| Huzeyfe
  bin Yemân hazretleri şöyle anlatıyor:
 "Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece
  yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak Resûlullahın yanında idik. Öyle bir
  gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli
  karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye
  başlamıştı.
 
 Ok ve taş atma
 
 Bu sırada müşrik ordusu,
  telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber
  efendimiz bize onların bu hâlini haber verdi. Resûluluh efendimiz gece bir
  miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve açlıktan iki dizim
  üzerine çöküp büzülerek oturuyordum. Bana dokunarak buyurdu ki:
 
 - Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar
  onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp
  gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip,
  işkenceye de uğramayacaksın.
 
 Resûlullahın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar gelmeyecek.
  Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım. Resûlullah efendimiz benim
  için duâ etti:
 
 - Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden,
  altından koru!
 
 Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi
  içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihâyet
  müşriklerin ordugâhına vardım. Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş
  yakmışlar, başında ısınıyorlardı. Ebû Süfyân daha o zaman Müslüman olmamıştı.
 
 Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi. Ok çantamdan bir ok çıkarıp,
  yayıma yerleştirdim. Ateşin ışığından faydalanarak onu vurmak istedim. Tam
  atacağım sırada Resûlullahın, "Benim yanıma dönüp gelinceye
  kadar bir hâdise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve
  onu öldürmekten vazgeçtim.
 
 Bundan sonra kendimde kuvvetli bir cesâret buldum. Müşriklerin yanına sokulup
  ateşin başına oturdum. Görülmemiş derecedeki şiddetli rüzgâr ve Alllahü
  teâlânın görülmeyen ordusu melekler, onlara yapacağını yapıyordu. Rüzgârda,
  kap kacakları devriliyor, ateşleri ve ışıkları sönüyor, çadırları başlarına
  yıkılıyordu. Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp dedi
  ki:
 
 - İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat ediniz, herkes
  yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes yanında oturanın elini tutsun!
 
 Durulacak yerde
  değilsiniz
 
 Ebû Süfyân, aralarına bir
  yabancının girdiğini sezer gibi olmuştu. Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve
  solumda bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce isimlerini sordum.
  Böylece tanınmamı engelledim. Nihayet Ebû Süfyân:
 
 - Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz. Atlar, develer
  kırılmaya, ölmeye başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Rüzgârdan, başımıza
  gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz. İşte ben gidiyorum, diyerek
  devesine bindi.
 
 Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye doğru hareket etti.
  Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum.
 
 Müşrik ordusu çekip gidince, ben de Resûlullahın yanına döndüm. Yolun
  yarısına geldiğimde karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvâri şeklinde
  melekler çıktı. Bana dedilir ki:
 
 - Resûlullaha haber ver. Allahü teâlâ düşmanı perişan etti!
 
 Resûlullahın yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Fakat ben
  döner dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâlim tekrar başlamıştı.
 
 Huzeyfe bin Yemân, Eshâb-ı kirâm arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla
  meşhurdur. Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kirâm arasına karışarak kendilerini
  gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu tek
  tek bildirmiştir. Bundan başka vukû bulacak hâdiseleri de bildirmişti.
 
 Eshâb-ı kirâm arasında çok sevilir ve ayrı bir itibar gösterilirdi. Çünkü o,
  Resûlullahın verdiği sırlarla dolu idi. Resûlullah gizli kalması lâzım olan
  bir çok şeyi, Hz. Huzeyfe'ye söyledi.
 
 Lâzım olanı bildirdik
 
 O ve Ebû Hüreyre buyurdular
  ki:
 
 - Server-i âlem, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş
  ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi lâzım olanları size
  bildirdik. Lâzım olmayanları, sakladık, bildirmedik.
 
 Hz. Huzeyfe, Peygamber efendimizin sağlığında Hendek'ten sonraki savaşların
  hepsine katıldı. Resûlullahın vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir, onu ordu
  kumandanı ta'yîn etti. Dinden dönenlerle savaşmak üzere Umman'a gönderdi.
  Kendisine katılan İkrime ile birlikte Umman halkını tekrar İslâma döndürdü.
  Bundan sonra Umman'da, önce zekâtları toplamakla, sonra da vâli olarak
  vazîfelendirildi. Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara
  katıldı. Irak'ın ve İran'ın fethinde bulundu.
 
 Nihâvend savaşında Nu'man bin Mukarrin şehîd olunca, İslâm sancağını Huzeyfe
  eline alarak Hemedân, Rey ve Deynura'yı fethetmiştir. Cezîre'nin fethinde
  bulunarak, Nusaybin vâliliğine ta'yîn olundu.
 
 Hz. Ömer yeni bir vâli ta'yîn ettiği zaman, oranın halkına mektup yazarak,
  "Yeni vâli, âdâletle hükmettiği müddetçe; siz de onun emirlerine
  uyunuz" derdi. Hz. Huzeyfe'ye verdiği mektupta ise şöyle yazdı:
 
 "Ey Nusaybin halkı! Bu gönderdiğim vâlinin, bütün emirlerine uyun. Her
  isteğini yerine getirin."
 
 Nusaybinliler, karşılamaya çıktılar. Onu gördükleri zaman; hayvanı üzerinde,
  bir parça kuru etle ekmek yiyordu. Selâmlaştılar. Sonra halîfenin
  emirnâmesini gösterdi. Onlar da dediler ki:
 
 - Hz. Ömer'in emirleri, başımız üzerine! Sen de hoş geldin, safâ geldin.
  Lâkin, bizden isteklerin ne ise; şimdi söyle. Belki karşılıyamıyacağımız
  şeylerdir!
 
 Yeni vâli tebessüm ederek şu cevabı verdi:
 
 - Aranızda kaldığım müddetçe sizlerden; sâdece, kendimin ve
  hayvanımın yiyeceğini istiyorum. Başka hiçbir şey istemem.
 
 Duâ eden kurtulur
 
 O şehirde, epeyce müddet
  bulundu. Görevini, kusursuz yapmaya çalışıyordu. Bilhassa Cum'adan önce,
  Müslümanlara va'z ve nasîhat eylerdi. Bir defasında buyurdu ki:
 
 - Ey Mü'minler! Fitne, önce kalblerde filizlenir. Su katılmamış şarap bile;
  fitne kadar, insan kalbini çelemez, bozamaz. Sizler, fitneye doğru
  gitmeyiniz. Allaha yemîn ederim ki fitne insanları; selin, çöpleri
  sürüklediği gibi sürükler götürür!..
 
 - Yâ "Huzeyfe! Fitneden nasıl kurtulabiliriz?
 
 - Duâ eden, kurtulur.
 
 - Ne zaman duâ edelim?
 
 - Namazdan sonra. Çünkü kulları, güzelce abdest alıp, namaza durdukları
  zaman; cenâb-ı Hak da namaz kılanlara yönelir. İşte o anlarda duâ ediniz!
  Fakat sizler; hayırlı kimseler olmak istiyorsanız; geçici olan dünya için
  âhireti terketmeyiniz!
 
 Hz. Huzeyfe, Medâyin şehrinde uzun müddet vâlilik yaptı. Oranın halkı, onun
  idâresinden son derece memnun olup, kendisini çok sevmişlerdi. Nihayet bir
  akşam, Hz. Ömer'den haberci geldi. Artık, Huzeyfe'nin Medîne'ye dönmesini
  istiyordu...
 
 Emir üzerine hazırlandı, helâllaştı, vedâlaştı ve yola çıktı. Dönüşünü
  bekleyenler arasında, halîfe de bulunuyordu. Az çok yaklaşınca, Halîfe
  dikkatle baktı. Gördü ki; Medâyin vâlisi gönderdiği gibi dönüyor! Bunca yıl
  sonra; aynı hayvan üzerinde, aynı sâde elbiseler içinde.
 
 Yan yana geldiler ve selâmlaştılar, kucaklaştılar. Halîfe sevinçle:
 
 - Sen, benim kardeşimsin. Ben de, senin kardeşinim, diyerek, hislerini
  belirtti.
 
 Cenâzesini niçin
  kılmadın?
 
 Hz. Ömer halîfeliği zamanında Huzeyfe'nin bir cenâzenin namazını kılmadığını
  görerek, ona sordu:
 
 - Niçin cenâze namazını kılmadın?
 
 Resûlullahın sırdaşı Hz. Huzeyfe dedi ki:
 
 - Resûlullah efendimiz, bana o kişinin münâfık olduğunu açıklamıştı. Bunun
  için onun namazını kılmadım.
 
 - Allahın Resûlü münâfıklar arasında Ömer'i de saydı mı yâ Huzeyfe?
 
 - Hayır, yâ Ömer.
 
 - Peki memurlarım arasında münâfık var mı?
 
 - Sadece bir tane var. Ancak ismini söylemeye memur değilim.
 
 Huzeyfe hazretleri, Hz. Ömer'in bütün ısrârına rağmen ismini söylememiştir.
  Sonra o münâfık Hz. Ömer tarafından uzaklaştırılmıştır.
 
 Bundan sonra Hz. Ömer, Huzeyfe'nin gitmediği cenâzeye gitmemiştir. Çünkü onun
  gitmemesini, ölenin münâfık olduğuna işâret sayardı.
 
 Birgün Hz. Ömer, huzurunda bulunan ba'zı Eshâb-ı kirâma sordu:
 
 - Resûlullah efendimizin fitne hakkında olan sözü hatırında olan var mı?
 
 İçlerinden Huzeyfe dedi ki:
 
 - Ey mü'minlerin emîri! Peygamberimizin bu konudaki sözü aynıyla benim
  hatırımdadır buyurdu ki,
 
 "Kişi ailesinden, malından, çocuklarından ve komşusundan dolayı
  fitneye düçâr olur. Böyle günâhlara oruç tutmak, namaz kılmak ve iyiliği
  emretmek ve kötülükten sakındırmak keffâret olur."
 
 - Maksadım o değil, deniz gibi dalgalanacak fitneyi soruyorum.
 
 - Ey mü'minlerin emîri! Senin için endişelenecek bir şey yok. Senin zamanınla
  onun arasında bir kapalı kapı var.
 
 Kapı kırılacak mı?
 
 - Yâ Huzeyfe! Bu kapı
  kırılacak mı, yoksa açılacak mı?
 
 - Ey mü'minlerin emîri! O kapı kırılacak.
 
 Bu cevap üzerine Hz. Ömer:
 
 - Desene ümmet-i Muhammed kıyâmete kadar bir araya gelemeyecek!
  diyerek üzüntüsünü dile getirdi.
 
 Daha sonra Huzeyfe'ye o kapının ne olduğu sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
 
 - O kapı Hz. Ömer idi.
 
 Hz. Ömer'in bunu bilip bilmediği sorulunca da:
 
 - Akşam ve sabahın olacağını bildiği gibi biliyordu, cevabını vermiştir.
 
 Nitekim daha sonra Hz. Ömer şehîd edilmiş, Hz. Osman devrinin sonlarında
  alevlenen fitne târih boyunca bitmemiştir.
 
 Kötü zaman
  gelecek mi?
 
 Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor:
 
 Herkes Resûlullah efendimize hayırdan sorardı. Ben ise ileride hâsıl olacak
  fitnelerden sorardım. Çünkü bunların şerrine yakalanmaktan korkuyordum. Dedim
  ki:
 
 - Yâ Resûlallah, biz, Müslüman olmadan önce kötü kimselerdik. Allahü teâlâ,
  senin şerefli vücudun ile İslâm ni'metini, iyiliklerini bizlere ihsân etti.
  Bu saâdet günlerinden sonra yine kötü zaman gelecek mi?
 
 - Evet gelecek.
 
 - Bu şerden sonra, hayırlı günler yine gelir mi?
 
 - Evet gelir. Fakat o zaman bulanık olur.
 
 - Bulanıklık ne demektir?
 
 - Benim sünnetime uymıyan ve benim yolumu tutmayan kimseler ortaya
  çıkar. İbâdet de yaparlar. Günâh da işlerler.
 
 Cehenneme çağıranlar
 
 - Bu hayırlı zamandan sonra,
  yine şer olur mu?
 
 - Evet, Cehennemin kapılarına çağıranlar olacaktır. Onları
  dinleyenleri Cehenneme atacaklardır.
 
 - Yâ Resûlallah! Onlar nasıl kimselerdir?
 
 - Onlar da bizim gibi insanlardır. Bizim gibi konuşurlar.
 
 - Onların zamanlarına yetişirsem ne yapmamı emredersiniz?
 
 - Müslümanların cemâ'atına ve hükümetine tâbi ol!
 
 - Müslümanların hükümeti yoksa ne yapalım?
 
 - Bir kenara çekil. Aralarına hiç karışma, ölünceye kadar yalnız yaşa.
 
 Huzeyfe, Hz. Osman'ın halîfeliği sırasında Azerbaycan ve Ermenistan
  taraflarının fethine gönderildi. Buradaki hizmetlerinin yanında mühim bir
  hizmeti de, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarının çoğaltılmasına sebep olmasıdır. Çünkü
  o, Azerbaycan ve Ermenistan tarafına gittiğinde,
 
 Kur'ân-ı kerîmin değişik lehçelerle okunduğunu görerek, Kur'ân-ı kerîmin
  Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını Hz. Osman'a teklif etti. Bunun üzerine
  Hz. Osman, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarını çoğaltıp; belli merkezlere gönderdi.
 
 Hayatının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe bin Yemân, Hz. Osman şehîd
  edildiğinde Medîne'de bulunuyordu. Bu sırada yaşı oldukça ilerlemişti.
  Dördüncü halîfe Hz. Ali'nin, ilk günlerinde hastalandı. Artık iyice
  ihtiyarlamıştı. Müslümanlar akın akın ziyâret ediyorlardı.
 
 Bir arkadaşına 300 dirhem vererek buyurdu ki:
 
 - Bu parayla, kefen alıverin.
 
 Desenli bir kumaş getirdiler. Onu görünce:
 
 - Bu kefen değil, gömlek içindir. Kefen, boydan boya iki bez parçası
  olur, dedi.
 
 Dost ânî geldi
 
 Sonra da yavaş bir sesle
  buyurdu ki:
 
 - Hem sizin arkadaşınız iyi bir Müslüman ise, cenâb-ı Hak; kabirde o kefeni,
  daha iyisiyle değiştirir. Kötü ise, daha kötü şeylere hazırlanmalıdır.
 
 Hz. Ali'nin hilâfetinin 40. günü, 656 senesinde, Huzeyfe hazretleri de,
  sırlarıyla birlikte sevgili Peygamberimize kavuştu.
 
 Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde yattığı vakit şöyle duâ etmiştir:
 
 - Dost ânî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allahım,
  fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm hakkımda
  yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır.
 |