| Abdurrahman
  bin Avf, ticâretle meşgul olurdu. Bu sebeple çeşitli yerlere ticâret için
  giderdi. Şöyle anlatır:
 Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden bir yıl önce, ticâret
  için Yemen'e gittiğim zaman, Askelân bin Avâkir-ül-Himyerî'ye misâfir
  olmuştum. O zât, çok yaşlı idi ve ona her varışımda ona konuk olurdum. O da
  bana Mekke'den haber sorarak derdi ki:
 
 - İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zât zuhûr etti mi? Dîniniz
  hakkında size karşı olan bir kimse var mı?
 
 Ben de hep, "hayır, yoktur" derdim.
 
 O'na kitap indirdi
 
 Nihâyet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dînini
  insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı sene idi. Yemen'e yine gidip aynı
  zâta misâfir olduğumda bana dedi ki:
 
 - Ben seni ticâretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi?
 
 - Evet, müjdele.
 
 - Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden, kendisinden râzı olduğu, seçtiği bir
  peygamber gönderdi ve O'na Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan
  men edecek ve İslâmiyete da'vet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, bâtılı
  da men ve iptâl edecektir. O, Hâşimoğullarındandır. Siz O'nun
  dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır! Gidip O'na yardımcı ol! Kendisini
  tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür!
 
 Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mükerremeye döndüm
  ve Hz. Ebû Bekir ile buluştum. Ona, Yemenli ihtiyârın söylediklerini haber
  verdim. Ebû Bekir dedi ki:
 
 - O kimse, Abdullah'ın oğlu Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlâ, Onu
  insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen Ona gidip îmân et!
 
 Hemen Resûlullahın evine gittim. Resûlullah efendimizin beni görünce
  gülümsedi ve sordu:
 
 - Arkanda ne haber var, ey Abdurrahman?
 
 - Yâ Muhammed, bu ne demek?
 
 - Bana tevdî edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir,
  ver. Hiç şüphesiz onu bana gönderen Hımyeroğulları mü'minlerinin
  üstünlerindendir.
 
 Gerçek
  kardeşlerimdir
 
 Resûlullah efendimizin bu sözlerini işitince hemen Kelime-i şehâdet getirerek
  Müslüman olma şerefine kavuştum ve Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri
  okuyarak, onun anlattıklarını anlattım. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz
  buyurdu ki:
 
 - Zaman zaman öyle mü'minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana
  inanacak ve beni tasdik edeceklerdir. İşte, bunlar, benim gerçek
  kardeşlerimdir.
 
 Hz. Abdurrahman İslâmiyeti kabûl edince diğer Müslümanlar gibi eziyet ve
  işkencelere mâruz kaldı. Böylece vatanını terketmek suretiyle hicrete mecbur
  oldu. Habeşistan'a hicret eden müslümanlarla beraber bu memlekete gitti. Çok
  geçmeden Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye hicretinden sonra Medîne'ye
  gelerek Resûlullaha katıldı.
 
 Hz. Abdurrahman bütün harplerde bulundu. Bedir'de kahramanlıkları çok oldu.
  Abdurrahman bin Avf hazretleri, Bedir muhârebesinde şâhit olduğu bir hâdiseyi
  şöyle anlatır:
 
 Savaş esnâsında yanımda ensârdan iki genç belirdi. Gençlerin gayreti hoşuma
  gitti. Kendilerine muhabbetle baktım. Gençlerden birisi yanıma yaklaşarak
  dedi ki:
 
 - Biz, islâm düşmanı Ebû Cehil'i öldürmeye azmettik. Fakat kendisini
  tanımıyoruz. Onu bize gösterir misin?
 
 - Peki siz bu işi başarabilecek misiniz?
 
 - Resûlullaha ve İslâm dînine hakâret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim
  sağ kalmamızın bir önemi yoktur. Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde,
  kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız.
 
 Hanginiz
  öldürdü?
 
 Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim. Bu arada Ebû Cehil karşıdan
  geçiyordu. Gençlere dedim ki:
 
 - İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir.
 
 Ebû Cehil'i gören gençler, Ebû Cehil'in askerlerinin çokluğuna bile bakmadan,
  kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar.
 
 Ebû Cehil'in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında
  donakaldılar. Onların şaşkınlıkları geçmeden, gençler, Ebû Cehil'i
  öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular.
 
 Sonra dönüp Resûlullahın huzuruna geldiler. Ve hâdiseyi arz ettiler.
  Peygamber efendimiz çok memnûn olarak, gençlere sordu:
 
 - Bunu hanginiz öldürdü?
 
 İkisi de birden dediler ki:
 
 - Ben öldürdüm.
 
 Bunun üzerine, gençlerin kılıçlarını muâyene ettikten sonra;
 
 - İkiniz öldürmüşsünüz, buyurdu.
 
 Abdurrahman bin Avf hazretleri, Uhud savaşında yirmi yerinden yaralandı. 12
  dişi kırıldı. Peygamber efendimiz, Medîne'de kendisini Saîd bin Rebii
  hazretleri ile kardeş yaptı. Kardeşi, malına ve servetine onu da ortak yapmak
  istediğinde şöyle dedi:
 
 - Aziz kardeşim, Allah sana ve çoluk çocuğuna bereket ihsân etsin, malını
  çoğaltsın! Sen bana çarşının yolunu göster, ben orada ticâret yapar
  ihtiyâçlarımı karşılarım.
 
 Bu serveti nasıl
  kazandın?
 
 Bu sözü Peygamber efendimize bildirilince, çok sevindi. Kendisine hayır duâ
  etti. Bu duâdan sonra yaptığı ticâret sebebiyle kısa zamanda çok zengin oldu.
  Buyururdu ki:
 
 - Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rast gelirdim.
 
 Abdurrahman bin Avf hazretlerine sordular:
 
 - Bu büyük serveti nasıl kazandın?
 
 - Çok az kâra râzı oldum. Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim.
 
 Abdurrahman bin Avf, Resûlullahın sağlığında Allah yolunda çok mal harcadı.
  Üç kere malının yarısını verdi. Birinci defa 4000 dirhem, ikincide 40.000
  dirhem ve üçüncüde de 40.000 altın sadaka olarak Allah yolunda dağıttı.
 
 Uhud savaşı esirlerinden 30 tanesini azâd ettirdi ve her birine 1000 altın
  dağıttı. Tebük seferi için 500 at ve 500 yüklü deve verdi.
 
 Birgün buğday, un ve çeşitli zahire yüklü 700 devesi ile Medîne'ye
  girdiğinde, Hz. ^Aişe, Resûlullah efendimizin;
 
 - Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliyerek girer,
  buyurduğunu bildirince, Abdurrahman bin Avf, develerin hepsini yükleriyle
  birlikte Allah yolunda dağıtacağını söz verip, onu şâhit tutmuştur.
 
 Resûlullaha imâm
  oldu
 
 Bedir harbinde bulunup da sağ kalanların herbirine, kendi malından 400 dirhem
  altın para verilmesini vasiyet etti. Vasiyeti hemen yerine getirildi.
 
 Tebük harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, namaz geçmesin diye,
  Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapıldı. İkinci rek'atte iken Peygamber
  efendimiz yetişip kendisine uydu. Namazdan sonra;
 
 - Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu
  kabzolmaz, buyurdu.
 
 Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder:
 
 Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı. Ben de geriden tâkip
  ediyordum.
 
 Hurmalık bir yere vardı. Yere kapandı. Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime,
  "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha birşey mi oldu?" diyerek büyük
  bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum.
 
 Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu:
 
 - Sen kimsin?
 
 - Ben Abdurrahman'ım.
 
 - Bir şey mi oldu?
 
 - Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından
  endişe ettim.
 
 - Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ
  Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve
  selâmına nâil olur." Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde
  bulundum.
 
 Seni ağlatan
  nedir
 
 Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhırete teşrîfinden sonra,
  Onunla geçirdiği günleri hatırlıyarak dâimâ ağlardı. Onun sohbetlerinden
  mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını
  söylerdi.
 
 Nevfel bin İyas hazretleri anlatır:
 
 Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü. Bize tepsi içinde
  leziz yemekler ikrâm etti. Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı. O
  ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk.
  Sordum:
 
 - Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir?
 
 - Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz. Resûlullah vefât etti. Fakat kendisi
  ve ehli arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi. Biz bu
  yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım.
 
 Abdurrahman bin Avf, Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından
  Kelb kabîlesini İslâma da'vet etmek için Dûmet-ül-Cendel'e gönderilen 700
  kişilik orduya, kumandan tâyin edildi. Dûmet-ül-Cendel, Tebük şehrinin
  yakınında olup, büyük bir panayır ve ticâret merkezi idi.
 
 Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ı yanına çağırıp buyurdu ki:
 
 - Hazırlan! Seni bugün veya yarın sabah inşâallah askerî birliğin
  başında göreceğim.
 
 Yolculuk elbisem
  üzerimdedir
 
 Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun
  Dûmet-ül-Cendel'e hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete da'vet
  etmesini emir buyurdu. Dûmet-ül-Cendel'e gidecek ordu, seher vakti Medîne
  dışındaki Cürüf denilen mevkîde toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman
  bin Avf'ın geride kaldığını görünce buyurdu ki:
 
 - Arkadaşlarından niçin geri kaldın?
 
 - Yâ Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim.
  Yolculuk elbisem üzerimdedir.
 
 Abdurrahman bin Avf, başına, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir
  bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu
  iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve, "Ey İbni Avf!
  İşte sarığını böyle sar" buyurdu. Daha sonra eline bir sancak
  vererek devam etti:
 
 - Ey İbni Avf! Allahü teâlânın adıyla, O'nun yolunda cihâd et ve
  Allahı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allahın emri
  dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahâlisi senin
  da'vetine icâbet ederlerse, o kabîlenin reîsinin kızıyla evlen.
 
 Abdurrahman bin Avf, emrine verilen 700 kişilik orduyla birlikte hareket
  ederek, Dûmet-ül-Cendel'e ulaştı. Kelb kabîlesini, tatlı bir üslûbla İslâma
  da'vet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabîlesinin reîsi Esbağ bin
  Amr ve kavminin büyük bir kısmı Müslüman olup, Hıristiyanlığı terkettiler.
  Bir kısmı da Hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeye râzı oldular.
 
 Abdurrahman bin Avf, Müslüman olan Esbağ'ın kızı Tümadır ile evlendi. Onunla
  birlikte Medîne'ye geldi. Tümadır, Abdurrahman bin Avf'ın oğlu Ebû Seleme'nin
  annesidir. Ebû Seleme ise Medîne'nin yedi büyük fıkıh âlimlerinden biridir.
 
 Bunları
  koruyalım
 
 Hz. Ömer'in halîfeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medîne'nin
  dışında kondu. Yorgunluktan hemen uyudular. Halîfe Ömer, şehri dolaşırken
  bunları gördü. Abdurrahman bin Avf'ın evine gelip dedi ki:
 
 - Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat bize yabancı olanların,
  yolcuların; bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.
 
 Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler. İçlerinden bir genç
  uyumamıştı. Arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın
  halîfe Ömer olduğunu öğrendi. Gelip arkadaşlarına anlattı. Roma ve İran
  ordularını perişan eden, binlerce şehir almış olan, adâleti ile meşhur yüce
  halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu
  anladılar. Hepsi seve seve Müslüman oldu.
 
 Abdurrahman bin Avf hazretleri, fazîlet ve kemâl sâhibi bir insandı. Kalbi
  sadece, Allah korkusu, Resûlüne muhabbet, doğruluk, iffet, merhamet ve şefkat
  ile doluydu. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı.
 
 Eshâb-ı kirâmın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı en ufak bir
  sevgisi yoktu. Her zaman âhireti dünyaya tercîh ederdi. En büyük arzûsu,
  dînin emirlerine eksiksiz uyabilmekti.
 
 Ayakları açık
  kalıyordu
 
 Bir gün bir yerde yemek ikrâm edilmişti. O gün de kendisi oruçlu idi. Tam
  iftâr edeceği zaman, bir hâtırasını anlatması istendi. Hemen hâtırasını
  anlatmaya başladı:
 
 "Benden çok hayırlı olan Mus'ab bin Ümeyr şehîd olduğunda, onu bir kumaş
  parçası ile kefenledik. Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor,
  ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu.
 
 Sonra Hz. Hamza şehîd oldu. O da benden çok üstündü. Onu da zor şartlar
  altında defnettik. Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp
  gittiler. Sonra bize dünya kapısı açıldı. Türlü türlü ni'metlere kavuştuk.
  Bunların hesâbını nasıl vereceğiz" deyip ağlamaya başladı.
 
 Oruçlu olduğunu unutup, iftâr yemeğini bile yemedi. Zaten o günleri
  hatırlayınca yemek yiyecek hâli de kalmıyordu.
 
 Halîfe Ömer Şam'a gidiyordu. Şam'da tâ'ûn ya'nî vebâ hastalığı olduğu işitildi.
  Yanında bulunanların ba'zısı, "Şam'a girmiyelim" dedi. Bir kısmı da
  dedi ki:
 
 - Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım.
 
 Bunun üzerine Halife de buyurdu ki:
 
 - Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim.
  Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine
  gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.
 
 Sonra Abdurrahman bin Avf'ı çağırıp sordu:
 
 - Sen ne dersin?
 
 - Resûlullah efendimizden işittim ki, (Vebâ olan yere girmeyiniz ve
  vebâ olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız)
  buyurmuştu.
 
 Halife de, "Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîfe uygun oldu"
  deyip Şam'a girmediler.
 
 Vebâlı yerden
  kaçmak
 
 Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca,
  hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde kirli hava,
  herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka
  yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:
 
 (Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından
  kaçmak gibi, büyük günâhtır.)
 
 Hz. Ömer vefât ederken halîfeliğe aday olarak gösterdiği 6 kişiden biri de
  Abdurrahman bin Avf'dır. Hz. Ömer'in defninden sonra, tâyin edilen bu altı
  sahâbî toplandılar. İlk olarak Abdurrahman bin Avf söz alıp şöyle dedi:
 
 - Ey Cemâ'at! Bu husûsta hepimizin de görüşleri var. Dinleyiniz,
  öğrenirsiniz, anlarsınız. Muhakkak ki, hedefe isâbet eden ok, isâbet
  etmeyenden üstündür. Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebep olan
  tatlı sudan daha faydalıdır.
 
 Sizler, Müslümanların rehberleri, mürâcaat olunan âlimlerisiniz. O hâlde,
  aranızda meydana gelecek ihtilâflarda bıçağın ağzını köreltmeyin. Kılıçları
  düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız. Yoksa düşmanlarınız karşısında
  tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz.
 
 Fitne ehli
 
 Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itâat edilen, yasaklarından
  çekinilen bir emîri, reisi vardır. Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek
  birisini emir tâyin edin. Böylece maksada erişirsiniz. Şâyet, kör fitne,
  şaşırtan dalâlet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz
  niyetlerimizden başka olmazdı. Zîrâ fitne ehli; gözlerinin görmediğini,
  fitnenin kendilerini, çölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde
  bıraktığını söylerler.
 
 Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız. Sözle olan hîle,
  kılıcın yarasından daha şiddetlidir. Halîfeliği; musîbet ve felâket
  zamanlarında metânet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun
  sizden, sizin ondan râzı olacağınız birisine veriniz. Size nasîhat eder
  görünen fesatçılara itâat etmeyiniz. Size yol gösteren rehbere muhâlefet
  etmeyiniz. Söyleyeceklerim bundan ibârettir. Allahü teâlâdan kendim ve sizin
  için magfiret dilerim.
 
 Abdurrahman bin Avf bundan sonra, şu teklifte bulundu:
 
 - İçimizden üçümüz, diğer üçümüz lehine adaylıktan çekilsin.
 
 Abdurrahman bin Avf'ıın bu teklifi hemen kabûl olunarak Zübeyr Ali'ye, Talhâ
  Osman'a, Sa'd bin Ebî Vakkâs da Abdurrahman bin Avf'a oylarını verdiler.
  Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve Hz. Osman ile Hz. Ali kaldılar.
  Netîcede Hz. Osman'a bîât olundu.
 
 Sen emînsin
 
 Hz. Abdurrahman yüksek ahlâk, fazîlet ve kemâl sahibi, çok iyi ve çok temiz,
  seciyeli bir insandı. Onun kalbi, Allah korkusu ile Resûl-i ekreme muhabbetle,
  doğruluk ve iffetle, rahmet ve şefkatle dolu idi. Cömertti. Allah yolunda
  malını dağıtmaktan zevk alırdı. Kalbinde Allah korkusu o kadar yer etmişti
  ki, kendisi hiç bir vakit dünyasını dînine tercih etmemiş, hayatta servet ve
  mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, tam Müslüman olarak yaşamayı herşeyin
  üstünde tutmuştu.
 
 Abdurrahman bin Avf'ı Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın büyükleri
  methetmişlerdir. Resûlullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki:
 
 - Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin.
 
 Abdurrahman bin Avf 651 senesinde 75 yaşında vefât etti.
 |