| Hz.
  Osman, Müslüman olmadan önce ticâretle uğraşırdı. Zengin bir tüccârdı.
  Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. İ’tibârı yüksek idi. Hz. Ebû
  Bekir’in de arkadaşı, yakın dostu idi. Önemli işlerinde ona danışır, onun
  fikrini alırdı. Câhiliye devrinin pisliklerine bulaşmadı.  Peygamber kızı
  olsa gerek
 Müslüman olmasını
  şöyle anlatır:
 
 Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında ziyâretine
  gitmiştim. Bana dedi ki:
 
 - Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek
  görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın. Bu kız çok
  güzel olup, sâliha biridir. Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek.
 
 Ben teyzemin bu sözüne çok hayret ettim. Çünkü, peygamber olarak bildiğim
  kimse yoktu. Hiç ortada böyle bir şey yok iken, teyzem bunları nereden
  çıkartmıştı. Şunu da biliyordum ki, teyzem pek çok lâf etmezdi. Benim
  hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti:
 
 - Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı. Sen O’nu
  bulmakta güçlük çekmiyeceksin!
 
 - Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyorsun.
  Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar.
 
 - Muhammed bin Abdullah’a peygamberliği bildirildi. Artık halkı hak dîne
  da’vete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen O’nun dînine girer kurtulursun.
  O’nun dîni, bütün âlemi aydınlatacaktır.
 
 Bu mes’ele benim zihnimi çok meşgûl etmeye başladı. Her önemli mes’elede
  fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir’e koştum. Teyzemin söylediklerini kendisine
  aynen bildirdim. Bana dedi ki:
 
 - Teyzen doğru söylemiş. Yâ Osman, sen akıllı adamsın. Hiç görmiyen,
  işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl tapınılır? O nasıl ilâh
  olarak kabûl edilir?
 
 - Yâ Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın farkındayım.
  Fakat çâre bulamamıştım.
 
 - Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi. Ben kendisinin
  peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni de huzûruna götüreyim, sen
  de îmân et!
 
 Cennete da'vet
  eder
 
 Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık. Bana buyurdu ki:
 
 - Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da’vet eder. Sen de bu
  da’veti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim.
 
 Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde yaptığı bu da’vet üzerine,
  hemen büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum.
 
 Daha sonra Resûlullaha, Şam’a gittiğimde gördüğüm rü’yâyı anlattım. Rü’yâmda,
  “Ey insanlar, uyanın! Ahmed Mekke’de zuhûr etti” diye nidâ işitmiştim. Sonra
  da Mekke’ye gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti.
 
 Hz. Osman, çok cömert idi. İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını
  görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini
  çok severdi.
 
 Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir
  toplantıda, sohbet buyururken:
 
 - Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu.
 
 Sen benim
  sevdiğimsin
 
 Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz de, Hz. Osman’ı
  yanına alıp buyurdu ki:
 
 - Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin.
 
 Hz. Âişe anlatır:
 
 Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir
  içeri girmek için izin istedi.
 
 İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer
  izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken
  onlarla sohbet ettiler.
 
 Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber
  efendimiz oturdular. Hz. Osman’ı bu şekilde kabûl ettiler.
 
 Hepsi gittikten sonra sordum:
 
 - Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız.
  Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir?
 
 - Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem.
 
 İbni Mes’ûd hazretleri anlatır:
 
 Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti, asker sıkıntı
  içerisindeydi. Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf olunca buyurdu ki:
 
 - Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir.
 
 Hz. Osman bu sözü işitince, “Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar”
  diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı. Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve
  Resûlullahı memnûn etmek istiyordu.
 
 Bunlar nedir?
 
 Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla satın alıp,
  Resûlullahın huzûruna getirdi. Peygamber efendimiz Hz. Osman’a sordu:
 
 - Yâ Osman! Bunlar, nedir?
 
 - Osman’dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir.
 
 Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, mü’minler
  sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek
  ellerini açıp, şöyle duâ ettiler:
 
 - Yâ Rabbî! Osman’a çok ecir ver.
 
 Hz. Osman muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi. Fakat kendisi evde sirke
  ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı.
  Peygamber efendimiz şöyle duâ buyurmuştur:
 
 - Yâ Rabbî! Osman’ın geçmiş ve gelecek gizli, âşikâr bütün
  günâhlarını affet.
 
 Müslümanlar, Medîne’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı. Rûme
  kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahûdîye âit idi.
 
 Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su
  vermiyordu.
 Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamıyor, fakir
  Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı.
 
 Cenneti
  müjdeliyordu
 
 Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu satın alıp,
  Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını
  müjdeliyor, açıkça Cenneti va’dediyorlardı. Bu müjdeyi işiten Hz. Osman,
  hemen Yahûdînin yanına varıp, pazarlığa başladı.
 
 Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi
  mümkün olmayan bir fiyat istedi. Bu duruma Hz. Osman çok üzüldü. Fakat ne
  yapıp yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullahı memnun etmek istiyordu.
  Yahûdîye dedi ki:
 
 - Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir teklîfim var.
  Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim. Böylece kuyu elinden
  çıkmamış olur. Kuyunun yarı hissesini bana sat. Birgün sen, birgün ben kuyuyu
  işletelim.
 
 Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı. Teklîf çok hoşuna
  gitti. On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi. Kuyunun başında bir
  gün Yahûdî, diğer gün Hz. Osman durup, su veriyorlardı. Yahûdî yine yüksek
  fiyatla suyu satıyor, Hz. Osman ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar,
  sıra Hz. Osman’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi
  günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı.
 
 Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyordu.Yahûdî oyuna geldiğini
  anladı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da
  aynı fiyatla Hz. Osman’a satmak istedi. Fakat Hz. Osman kabûl etmedi. Bir
  müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti. Hz. Osman yine
  kabûl etmedi. Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu satacaktı. Çünkü başka
  çâresi yoktu. Daha sonra Yahûdinin ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla
  diğer yarısını da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların
  ihtiyaçları için sebil edildi. Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip Hz.
  Osman’a hayır duâ ettiler.
 
 Her adımına bir
  köle
 
 Hz. Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnûn etmek, O’nun mübârek
  duâsına mazhâr olmak için fırsat kollardı.
 
 Bir gün Hz. Osman, Resûlullah efendimizi evine da’vet etti. Resûlullah
  buyurdu ki:
 
 - Yalnız beni mi da’vet ediyorsun?
 
 - Eshâb-ı kirâm da da’vetlidir.
 
 Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretlerini, bütün Eshâbına haber
  vermesi için yolladı. Kendisi de Hz. Ali ile, Hz. Osman’ın evine doğru
  yürümeye başladı.
 
 Hz. Osman geriden, Peygamber efendimizin adımlarını sayıyordu. Resûlullah
  bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevâbı verdi:
 
 - Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim.
 
 Da’vetten sonra da, saydığı adım kadar köle azâd etti.
 
 Hz. Ömer’den sonra üstünlük sırası, Hz. Osman-ı Zinnûreyn’e gelir. Bunun
  hilâfeti de ümmetin icmâ’ı ile sâbittir.
 
 Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi.
  Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in
  oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları
  Müslüman olmaya da’vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları
  da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece
  Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler.
 
 Osman'a verirdim
 
 Bunun üzerine vahiy gelerek Rukayye Hz. Osman’a nikâh edildi. Rukayye, Bedir
  savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz.
  Osman’a nikâh edildi. Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme
  ni’metine kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi ma’nâsına “Zinnûreyn”
  denilmiştir.
 
 Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını vermiştir. İkinci kızı
  vefât edince;
 
 - Bir kızım daha olsaydı, onu da Osman’a verirdim,
  buyurmuştur.
 
 İkinci kızını verdiğinde, Hz. Osman’ı gâyet medhetmişti. Düğünden sonra kızı
  dedi ki:
 
 - Ey benim gözümün nûru babam! Hz. Osman’ı gâyet medheylediniz. Buyurduğunuz
  kadar değil.
 
 Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki:
 
 - Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ ederler. Ey canım
  kızım, Osman’a çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok
  benzeyen odur.
 
 Başka bir zaman da:
 
 - Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Osman’ın düşmanlarının hasmıyım,
  onlara karşıyım, buyurdu.
 
 Bir başka zaman da:
 
 - Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihâr etmiştir.
  Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim, buyurdu.
 
 Resûlullah, Hz. Osman’a buğzeden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır.
 
 Hakkında âyet
  nâzil oldu
 
 İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar çoğalıp Medîne’ye
  geliyordu. Peygamberimizin mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine
  Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
 
 - Bizim mescidimizi bir zrâ genişleten Cennete gider.
 
 Hz. Osman dedi ki:
 
 - Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun! Mescidi genişletme işini
  üzerime alıyorum.
 
 Mescidi 40 zrâ ya’nî 20 metre genişletti ve bütün masraflarını karşıladı.
  Bunun üzerine, “Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe
  inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler ta’mîr
  eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır”
  meâlindeki Tevbe sûresi 18. âyeti nâzil oldu.
 
 Hz. Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi. Güzel yazar, güzel
  konuşurdu. Hitâbeti kuvvetli idi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ezberi çok
  ileri derecede idi. Namazda, bir rek’atte bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört
  kişiden biri de Hz. Osman’dır. Çok okuduğu için elinde iki mushaf
  eskimiştir.
 
 12 sene hilâfet makâmında kalan Hz. Osman, çok cesûr idi. Hiçbir felâket
  karşısında sarsılmamıştı. Bunun için halîfeliği çok başarılı geçmiştir.
  Bilhassa halîfeliğinin ilk yılları, İslâm târihinin altın yılları olmuştur.
  Devrinde birçok yerler fethedilmiştir. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir,
  Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri, O’nun devrinde
  İslâm topraklarına katılmıştır.
 
 Resûlullah
  efendimiz haber verdi
 
 Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn ettiği vâliler,
  askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm
  memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi.
 
 Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, meydana gelecek fitneleri
  zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem
  buyurdu ki:
 
 - O fitne günü bu şahıs, hidâyet üzere olacaktır.
 
 Kalkıp o şahsa baktılar. Osman bin Affân idi.
 
 O şahsı Resûl-i ekreme göstererek dediler ki:
 
 - Yâ Resûlallah. Bu mudur?
 
 Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
 
 - Evet.
 
 Yine aynı husûsta Hz. Âişe-i Sıddîka’dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte
  buyurulmuştur ki:
 
 (Yâ Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir gömlek giydirecek.
  Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu
  çıkarma!)
 
 Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz. Osman, muhâsara edildiği zaman halîfelikten
  çekilmemiştir.
 
 Halîfeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir
  gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi:
 
 - Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz.
 
 Benim kulağımı
  çek
 
 Bu söz Hz. Osman’a çok te’sîr etti. Buyurdu ki:
 
 - Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim.
 
 Genç, Hz. Osman’ın kulağını çekti. Hz. Osman;
 
 - Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki:
 
 - Siz Kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum.
 
 Hz. Osman buyurdu ki:
 
 - On şey çok zâyi olmuştur: Suâl sorulmayan âlim, amel edilmeyen
  ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz
  kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal,
  binilmeyen vâsıta, dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret
  yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.
 
 Hz. Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi. Bütün Arabistan, Afrika’nın
  büyük bir kısmı, Irak, Hindistan, Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın
  idâresi altına girdi. İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar götürüldü.
 
 Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu. Böylece Müslümanların
  sayısı milyonları buldu. Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten
  insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı.
  Münâfıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar.
 
 İbni Sebe
  yapıyordu
 
 Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları birbirine düşürmek için el
  birliği ederek gece gündüz çalışıyordu. Bunların elebaşılığını da Yemenli bir
  Yahûdî olan, Abdullah bin Sebe yapıyordu.
 
 Mısır’da fitneci kimseleri başına topladı. Kurduğu bir teşkilâtla, câhil ve
  başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana
  getirdi.
 
 Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medîne’ye kadar yürüyüp Halîfeyi indirmek
  istediler. Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Talhâ,
  Hz. Osman’ın kapısında nöbet tutuyorlardı.
 
 Hz. Osman, evini saran âsîlere seslenip dedi ki:
 
 - Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin!
 
 İstediği iki kişi gelince onlara sordu:
 
 - Resûl-i ekrem efendimiz, Medîne’ye teşrîf ettiği vakit, Müslümanlar
  susuzluktan kırılıyordu. Peygamber efendimiz, Rûme kuyusunu satın alıp,
  Müslümanlara bedava su veren kimseye Cenneti va’detti. Bu va’d üzerine kuyuyu
  satın alıp, Müslümanlara vakfeden ben değil miyim?
 
 - Evet sen idin?
 
 - Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil miyim?
 
 - Evet sendin?
 
 - Mescid dar geldiği vakit, Resûl-i ekrem efendimiz, “Cennette daha
  hayırlısını almak üzere, falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder”
  buyurduğu vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim?
 
 - Evet sensin.
 
 - Resûl-i ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında otururken, dağ
  sallanmaya başladığında, “Ey Sebir dağı dur! Zîrâ senin üzerinde bir
  Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur!” buyurmadı
  mı?
 
 - Vallahi doğru söylüyorsun. Aynen öyle oldu.
 
 Fitneden koru
 
 Hz. Osman, “Allahü ekber” diye tekbîr aldı. Sonra:
 
 - Şâhid olun ki, ben şehîdim, buyurdu.
 
 Bu sırada, âsîler duvarı atlayarak içeri girdiler. Hz. Osman Kur’ân-ı kerîm
  okurken, saldırıp şehîd ettiler. Son nefesini verirken şöyle duâ etti:
 
 - Yâ Rabbî, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden koru!
 
 Bunu üç defa tekrarladı.
 
 Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri anlatır:
 
 “Muhâsara esnâsında, Hz. Osman’ın yanına gittim. Bana şunu anlattı:
 
 Bu gece rü’yâmda, şu pencereden Resûl-i ekrem efendimizi gördüm. Aramızda şu
  konuşma geçti:
 
 - Osman seni muhâsara ettiler öyle mi?
 
 - Evet yâ Resûlallah!
 
 - Seni susuz bıraktılar öyle mi?
 
 - Evet yâ Resûlallah!
 
 İftârı bizimle yap
 
 Bunun üzerine Resûlullah efendimiz bana bir bardak su verdi. Ve ben bu suyu
  içtim. Göğsümde soğukluğunu hâlâ duyuyorum. Bana buyurdu ki:
 
 - İstersen seni onlara galip getirelim veya istersen iftârı bizim
  yanımızda yap!
 
 - Yâ Resûlallah, ben sizin yanınızda iftâr etmeyi tercîh ederim.”
 
 Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman’ın yanından çıktıktan sonra
  isyâncılara dedi ki:
 
 - Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür.
  Öldürülen her halîfe için de onbeş bin kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten
  vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz!
  Ayrıca Hz. Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.
 
 Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.
 
 Hz. Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü kucağına alırdı.
 
 Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi.
 
 - Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum. Eğer ölürse göstereceğim sabır
  ve metânetten dolayı alacağım sevâb daha büyük olur.
 
 Bire yediyüz
  verene verdik
 
 Bir defasında Medîne’de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve
  yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler.
  Hz. Osman dedi ki:
 
 - Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim.
 
 Eshâb-ı kirâm durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirip dediler ki:
 
 - Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?
 
 Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:
 
 - Hz. Osman Resûlullahın dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun
  arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim.
 
 Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki:
 
 - Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler.
 
 Hz. Osman şu cevabı verdi:
 
 - Evet ey Resûlullahın halîfesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz
  veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana
  verdik.
 
 Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medîne’de bulunan fakîrlere, Eshâb-ı
  kirâma bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakîrlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir
  bu işe çok sevinip, Hz. Osman’ın alnından öptü.
 |