| Resûlullah
  efendimiz, Mekke'de herkesi îmâna da'vet ediyor, İslâm nûru ile küfür
  karanlığını aydınlatarak, kalblere Allah sevgisini yerleştirmeye çalışıyordu.
  Mekke'nin puta tapan Arapları, bu hak da'veti bir türlü anlayamıyor,
  İslâmiyeti kabûl etmemekte ısrar ve inat ediyorlardı. Çok az kimse Müslüman
  olmuştu. Onlara da, müşrikler, akla hayâle gelmedik sıkıntılar veriyor,
  işkence yapıyordu. 
 Siz kimlersiniz?
 
 Resûlullah her yıl hac mevsiminde ve Ukâz panayırı günlerinde Mekke şehrinin
  dışına çıkıp, başka yerlerden gelen kabîlelerle görüşerek onları İslâma
  da'vet ederdi.
 
 Peygamberliğinin 11. senesinde, hac mevsiminde Mekke dışına çıkmıştı. Akabe
  denilen yerde, Medîne halkından bir toplulukla karşılaştı. Onlarla aralarında
  şu konuşma geçti:
 
 - Sizler kimlersiniz?
 
 - Hazrec kabîlesindeniz.
 
 - Yahûdîlerin dost ve müttefikleri olan Hazrecîlerden misiniz?
 
 - Evet.
 
 Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
 
 - Oturmaz mısınız, sizinle biraz konuşayım?
 
 Onlar da oturunca Resûlullah efendimiz onlara Kur'ân-ı kerîmden İbrâhim
  sûresi 35-52'inci âyet-i kerîmelerini okudu ve İslâmiyeti anlattı. Bu dîne
  girmeleri için da'vette bulundu.
 
 Onlar da, zâten kabîlesinin büyüklerinden ve Medîne'de yaşayan Yahûdîlerden,
  yakında bir peygamberin geleceğini işitmişlerdi. Resûl-i ekrem, onları dîne
  çağırınca birbirlerine bakıştılar ve, "Yahûdîlerin, alâmetlerini haber
  verdiği işte bu Peygamberdir!" diye aralarında konuştular. Resûlullahın
  huzurunda Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldular. Peygamberimize de
  dediler ki:
 
 - Biz kavmimizi, hem birbirlerine karşı, hem de Yahûdîlere karşı, aralarında
  düşmanlık ve kötülük olduğu hâlde geride bırakmış bulunuyoruz. Ümit edilir
  ki, Allah onları da, sizin sayenizde bir araya toplar. Biz, hemen dönüp
  onları senin peygamberliğini kabûl etmeye da'vet edeceğiz ve bu dinden kabûl
  ettiğimiz şeyleri onlara da anlatacağız. Eğer Allah, onları bu din üzerinde
  toplayıp birleştirirse, senden daha azîz ve şerefli kimse olmaz!
 
 İslâmiyetin
  girmediği ev kalmadı
 
 Medîneli bu altı kimse gerçekten inanmış, Allahü teâlânın Peygamberimize
  tebliğ ettiklerini kabûl ve tasdik etmişlerdi. Vatanlarına dönmek üzere
  Peygamberimizden izin alıp ayrıldılar.
 
 Bu yeni Müslüman olan altı kişinin ikisi, Neccâroğulları ailesinden Ebû Umâme
  Es'ad bin Zürâre ile Avf bin Hâris idi.
 
 Bunlar, Medîne'ye kavimlerinin yanına dönünce, hemen onlara Peygamberimizden
  anlatmaya ve İslâm dînine girmeleri için da'vete başladılar. Bunu o kadar çok
  yaptılar ki; Medîne'de, içinde Peygamberimizin ve İslâmiyetin bahsedilmediği
  bir ev kalmadı. Böylece İslâmiyet, Hazrec kabîlesi arasında yayıldığı gibi
  Evs kabîlesinden de ba'zı kimseler Müslüman oldu.
 
 Es'ad bin Zürâre, İslâmiyeti kabûl eden oniki arkadaşı ile beraber ertesi
  sene tekrar Mekke'ye geldiler. Ve yine Akabe'de Resûlullah efendimizle
  görüşüp, O'na bî'at ettiler. O'na bağlılıklarını arzedip, bütün emir ve
  isteklerine teslim olacaklarına söz verdiler.
 
 Bu sözleşmede, Allaha ortak koşmayacaklarına, zinâ yapmayacaklarına,
  hırsızlık etmeyeceklerine, iftiradan kaçınacaklarına, ayıplanmak ve rızık
  korkusu sebebiyle çocuklarını öldürmeyeceklerine dâir taahhütte
  bulundular. İkisi Evs kabîlesine, diğerleri de Hazrec kabîlesine mensup olan
  bu 12 kişinin başı, reisi Es'ad bin Zürâre idi.
 
 Beş vakit namaz
  emrolundu
 
 Peygamberimiz bu 12 kişiyi kabîlelerine temsilci yaptı. Bunlar, kabîlelerine
  İslâmiyeti anlatıp, onlar adına Resûlullaha karşı kefil olacaklardı.
 
 Bu sözleşmeden sonra, Medîne'ye dönen Hz. Es'ad ve arkadaşları, kabîlelerine
  hemen İslâmiyeti anlatarak, onu yaymak ile meşgul oldular. Bu sırada
  Peygamberimiz Mi'râca götürülüp, Cenneti ve Cehennemi gördü. Allahü teâlâ ile
  vâsıtasız olarak, anlaşılmaz bir şekilde konuştu. Beş vakit namaz emrolundu.
 
 İslâmiyet Arabistan Yarımadası'nda yayılmaya devam ederken, Medîne'de bu iş
  çok daha süratli yürüyordu. Öyle ki, daha önce birbirlerine düşman olan Evs
  ve Hazrec kabîleleri barışmış, İslâmiyeti daha iyi öğrenebilmek için
  Resûlullah efendimizden bir muallim, hoca istemişlerdi.
 
 Resûl-i ekrem efendimiz de, onlara Kur'ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek
  için Mus'ab bin Umeyr'i gönderdi. Mus'ab, Medîne'de Hz. Es'ad'ın evinde
  kaldı. Onunla birlikte ev ev dolaşarak herkese İslâmiyeti duyurdular. Resûlullahın
  sevgisini ve Onu, bütün düşmanlarından korumak için canla başla
  çalışacaklarına söz vermelerini anlattılar. Birkaç gün içinde 30 kişi
  Müslüman oldu. Böylece Medîne'de Müslümanların sayısı 40'a ulaşmıştı.
 
 Birgün, bu Müslümanların hepsi, Hz. Es'ad bin Zürâre'nin evinde
  toplandıklarında dediler ki:
 
 - Yahûdîler ve Hıristiyanlar, kendilerine haftada birer gün seçerek, o gün
  alış-verişi bırakıp, inançlarına göre ibâdet ediyorlar. Şimdi, bize de uygun
  olanı, haftanın yedi gününden birini seçerek, o günü tâat ve ibâdet için
  ayırmaktır!
 
 ilk cum'a namazı
 
 Bu fikri, başta, reisleri Hz. Es'ad olmak üzere hepsi uygun buldular. Derhal
  Cum'a gününü bu işe ayırdılar. Cum'aya, o güne kadar Arube günü deniliyordu.
  Mü'minlerin toplanıp ibâdet etme günü ma'nâsına "Cum'a" dendi.
 
 Resûl-i ekrem'in Medîne'ye hicretinden evvel, Hz. Es'ad bin Zürâre,
  Medîne'deki 40 kadar Müslümanı toplayarak, bir Cum'a günü
  Nakîb-ül-Hadamât'taki Beyâda'ya götürmüş ve orada onlara Cum'a namazı
  kıldırmıştır. Bu sûretle Peygamberimizin:
 
 - Kim, güzel bir sünneti ihyâ ederse, hem onun sevâbına, hem de
  kıyâmete kadar o sünnetle amel edenlerin kazanacakları sevâba nâil olurlar,
  hadîs-i şerîfinin muhâtabı olmuştur.
 
 İslâmiyette ilk defa kılınan Cum'a namazı, işte bu yerde kılınan Cum'adır.
  Medîneli Müslümanların bu hayırlı maksatları, cenâb-ı Hakkın rızâsına uygun
  olduğundan bilâhare devamlı olarak Cum'a namazı kılınması emredilmiştir.
 
 Resûlullah efendimize, Peygamberlik vazîfesi verileli 13 sene olmuştu.
  Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara zulmü had safhaya varmış, dayanılmaz bir
  hâl almıştı. Medîne'de ise, Es'ad bin Zürâre ile Mus'ab bin Umeyr'in
  hizmetleri sayesinde Evs ve Hazrecliler, Müslümanlara kucak açacak, onları
  bağrına basıp, uğrunda her fedâkârlığı yapacak aşk ve şevkin içindeydiler.
 
 Sana yardım var
 
 Resûlullahın da bir an önce Medîne'ye teşriflerini arzûluyorlar, O'nun
  uğrunda mallarını ve canlarını esirgemeyeceklerine söz veriyorlardı. Hac
  mevsimi gelmişti. Hz. Mus'ab bin Umeyr ile beraber, Medîneli 73 erkek ve 2
  kadın Müslüman, Mekke'ye geldiler. Kâ'beyi ziyâretten sonra, Resûlullah
  efendimizle bir kısmı görüştü. Resûlullaha dediler ki:
 
 - Yâ Resûlallah! Biz servet, silâh ve hayvan bakımından, çok hazırlıklıyız.
  Bizim yanımızda sana yardım var. Senin için canlar verme var. Kendimizi
  nelerden korur ve savunursak, seni de onlardan koruma ve savunma var! Seninle
  buluşmak istiyoruz.
 
 Akabe'de buluşmaya karar verildi.
 
 Medîneli Müslümanlar ve Resûlullah efendimiz hepsi yine Akabe'de buluştular.
  Hz. Es'ad bin Zürâre Medîneli Müslümanlar adına Peygamberimizin Medîne'ye
  hicret etmelerini ricâ ve teklif ettiler.
 
 Cennet var
 
 Resûlullah efendimiz onlara, Kur'ân-ı kerîmden ba'zı âyet-i kerîmeleri
  okuduktan sonra, kendi canlarını, çoluk ve çocuklarını nasıl koruyup
  gözetirlerse, O'nu da öyle koruyacaklarını temin etmek üzere onlardan kesin
  söz istedi. Evs ve Hazrec kabîlelerinin bütün temsilcileri biraz düşünüp
  taşındıktan sonra dediler ki:
 
 - Senin uğrunda canımızı ve mallarımızı harcasak, bize ne var?
 
 Peygamberimiz de cevabında buyurdu ki:
 
 - Allahü teâlânın râzı olması ve Cennet var!
 
 Bunlardan her biri kavminin temsilcileri, vekilleri olarak bu husûsta söz
  verdiler. İlk önce Es'ad bin Zürâre dedi ki::
 
 - Ben, Allaha ve O'nun Resûlüne verdiğim sözü yerine getirmek, canımla ve
  malımla O'na yardım husûsundaki sözümü, işlerimle gerçekleştirmek üzere bî'at
  ediyorum.
 
 Sonra elini uzattı ve müsâfeha yaptı. Arkasından her biri bu şekilde bî'atı
  tamamlayıp, "Allahü teâlânın ve Resûlünün da'vetini kabûl ettik,
  dinledik ve boyun eğdik" diyerek hoşnutluklarını ve teslimiyetlerini
  ifade ettiler.
 
 Böylece Resûlullahın uğrunda canlarını ve mallarını çekinmeden ortaya
  koydular. Kadınlar ile bî'at, sadece söz ile yapılmıştı.
 
 Bu ikinci Akabe bî'atından sonra, Resûlullah efendimiz, Mekkeli Müslümanların
  Medîne'ye hicret etmelerine izin verdi. Daha sonra Allahü teâlânın izni ile,
  Peygamberimiz de Medîne'ye hicret buyurdular.
 
 Hicretten sonra Peygamberimiz Hz. Hâlid bin Zeyd, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin
  evine yerleşmekle beraber, Hz. Es'ad bin Zürâre'nin evinde de kalmak
  suretiyle onun hatırını gözetir, hanesini bereketlendirirlerdi. Zîrâ
  İslâmiyet, Medîne'ye O'nun evinden yayılmıştı. İslâmiyeti öğretmek için
  Peygamberimiz tarafından Mekke'ye gönderilen Hz. Mus'ab bin Umeyr, O'nun
  evinde kalmıştı.
 
 Her çâreye başvuruldu
 
 Hicrette, Peygamberimizin bindiği devenin, Medîne'ye varınca ilk çöktüğü
  arsa, Es'ad bin Zürâre'nin yanında yetişip büyüyen Neccâroğullarından Sehl ve
  Süheyl adında iki yetime aitti. Resûlullah efendimiz, mescit yapmak için bu
  arsayı satın almak istedikleri zaman, iki kardeş, satmayacaklarını, ancak
  Resûlullaha hediye etmek istediklerini söylediler.
 
 Peygamberimiz arsa sahiplerinin yetim olduklarını bildikleri için, ücretini
  ödemeden almak istemedi. O arsayı parayla satın aldı. Hz. Ebû Bekir'e emir
  buyurup, arazinin parasını verdirdi. Hz. Es'ad bin Zürâre de, bu iki yetime,
  Benî Beyâda tarafında kendilerine bir arazi vererek geçimlerini sağlamayı
  temin etti.
 
 Medîne'de Mescid-i Nebevî'nin inşaatına devam edilirken, hicretten dokuz ay
  sonra Hz. Es'ad bin Zürâre hastalandı. Çeşitli tedâvî şekli uygulanmasına
  rağmen hastalığı iyileşmedi. Resûlullah efendimiz kendisini ziyâret ederek
  sıhhat ve âfiyetleri için duâ etti. Hastalığı çok şiddetliydi. Hayatının son
  anlarını yaşıyordu. Tedâvisi için her çâreye başvurulmuştu. Kısa bir müddet
  içinde vefât etti. Bakî kabristanına defnedildi.
 
 Es'ad bin Zürâre, Bedir harbine katılamadan vefât etmişti. Resûlullah
  efendimiz, O'nun ölümüne çok üzüldüler. Medîneli Yahûdîler, onun ölümünden
  sonra Resûlullahın Peygamberliği aleyhinde dedikodu yapmaya başlayarak
  dediler ki:
 
 - Muhammed'in bir kudreti olsaydı, arkadaşını iyi ederdi.
 
 Onun vazîfesi
 
 Bu suretle, mü'minleri, O'ndan soğutmak ve yeni dîne girecek olanları, O'na
  yaklaştırmamak istiyorlardı. Düşmanlıklarını açıkça ortaya koyuyorlar,
  insanları şüpheye düşürmek istiyorlardı. Resûl-i ekrem efendimiz de, onların
  bu hâllerini çok iyi bildiklerinden buyurdu ki:
 
 - Yahûdîler, neden arkadaşını kurtaramadı diyecekler. Ben ise,
  arkadaşımın bu hâli için bir menfaat veya zarar vermeye mâlik değilim!
 
 Hâlbuki onun peygamberliği, insanları câhillikten, küfür ve sapıklık
  yollarından kurtarıp, îmân aydınlığına çıkartmaktı. Onun vazîfesi, Allahü
  teâlânın râzı olduğu doğru yola da'vet işinden ibâretti.
 
 Es'ad bin Zürâre İkinci Akabe bî'atından sonra, Hazrec kabîlesinin
  Neccâroğullarının temsilcisi tâyin edilmişti. Vefâtından sonra,
  Neccâroğullarından bir grup Resûlullaha gelerek dediler ki:
 
 - Bizim temsilcimiz öldü. Bize bir temsilci tâyin ediniz!
 
 Resûlullah efendimiz de onlara yeni bir temsilci tâyin etmiyerek;
 
 - Sizler, benim dayılarımsınız. Ben de sizin temsilcinizim!
  buyurdu.
 
 Böylece, onları sevindirmiş oldu. Resûlullahın, Neccâroğullarına böyle
  iltifat etmesi, onlar için büyük şeref oldu.
 |