şöyle anlatır:
 
 Resûl-i ekremi hendek kazıldığı esnâda bizimle birlikte toprak taşırken
  gördüm. Kucağında taşıdığı toprak, mübârek karnının beyazlığını örtmüştü. Bu
  sırada Abdullah bin Revâha veya Âmir bin Ekva'nın bir şiirini söylüyordu.
 
 "Yâ Rabbî! Sen bize hidâyet etmemiş ve doğru yolu gösterip bize
  rahmet etmemiş olsaydın, biz muhakkak dalâlette kalırdık. Üzerimize hücum
  eden kâfirler, sakındığımız fitne ve fesâdı bize ulaştırmak istedikleri ve
  bizimle karşılaştıkları zaman, Sen bizim kalblerimize sabır ve rahatlık ver,
  bizi onlara karşı güçlü yap!"
 
 Su fışkırdı
 
 Yine Hz. Berâ,
  Peygamberimizin Hudeybiye'deki mu'cizesini şöyle bildiriyor:
 
 Hudeybiye'de bir kuyu vardı. Biz buraya gelince kuyunun suyunu tamamen
  çekerek bir damla su bırakmamıştık. Bu hâl, Resûlullaha arz edilince kuyunun
  yanına gelip kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kap istedi.
  Getirilen su ile abdest aldı. Sonra ağzını çalkaladı. Yavaşça duâ edip,
  abdest ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Kuyuyu Resûlullahın emri ile kısa bir
  müddet bu hâlde bıraktık. Bir müddet sonra kuyuda istediğimiz kadar su hâsıl
  oldu. Biz ve hayvanlarımız gidinceye kadar suya kandık.
 
 Hz. Berâ buyurdu ki:
 
 Resûlullahı yatsı namazında Tin sûresini okurken dinledim. Daha önce ondan
  güzel sesli hiçbir kimseyi dinlememiştim.
 
 Bir defasında Resûlullah efendimiz Berâ bin Âzib'e buyurdu ki:
 
 - Yatacağın zaman önce abdest al. Sonra sağ tarafına uzanıp yat ve
  şöyle duâ et: Allahümme innî eslemtü vechî ileyke ve fevvedtü emrî ileyke ve
  elce'tü zahrî ileyke ragbeten ve rehbeten ileyke lâ melcee velâ mencâ minke
  illâ ileyke. Âmentü bikitâbikellezî enzelte ve binebiyyikellezî erselte.
 
 Yâ Berâ! Bunlar son sözün olsun. Şâyet bu gece içinde ölecek olursan
  Müslüman olarak ölmüş olursun.
 
 Yedi şeyi emretti
 
 Berâ bin Âzib buyurdu ki:
 
 Resûlullah efendimiz bize yedi şeyi emredip, yedi şeyi de yasakladı.
  Emrettikleri:
 
 Birincisi, cenâzeye katılıp kabre kadar gitmek. İkincisi, hastaları ziyâret
  etmek. Üçüncüsü, da'vete icâbet etmek. Dördüncüsü, mazluma yardım etmek.
  Beşincisi, yeminin gereğini yapmak. Altıncısı, selâma cevap vermek.
  Yedincisi, aksırdığında Elhamdülillah diyene, Yerhamükellah demek.
  Yasakladıkları:
 
 Birincisi, gümüş kap kullanmak. İkincisi, altın yüzük takmak. Üçüncüsü,
  erkeklerin ipekli elbise giymesi. Dördüncüsü, erkeklerin ipekli dîbâ
  giymeleri. Beşincisi, erkeklerin ipek ibrişimli elbise giymeleri. Altıncısı,
  kalın ipek kullanmak. Yedincisi, ipek yatak kullanmak.
 
 Berâ bin Âzib hayatının son zamanlarında Kûfe'ye yerleşti. 691 yılında Mus'ab
  bin Zübeyr zamanında burada vefât etti. Ölünceye kadar burada fıkıh ve
  hadîs-i şerîf öğretti.
 |