| Ebüdderdâ
  hazretleri, Bedir seferi sırasında Müslüman oldu. Önceleri puta tapardı. Bir
  gün Ebüdderdâ’nın ana bir kardeşi Abdullah bin Revâha ile Muhammed bin
  Mesleme, Ebüdderdâ’nın bulunmadığı bir sırada evine girerek putunu kırdılar.
 Niye mâni
  olamadın?
 
 Ebüdderdâ, eve dönünce, hem putun kırıklarını topluyor, hem de diyordu ki:
 
 - Yazıklar olsun sana! Ne diye seni kıranlara mâni olmadın? Onları ne diye
  üzerinden defedemedin?
 
 Zevcesi Ümmüdderdâ dedi ki:
 
 - Eğer o, bir kimseye fayda verebilse veya gelecek bir zararı önleyebilse
  idi, kendisine gelen zararı önlerdi!
 
 Ebüdderdâ, bunun üzerine, “Gusletmek için bana su hazırla!” dedi. Yıkandı.
  Elbisesini giydikten sonra, Peygamberimizin yanına gitmek üzere yola çıktı.
 
 Ebüdderdâ gelirken, Abdullah bin Revâha Peygamberimizin yanında bulunuyordu.
  Dedi ki:
 
 - Yâ Resûlallah! Bu gelen Ebüdderdâ’dır. Ben onun, bizi görmek için geldiğini
  sanıyorum!
 
 - O, Müslüman olmak için geliyor. Çünkü, Rabbim, Ebüdderdâ’nın
  Müslüman olacağını bana va’detti!
 
 Ebüdderdâ Resûlullah efendimizin huzûrunda Müslüman oldu. Ebüdderdâ’nın ev
  halkı ise kendisinden önce Müslüman olmuşlardı.
 
 O Müslüman olmadan önce Bedir savaşı yapılmıştı. Uhud savaşında ve diğer
  savaşların hepsinde bulundu. Uhud savaşında gösterdiği cesâret ve
  kahramanlığı çok dikkati çekmiş, Peygamberimiz onun için, “Ne
  mükemmel süvâridir” buyurarak methetmiştir.
 
 Ebüdderdâ, Peygamberimizin zamanında Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemiştir.
  Âyet-i kerîmelerin çoğunun tefsîrini bizzat Peygamber efendimize sorarak
  öğrenmiştir.
 
 İlim öğretmekle
  meşgul oldu
 
 Ebüdderdâ, Peygamberimizin vefâtından sonra Medîne’de kalmaya tahammül
  edememiştir. Hz. Ebû Bekir zamanında, Yermük savaşında, ordu kâdısı olarak
  bulunmuştur. İslâm tarihinde ilk defa ordu kâdılığı yapan o olmuştur. Hz.
  Ömer devrinde izin istiyerek Şam’a gitmiş, orada Kur’ân-ı kerîm ve ilim
  öğretmekle meşgul olmuştur.
 
 Şam’da Câmi-i Kebîr’de verdiği bu derslerine pek çok sayıda talebe katılırdı.
  Talebelerine onar kişilik halkalar halinde ders verirdi. Her ders halkasını
  ayrı ayrı kontrol ederdi. Bir defasında talebeleri sayıldığında binaltıyüz
  civârında oldukları görülmüştür. Bu derslere Eshâb-ı kirâmdan da katılanlar
  olmuştur. Ebüdderdâ ayrıca tabâbet ilmini de bilirdi. Hastalarını tedâvi
  eder, gerekli ilâçları yapardı.
 
 Şam’a vâli tâyin edilen Hz. Muâviye, halîfeden bir kâdî istemişti. Hz. Ömer
  de, “Bu vazîfeyi en iyi Ebüdderdâ yapar” buyurarak, vazîfenin ona verilmesini
  emretti. Bu vazîfesi sırasında da ilim yaymaya devam etti.
 
 Birgün, Ebüdderdâ hazretlerine bir kişi gelerek dedi ki:
 
 - Yâ Ebüdderdâ! Benim büyük bir hastalığım var. Bunun tedâvisinde bana
  yardımcı ol!
 
 - Hastalığın nedir?
 
 - Benim kalbimde dünyaya karşı aşırı sevgi var. Dünya, âdetâ kalbimi işgâl
  etmiş. Kıldığım namazlarda nûr göremiyorum. İbâdetlerimden bir tat, lezzet
  alamıyorum.
 
 - Ey kişi, senin hastalığın hastalıkların en büyüğüdür. Bunu, hemen
  tedâvi etmelisin! Yoksa, Allah korusun îmânını da kaybedebilirsin!
 
 - Yâ Ebüdderdâ, ne olur beni bu hastalıktan kurtar!
 
 Hasta ziyâretine
  git
 
 Ebüdderdâ hazretleri bu kişiye şu nasîhatı yaptı:
 
 - Sık sık hasta ziyâretlerine git! Cenâze namazlarında bulun!
  Kabirleri ziyâret et! Bu üç şeyi muntazam yaparsan bu hastalıktan
  kurtulursun. Sendeki dünya sevgisi yok olur, kalbin nûrlanır, basîret gözün
  açılır.
 
 Bu kişi bildirilen üç şeye bir müddet devam etti, fakat kendi hâlinde
  herhangi bir değişiklik hissetmedi. Üzüntülü bir şekilde tekrar Ebüdderdâ
  hazretlerine gidip dedi ki:
 
 - Ey Ebüdderdâ! tavsiyelerini aynen yerine getirdim. Fakat kendimde hiçbir
  değişiklik görmüyorum. Ne olur beni bu hastalıktan kurtar!
 
 Ebüdderdâ hazretleri şöyle buyurdu:
 
 - Öyle ise sen, cenâzeye bir hayvan ölüsüne gider gibi gitmişsin! Şimdi
  söyliyeceklerimi iyi dinle! Hasta ziyâretlerine gittiğin vakit, birgün senin
  de onun gibi zayıf, hâlsiz, yatağa uzanmış olacağını düşün! Bir yudum suyu
  bile eline alıp içemiyecek, başkalarının yardımı ile içebileceksin!
 
 Bütün bu gerçeklere rağmen hâlâ dünyaya bağlanmaktaki maksadın ne? Görüyorsun
  ki, dünya zenginliği, insanın bu hâle gelmesine mâni olamamaktadır. Bunları,
  hastanın yanında düşün ve nefsine şöyle de:
 
 “Şunun hâline bak, ibret al! Senin de sonun budur! O hâlde dünya
  muhabbetinden elini çek!”
 
 Cenâze namazına gittiğin zaman düşün ki, bu kimseyi, bütün dünya
  ni’metlerinden ayırmışlar, tabutun içine koyup musalla taşının üzerine
  bırakmışlar. Yakınları, çok sevdiği ve bütün ömrünü onlar için harcadığı
  çocukları onu geriden seyrediyorlar.
 
 Hastalıktan
  kurtuldu
 
 Mezarlığa vardığında, kabirde yatanların hâlini düşün! Birgün sen de onlar
  gibi olacaksın. Nâzik bedenin çürüyüp böceklere yem olacaktır.
 
 Ey kişi, işte üç şeyi yaparken bunları düşünüp, kendini bunların yerine
  koyarsan, kısa zamanda bu tehlikeli hastalıktan kurtulursun.
 
 O kişi, bu nasîhatlara aynen uydu. Kısa zamanda bu hastalıktan kurtuldu.
  Dünyadan tiksinmeye başladı. Kalbi nûrlandı. Basîret gözü açıldı. Hakkı
  bâtıldan ayırdı. Bundan sonra bütün ömrünü, âhıreti düşünerek, ona
  hazırlanmakla geçirdi.
 
 Ebüdderdâ hazretlerini gördüğünde dedi ki:
 
 - Allah senden râzı olsun! Kalb gözümün açılmasına, gerçekleri görmeme vesîle
  oldun.
 
 Ebüdderdâ hazretleri, hastalandığı zaman, dostları ziyâretine gelerek dediler
  ki:
 
 - Hastalığın nedir?
 
 - Günâhımdır!
 
 - Arzûn nedir?
 
 - Cennettir!
 
 - Sana bir tabîb çağırmayalım mı?
 
 - Beni tabîb hasta yaptı.
 
 Halka ilân et
 
 Abdullah bin Selâm’ın oğlu Yûsüf şöyle anlatmıştır:
 
 “Ebüdderdâ vefât edeceği sırada ben yanında idim. Bana dedi ki:
 
 - Kalk benim vefât etmek üzere olduğumu halka ilân et!
 
 Ben kalkıp insanlara durumu bildirdim. İşitenler evine geldiler. Evin
  içi-dışı insanlarla doldu. Sonra, “Beni dışarı çıkarınız” demesi üzerine
  dışarı çıkardık. “Beni oturtunuz” dedi. Oturttuk. Evinde toplanan büyük
  kalabalığa karşı şöyle dedi:
 
 - Ey insanlar Resûl-i ekremden işittim ki, şöyle buyurdu:
 
 (Kim kusûrsuz ve noksansız bir abdest alır, sonra da tam bir ihlâs
  ile namaz kılarsa, Allahü teâlâ onun istediklerini ona ihsân eder.)
 
 Ebüdderdâ, bundan sonra gelenlere namazla ilgili bir miktar daha nasîhatta bulundu.
  Son sözleri bunlar oldu.”
 
 Peygamber efendimiz Ebüdderdâ’nın ilimdeki gayretini övmüş ve;
 
 - Her ümmetin bir hakîmi vardır. Bu ümmetin hakîmi de Ebüdderdâ’dır,
  buyurmuştur.
 
 Mu’âz bin Cebel de vefât ederken, talebesi Amr bin Meymûn’a, Ebüdderdâ’nın
  ilminden istifâde edilmesini vasiyet ederek buyurmuştur ki:
 
 - Yeryüzü ondan daha âlim bir kimse taşımadı.
 
 Ebüdderdâ, herkese iyilikle muâmelede bulunurdu. Kızgınlıkları ve
  kırgınlıkları yatıştırır, hep güleryüz gösterirdi. Kimseyi incitmez, kimseden
  incinmezdi. Çok tok gönüllü ve cömert idi. Kendisini ziyârete gelen her
  misâfire çok ikrâmda bulunur, bizzat kendisi hizmet ederdi. İlmi, takvâsı,
  üstün ahlâkıyla ve daha birçok vasıflarıyla çok sevilmiş, hürmet
  gösterilmiştir.
 
 Onu
  kötülemeyiniz!
 
 Ebüdderdâ hazretleri; bir şahsın işlemiş olduğu bir kötülükten dolayı,
  insanlar tarafından sövülüp, kötülendiğine tesâdüf etti. Oradakilere dedi ki:
 
 - Bu adam bir kuyuya düşmüş olsaydı, siz onu çıkarmak istemez miydiniz?
 
 - Evet çıkarmak isterdik.
 
 - Öyle ise, onu kötülemeyiniz, dil uzatmayınız, onun işlemiş olduğu
  kötülükten sizi korumuş olan Allahü teâlâya şükrediniz.
 
 - Sen ona buğzetmez misin?
 
 - Ben onun kendisine değil, yaptığı fenâlığa buğzederim.
 
 Ebüdderdâ’nın hanımlarından Hayre binti Hadred, Ümmüd Derdâ el-Kübrâ
  lâkabıyla meşhûr olup, kadın sahâbîlerdendir. Fıkıh ve hadîs ilminde âlim bir
  kadındı. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler altı meşhûr hadîs kitabında yer
  almıştır. Bilâl, Yezîd, Derdâ ve Nesîbe adlarında dört çocuğu vardı.
 
 Hanımı Ümmüd Derdâ şöyle anlatmıştır:
 
 “Ebüdderdâ birşey anlatırken ve bir hadîs-i şerîf naklederken dâimâ tebessüm
  ederdi. Bir gün sebebini sordum. Dedi ki:
 
 - Resûl-i ekrem efendimiz her hadîs-i şerîf söyledikçe tebessüm ederdi.”
 
 Hadîs dinlemek
  için geldim
 
 Bir gün Medîne’den, Ebüdderdâ hazretlerini ziyâret için bir zât geldi.
  Ebüdderdâ hazretleri o zâta, niçin geldiğini sordu. O da, “Sizin
  Resûlullahtan işittiğiniz hadîs-i şerîfleri rivâyet ettiğinizi duydum. Onun
  için geldim” dedi. Ebüdderdâ hazretleri tekrar sordu:
 
 - Ticâret için falan gelmedin mi?
 
 - Hayır.
 
 - Başka bir işin veya ihtiyacın için mi geldin?
 
 - Sadece hadîs-i şerîf almak üzere geldim.
 
 Bunun üzerine Ebüdderdâ hazretleri buyurdu ki:
 
 - Pekiyi, o hâlde dinle! Resûl-i ekrem efendimizin şu sözleri söylediğini
  duydum:
 
 (Bir insan ilim kazanmak için bir yola giderse, Allahü teâlâ ona
  Cennete doğru bir yol açar. Melekler, ilim talebesinden memnun oldukları için
  kanatlarını onların üzerine gererler. İlim sahipleri için, yerdekiler ve
  göktekiler magfiret niyâz ederler. Denizin diplerindeki balıklar bile ona duâ
  ederler.)
 
 (Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü, ayın yıldızlara üstünlüğü gibidir.
  Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Bunlar para peşinde koşmazlar. İlme
  koşarlar. Onun için, onlar ilimden ne kadar fazla pay almak mümkünse o kadar
  alırlar.)
 
 Yolcuyum
  gideceğim
 
 Bir defasında Ebüdderdâ hazretlerinin evine bir zât uğradı. O zâta dedi ki:
 
 - Eğer burada kalacaksan sana bir yer hazırlayayım, yolcu isen, geçip
  gideceksen sana azık hazırlayayım.
 
 - Yolcuyum, gideceğim.
 
 - Öyle ise sana en güzel azığı hazırlayayım. Bundan daha kıymetli azık olsa
  idi, onu da sana verirdim.
 
 Ebüdderdâ hazretleri sonra şöyle devam etti:
 
 - Bir gün Resûlullah efendimizin huzûruna gitmiştim. “Yâ Resûlallah!
  Zenginler dünyayı da âhıreti de kazandılar. Onlar hem namaz kılıyor, hem oruç
  tutuyor, hem de sadaka verebiliyorlar. Fakat biz fakîr olduğumuz için sadaka
  veremiyoruz” dedim.
 
 Bunun üzerine Resûl-i ekrem efendimiz şöyle buyurdu:
 
 - Sana bir şey söyleyeyim mi? Sen onu yapınca kavuştuğun şeye, ancak
  onu yapanlar kavuşabilirler. Yapmayanlardan hiçbiri ona yetişemezler. Her
  namazdan sonra 33 kere Sübhanallah, 33 kere Elhamdülillah, 33 kere Allahü
  ekber söyle!
 
 Bir defasında Kureyşten bir zât ile Ensârdan bir zâtın aralarında bir mesele
  olmuştu. Ensârdan olan zât, Hz. Muâviye’ye gidip şikâyet etti. Hz. Muâviye
  helâllaşmalarını tavsiye etti. Fakat şikâyet eden kabûl etmedi. Hz. Muâviye,
  o zâta Hz. Ebüdderdâ’yı göstererek dedi ki:
 
 - Bu zâta sor!
 
 O kimsenin sorusu üzerine Ebüdderdâ şöyle dedi:
 
 - Resûl-i ekremden işittim. “Bir Müslümanın bedenine bir zarar gelir
  de, buna sebep olanı, affeder, hakkını helâl ederse, Allahü teâlâ onu bir
  derece yükseltir. Onun bir hatâsını affeder” buyurdu.
 
 Kalbimle
  kavradım
 
 Bunu dinleyen zât, Ebüdderdâ’ya bakarak sordu:
 
 - Sen bunu bizzat Resûl-i ekrem efendimizden duydun mu?
 
 - Evet, kulaklarımla işittim. Kalbimle kavradım.
 
 - O hâlde ben şikâyetimden vazgeçiyorum, hakkımı da helâl ediyorum.
 
 Ebüdderdâ hazretleri bir gün Şam’da mescidde oturuyordu. Bir kişi mescide
  girdi ve şöyle duâ etti:
 
 - Yâ Rabbî! Yalnızlıkta bana yardımcı ol, garipliğimde bana acı, bana azîz ve
  sevimli bir dost ihsân et!
 
 Ebüdderdâ bu sözlerini duyunca, o zâta dönüp şöyle dedi:
 
 - Resûlullah efendimizden işittim. Buyurdu ki: “İnsanlar içinde
  kendine zulmedenler var, bunlar gam ve keder içindedirler. İnsanlar arasında
  isrâftan sakınanlar var, bunlar iktisatlı ve mutedil hareket ederler.
  Bunların hesâbı kolaydır. Ayrıca, insanlar arasında hayır işlemek için
  yarışanlar var. Bunlar hesapsız Cennete girerler.”
 
 Peygamberimiz; Selmân-ı Fârisî ile Ebüdderdâ’yı kardeş yapmıştı.
 
 Selmân-ı Fârisî, bir gün, Ebüdderdâ’yı ziyârete gitti. Ebüdderdâ, Selmân-ı
  Fârisî’ye yemek getirterek dedi ki:
 
 - Ben, oruçluyum. Buyur, sen ye!
 
 Selmân-ı Fârisî de dedi ki:
 
 - Sen yemedikçe, ben de, yemem!
 
 Şimdi kalk
  artık!
 
 Ebüdderdâ da, onunla birlikte yemek zorunda kaldı. Geceleyin namaza kalkmaya
  davranınca, Selmân-ı Fârisî, ona, “Yat, uyu!” dedi. O da, yatıp uyudu. Bir
  müddet sonra, yine namaza kalkmaya davrandı. Selmân-ı Fârisî tekrar, “Yat,
  uyu!” dedi. O da yatıp uyudu. Sabah namazı vakti girince, Selmân-ı Fârisî,
  ona, “Şimdi, kalk artık!” dedi. Kalktılar. Sonra Selmân-ı Fârisî, ona dedi
  ki:
 
 - Senin üzerinde bedenin hakkı var! Rabbinin hakkı var! Misâfirinin hakkı
  var! Âilenin de, hakkı var! Oruç tut, iftâr da, et! Namaz kıl! Âilenin yanına
  da, git! Sen, her hak sahibine hakkını ver!
 
 Abdest alıp sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra farzını kılmak üzere
  mescide gittiler. Namazdan sonra, durumu Peygamberimize anlattılar.
  Peygamberimiz buyurdu ki:
 
 - Selmân, ilimle doldurulmuştur, doğru söylemiş, doğru yapmış!
 
 Ebüdderdâ’nın bildirdiği hadîs-i şerîflerden bir kısmı da şunlardır:
 
 (Cömertlik, îmânın sağlamlığından gelir. Îmânı sağlam olan Cehenneme
  girmez. Cimrilik de şek ve şüpheden gelir. Şüphe içinde olan Cennete
  giremez.)
 
 Birgün Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
 
 - Cum’a günleri bana çok salevât getirin! Okunan salevât bana hemen
  bildirilir.
 
 Öldükten sonra
  da bildirilir
 
 Bunun üzerine, “Öldükten sonra da bildirilir mi?” diye sorulunca, Resûlullah
  efendimiz buyurdu ki:
 
 - Evet, ben öldükten sonra da bildirilir. Çünkü, toprağın
  peygamberleri çürütmesi harâm kılındı. Onlar kabirlerinde diridirler,
  rızıklandırılırlar.
 
 Bir gün Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
 
 - Ey Ebüdderdâ! Cehennem ehlinin kimler olduğunu sana bildireyim mi?
  Her böbürlenen, kaba, büyüklük taslıyan, iyiliğe mâni olan kimsedir. Cennet
  ehlinin kimler olduğunu sana bildireyim mi? Her fakîr kimse ki, Allaha yemîn
  etse, Allah onu doğru çıkarır.
 
 Yine buyurdu ki:
 
 (Din kardeşinin arzû ettiği yemeği ona yediren kimsenin günâhları
  bağışlanır. Din kardeşini sevindiren, Allahı sevindirmiş olur.)
 
 Peygamber efendimiz, günâhkârlara şefâ’at edeceğini bildirince, “Îmânı olan hırsız
  ve zânîler de şefâ’ate kavuşacak mı?” diye suâl ettim. Buyurdu ki:
 
 - Evet, onlara da şefâ’at edeceğim.
 
 Yine buyurdular ki:
 
 (Sizler kıyâmet günü kendinizin ve babanızın adları ile
  çağırılacaksınız. Öyle ise çocuklarınıza güzel isimler veriniz.)
 
 (Mîzâna konacak amellerden en ağır geleni, güzel ahlâktır.)
 
 (Bir kimse, kardeşine arkasından duâ ettiği zaman, bir melek, “Allah,
  sana da o duâ ettiğin gibi versin” der.)
 
 (Şikâyetinize sebep olan şeyler, amellerinizin bozukluğundandır.)
 
 (Her kim Kehf sûresinin başından on âyet-i kerîme ezberlerse,
  Deccâlın ve aldatıcıların şerrinden korunmuş olur.)
 
 (Her hastalığın başı çok yemektir.)
 
 (Dertli mü’minin duâsını ganîmet bilin! Sübhânallahi velhamdülillahi
  velâ ilâhe illallahü vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billah, çok
  söyleyiniz. Zîrâ onlar sâlih amellerdendir. Ağaçların yaprakları döktükleri
  gibi bunlar da hatâları dökerler. Bunlar Cennet hazînelerindendir.
 
 Kötülüklerin
  anahtarı
 
 Ebüdderdâ dedi ki:
 
 - Çok sevdiğim bana dedi ki:
 
 (Parça parça parçalansan, ateşte yakılsan bile, Allahü teâlâya hiçbir
  şeyi ortak koşma! Farz namazları terketme! Farz namazları bile bile terkeden
  Müslümanlıktan çıkar. İçki içme! İçki, bütün kötülüklerin anahtarıdır.)
 
 Ebüdderdâ hazretleri buyurdu ki:
 
 - Zilhiccenin ilk 9 günü oruç tutmalı, çok sadaka vermeli ve çok duâ ve
  istigfâr etmelidir! Çünkü Muhammed aleyhisselâm, (Bu on günün hayır
  ve bereketinden mahrûm kalana yazıklar olsun) buyurdu.
 
 Günâh unutulmaz
 
 Ebüdderdâ hazretleri buyurdu ki:
 
 - Dünyada, üç şey için yaşamak isterim: Uzun gecelerde namaz kılmak için,
  uzun günlerde oruç tutmak için ve sâlih kimselerin yanında oturmak için.
 
 - Kötü kimselerle çok düşüp kalkan kimsenin kalbi harâb olur.
 
 - Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Kendinizi ölmüş biliniz!
  İyilik zâyi olmaz, günâh unutulmaz.
 
 - Hayır, mal ve evlâdı çoğaltmakta değildir. Hayır, kulluk yükünün
  büyüklüğünü anlamak, ameli çoğaltmak, insanlarla oyalanmayı bırakıp Allahü
  teâlâya ibâdete yönelmektir. Eğer iyilik yaparsan Allahü teâlâya hamdet,
  günâh işlemişsen istigfâr et.
 
 - Ardından insanların gelmesinden hoşlanan, Allahtan uzaklaşır.
 
 - Aklında eksiklik olmayan hiç kimse yoktur. Çünkü dünyalıktan eline birşey
  geçtiği vakit sevinir, fakat ömrünün azaldığına üzülmez.
 
 - Ölümden sonra neler göreceğinizi, başınıza gelecekleri bilseydiniz,
  isteyerek ne yemek yiyebilir, ne de su içebilirdiniz.
 
 - İlminden faydalanmayan, ilmiyle amel etmeyen âlimler, mahşer günü
  şiddetli azâba düşeceklerdir.
 
 - Ölümü çok hatırlayan taşkınlıktan ve hasedden kurtulur.
 
 - Bir âlim ilmiyle amel etmedikçe âlim sayılmaz.
 
 - Rabbime karşı tevâzu’ için yokluğu, yoksulluğu severim. Rabbimi arzûladığım
  için ölümü severim! Günâhıma keffâret olacağı için hastalığı severim!
 
 - Kul Allahü teâlâya ibâdetle meşgul olunca, Allahü teâlâ onu sever,
  mahlûkâtına da sevdirir.
 
 - Bilmeyene bir kere, bilip de yapmıyana yedi kere yazıklar olsun!
 
 - Îmânın kemâli, başa gelene sabır, kadere rızâ, tam bir tevekkül, ve Allahü
  teâlâya teslim olmaktır.
 
 İlmi yaydı
 
 Ebüdderdâ hazretlerinin ismi Uveymir bin Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî’dir.
  Ebüdderdâ künyesidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Tefsîr, hadîs, fıkıh
  ilimlerinde meşhûr sahâbîdir. Bilhassa Kur’ân-ı kerîmi ezberlemiş olmasıyla
  ve kırâat ilmini pek çok kimseye öğretmesiyle meşhûrdur.
 
 Şam’da bulunduğu sırada Kûfe’den ve diğer yerlerden çok kimse, Ona fıkhî
  mes’eleler sormak üzere gelir, fetvâsını alırdı. Ba’zı sahâbîlerle birlikte
  Kıbrıs’ın fethine de katıldı. Ebüdderdâ hazretleri, ömrünü dîne hizmet
  etmekle geçirdi. Nübüvvet kaynağından aldığı ilmi yaydı. Hz. Osman’ın
  halîfeliğinin son yıllarında, 652 yılında vefât etti.
 |