| Abdullah
  bin Ömer hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olup, dört büyük halîfeden
  Hz. Ömer’in oğludur. İlk îmâna gelenlerdendir. Babası îmân ile şereflenince,
  o da küçük yaşta Müslüman oldu.
 Küçük yaştan beri Peygamber efendimizle beraber bulundu. Bunun için Eshâb-ı
  kirâm içinde en çok hadîs-i şerîf nakledenlerden oldu.
 
 Ayrıca, yaratılış olarak üstün hâllere sahip olduğundan ve Resûlullahın
  hizmeti ile şereflenip, uzun zaman sohbetlerinde bulunduğundan, bütün
  ilimlerde mâhir oldu.
 
 Çok cömert idi
 
 Harâm ve şüphelilerden sakınmakta, dünyaya düşkün olmamakta örnek durumdaydı.
  Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi. Çok cömert olup, ikrâm
  etmeyi çok severdi. Akşam yemeklerini, yalnız yediği hiç vâki değildi.
  Mutlaka misâfir arar bulurdu.
 
 Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerine, bin dirhem para ile kıymetli bir
  kaftan hediye getirilmişti. Dostlarından birisi ertesi gün, onu, çarşıda
  hayvanına veresiye yem alırken görünce şaşırdı. Evine gidip sordu:
 
 - Dün Abdullah bin Ömer’e bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan gelmemiş
  miydi?
 
 - Evet gelmişti.
 
 - Fakat bugün onu veresiye alış-veriş yaparken gördüm.
 
 - Doğrudur. Hediyeleri aldığı gün, kaftanı omuzuna alıp, çarşıya
  çıktı. Dönüşünde ne kaftan ne de paralar vardı. İhtiyacı olanlara hepsini
  dağıtmış.
 
 Gençliğinde bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında ipek bir kumaş parçasının üzerine
  binerek uçuyor, Cennetteki istediği yerlere konuyordu. Bu sırada birileri onu
  Cehenneme götürmek istedi.
 
 Hemen karşısına bir melek çıkıp, “Korkma!” dedi. Sonra alıp tekrar Cennete
  götürdü.
 
 Hz. Hafsa, onun bu rü’yâsını Resûlullaha anlatınca, Peygamber efendimiz
  buyurdu ki:
 
 - Abdullah ne iyi insandır. Keşke geceleri de namaz kılsa!
 
 O zamandan sonra gece namazını hiç bırakmadı.
 
 Allahtan korkmak
 
 Allahtan başka kimseden korkmazdı. Bir gün yolculuğa çıktı. Yolda karşılarına
  bir aslan çıkınca, arkadaşları korkup ne yapacaklarını şaşırdılar. O
  korkusuzca aslanın yanına yaklaşıp, kulağına dedi ki:
 
 - Resûlullahtan işittim. “İnsanoğlu Allahtan başkasından korkmazsa,
  hiçbir şeyi ona musallat etmez” buyurdu. Yoldan çekil de yolumuza
  devam edelim.
 
 Aslan sessizce oradan uzaklaştı.
 
 Acıkmayınca yemez, yediğinde de çok az yerdi. Nitekim Irak’tan ziyâretine
  gelen bir dostu, kendisine hediye olarak bir ilâç getirerek dedi ki:
 
 - Bu iyi bir ilâçtır. Sana, Irak’tan getirdim.
 
 - Bu ilâç neye yarar?
 
 - Hazımsızlığa iyi gelir.
 
 - O zaman, sen bu ilâcı başkasına ver!
 
 - Niçin?
 
 - Çünkü, ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim. Bundan
  sonra da yemiyeceğim için bende hazımsızlık olmaz.
 
 Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerinin devesi kayboldu. Çok aradı, bulamadı.
  “Alana helâl olsun!” deyip mescide girdi. Sonra birisi gelip dedi ki:
 
 - Deven filân kimsede.
 
 Mescidden çıkıp giderken, hatırladı. “Ben onu alana hediye etmiştim” deyip
  tekrar mescide döndü.
 
 Allah için sev!
 
 Peygamber efendimiz bir nasîhatinde, Abdullah bin Ömer hazretlerine buyurdu
  ki:
 
 - Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik
  mertebesine ancak böyle kavuşabilirsin! Bu minvâl üzere olmıyan kişi, namazı
  ve orucu çok olsa bile, îmânın tadını alamaz.
 
 Yâ Abdullah, sabaha çıktığın zaman akşam için kendini kaygılandırma!
  Akşama çıktığın zaman sabah için kendini kaygılandırma! Sağlığında hastalığın
  ve hayatında ölüm için tedbîr al!
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, harâmdan çok korkardı. Bunun için, sık sık
  buyururdu ki:
 
 - Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç
  tutsanız, harâmdan kaçmadıkça bunların va’dedilen mükâfâtına kavuşamazsınız!
 
 Birisi, Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Allah için, seni çok seviyorum”
  deyince buyurdu ki:
 
 - Ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen, ezânı tegannî
  ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun.
 
 Tâbiînin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu ki:
 
 “Ben henüz çocuk iken Abdullah bin Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney sesi
  işittik. Hz. Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla
  uzaklaştık. Bir müddet sonra bana dedi ki:
 
 - Ney sesi daha işitiliyor mu?
 
 - Hayır işitilmiyor.
 
 Ancak ondan sonra parmaklarını kulaklarından ayırdı.”
 
 Hiç kimse
  yanmasın!
 
 Resûlullah efendimiz, Abdullah bin Ömer’i çok severdi. Nitekim bir gün Hz.
  Abdullah, Resûlullahın huzûrlarına gelmişti. Resûlullah efendimiz ona çok
  iltifât edip, (Kıyâmet günü herkesin berâtı [kurtuluş
  vesîkası] her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın berâtı ise,
  dünyada verilmiştir) buyurarak onu medh ve senâ buyurdu. Sebebi
  sorulduğunda buyurdu ki:
 
 - Kendisi vera’ ve takvâ sahibi olduğu gibi, duâ ederken “Yâ Rabbî!
  Benim vücûdumu, kıyâmet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben
  doldurayım. Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine
  gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden hiç kimse Cehennemde
  yanmasın” diyerek, din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini
  göstermiştir. [Ebû Bekr-i Sıddîk’ın da böyle duâ ettiği Menâkıb-i
  çihâr yâr-ı güzîn kitâbında yazılıdır.]
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri bir gün, birkaç arkadaşı ile Medîne-i münevvere
  dışına çıkmışlardı. Yemek vakti gelince sofra hazırladılar. O sırada köle
  olan bir çoban selâm verdi. Hz. Abdullah çobanı yemeğe da’vet etti. Çoban
  oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı. İbni Ömer ona sordu:
 
 - Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl oluyor?
 
 Çoban da cevap verdi:
 
 - Bu hâlde çok günler oruç tuttum. Abdullah bin Ömer hazretleri, onu denemek
  için dedi ki:
 
 - Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftâr etmen için
  etinden veririz?
 
 - Koyunlar efendimindir.
 
 - Efendine kaybolduğunu söylersin.
 
 Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:
 
 - Allahü teâlâ görüp biliyor.
 
 Azâd ettiler
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti.
  Medîne’ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip, sürüyü ve
  çobanı satın aldı. Onu azâd ederek, koyunları da ona hediye etti.
 
 Mekke’nin fethi sırasında, İbni Ömer yirmibeş yaşlarında bulunuyordu.
  Sür’atli koşan bir atı vardı. Bu at üzerinde, elinde mızrağı olduğu hâlde çok
  heybetli idi. Resûlullah efendimiz onun bu hâlini görünce, “Abdullah!
  İşte Abdullah” buyurarak mücâhidliğini övdüler. Müslüman ordusu,
  büyük bir ihtişâmla Mekke’ye girdiği zaman, Resûl-i ekrem bir deve üzerinde
  olup, İbni Ömer de yanında bulunuyordu.
 
 Mekke’nin fethinden sonra Abdullah bin Ömer, Huneyn muhârebesine katıldı.
  Büyük kahramanlıklar gösterdi.
 
 Ordu bir ara geri çekilmek üzere iken İbni Ömer, Resûlullah efendimize
  yaklaşarak, duâ istedi ve, “Zafer nasîb olursa i’tikâf edeceğim” diye
  arzetti. Resûl-i ekrem onun bu arzûsu üzerine buyurdu ki:
 
 - Dilediğini yapar, adağını yerine getirirsin.
 
 Sonra zafer nasîb oldu.
 
 Huneyn’den sonra Tâif muhâsarası oldu. Bu muhâsarada öncü kuvvetlerinden idi.
  Resûlullahın duâsı ile fetih nasîb oldu.
 
 Doksandan fazla
  yara vardı
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte harbinde de bulundu. Bu husûsla ilgili
  kendisi şöyle anlatır:
 
 “Resûlullah efendimiz Mûte gazâsında Zeyd bin Hârise’yi kumandan yapmış, “Eğer
  Zeyd şehîd olursa, Ca’fer bin Ebî Tâlib, o da şehîd olursa, Abdullah bin
  Revâha kumandanlık yapsın” buyurmuştu.
 
 Ben de bu savaşta idim. Ca’fer bin Ebî Tâlib’i harb meydanında aradık ve
  şehîdler içerisinde bulduk. Vücûdunda doksandan fazla kılıç ve mızrak yarası
  vardı.”
 
 İyilik etmesini, hayrı, sadakayı, köle azâd etmeyi çok severdi. İyi ve güzel huylu
  olup, kötülükten uzaktı. Her işini ve her şeyini Allah için yapardı.
  Yüzüğünün taşında, “Abdullah bin Ömer, Lillah” ibâresi yazılı idi. Abdullah
  bin Ömer hazretleri buyurdu ki:
 
 - Müslümanlıkla şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş’em; gönlümün,
  herkesi peşinden koşturan birtakım istek ve arzûlara meyletmemiş olmasıdır.
 
 Hz. Ebû Bekir devrinde, Amr bin Âs komutasındaki orduda vazîfe aldı. Ordu,
  Filistin toprağına girince, Amr bin Âs, Abdullah bin Ömer’e bir sancak ve
  emrine bin süvâri verdi.
 
 Kimse
  dağılmasın!
 
 Birlik, Amr bin Âs’ın emri üzerine hareket etti. Sabaha kadar yürüdüler. Bu
  sırada, kalabalık insan topluluğuna dâir birtakım izlere rastladılar.
  Abdullah bin Ömer hazretleri dedi ki:
 
 - Zannederim bu asker izi, Rumların öncü birliklerine âittir.
 
 Sonra emrindeki askerlerle birlikte durdu. Askerler dediler ki:
 
 - Bu izi takip edelim.
 
 Bunun üzerine Abdullah bin Ömer şu tâlimâtı verdi:
 
 - Hayır, izin kime âit olduğunu kesin olarak öğreninceye kadar kimse
  dağılmasın!
 
 Kimse yerinden ayrılmadı. Araştırma netîcesinde, Müslümanlardan haber almak
  için dolaşan, onbin kişilik Rum askerinin, yakınlarında olduğunu anladılar.
  Abdullah bin Ömer, onları görünce, askerlerine seslendi:
 
 - Bu fırsatı kaçırmayınız! Cennet kılıçların gölgesi altındadır!
 
 Bütün asker gür bir sesle, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah”
  dedi. Kelime-i tevhîd sesleri semâyı çınlattı. Sanki ağaçlar, taşlar ve her
  şey onlara Kelime-i tevhîd ile cevap veriyordu. İlk hücûm eden İkrime bin Ebî
  Cehl oldu. Onu Süheyl bin Amr, sonra da Dehhâk takip etti. İki ordu birbirine
  girmişti. Abdullah bin Ömer hazretleri, savaş hâlini şöyle anlatmıştır:
 
 “O anda, Rumların önde gelen cengâverlerinden, iri yapılı, sağına soluna
  çevik hareketlerle vuran birini gördüm. Bu, öncü kuvvetlerinin komutanı ve
  Rumların gözbebeği olan birisi idi.
 
 Rum askerinin üzerinde moral yönünden büyük te’sîri vardı. Üzerine hücûm
  edip, mızrağımı uzattım, fakat kendini kurtardı.
 
 Öldürmek için tekrar bir fırsatını bulup, yaraladım. Kılıcımla vurdukça vuruyordum.
  Sanki taşa çalıyordum. Her vuruşta kılıç, sert taşa vurulmuş gibi ses
  çıkarıyordu. Hattâ kırıldığını zannettim. Nihâyet yere düşürdüm.
 
 Bunu gören Rumlar büyük bir korkuya kapıldılar. Müslüman mücâhidler ise daha
  şiddetli ve aşkla çarpışmaya başladılar. Allah için, Dehhâk ve Hâris bin
  Hişâm çok kahramanlıklar gösterdiler ve düşman büyük bir hezîmete uğrayıp
  dağıldı. Böylece Allahü teâlânın yardımı ile zafere ulaştık.”
 
 Abdullah bin
  Ömer nerede?
 
 Muhârebe bittikten sonra, Müslüman askerleri toplandılar. Rumlardan aldıkları
  malları ve ganîmetleri ortaya getirdiler. Bütün askerler döndüğü hâlde,
  Abdullah bin Ömer hâlâ görünmüyordu. Müslümanlar birbirlerine soruyordu:
 
 - Abdullah bin Ömer nerede?
 
 İçlerinden birisi, onun çok zâhid ve ibâdete düşkün olduğunu söyledi.
  Başkaları da, onu medheden konuşmalarda bulundular.
 
 Bu konuşmaları, bulunduğu yerde dinleyen Abdullah bin Ömer hazretleri yüksek
  sesle, tekbîr ve tehlîllerle, Resûlullaha salâtü selâm getirdi ve elindeki
  bayrağı salladı. Bunu gören Müslümanlar, yanına koştular. Kendisine, nerede
  olduğunu sorduklarında, “Rumların kumandanları ile meşgûldüm. Onu öldürdüm”
  dedi.
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte ve Yermük savaşlarında bulundu. Hz. Ebû
  Bekir’in hilâfeti zamanında Hâlid bin Velîd’in Arabistan’da isyân hâlinde
  bulunan mürted kabîlelere karşı açtığı sefere iştirâk etti.
 
 Ayrıca Nihâvend muhârebesine ve Hz. Osman’ın Mısır vâlisi Abdullah bin
  Sa’d’ın Kuzey Afrika fütûhatını tamamlamak için Medîne’den gönderdiği
  yardımcı kuvvetler ile harbe katıldı.
 
 Yine az zaman sonra 650-651 târihinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki Horasan ve
  Taberistan seferine iştirak etti.
 
 İstanbul’a geldi
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, Hz. Muâviye’nin hilâfetinde, Yezîd bin Muâviye
  ile Bizans seferine katıldı. Eyyûb Sultân hazretleriyle İstanbul surları
  önüne kadar gelip, Bizanslılar ile olan mücâdelede bulundu.
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, devlet kadrosunda vazîfe almaktan uzak durdu.
  Babası Hz. Ömer, şehâdetinden önce yerine oğlunu göstermesini isteyenlere
  buyurmuştu ki:
 
 - Bir evden bir kurban yeter.
 
 Seçilmemek şartıyla Hz. Osman’ı halîfe seçen şûrâ üyeliğinde bulundu.
 
 Hz. Osman’ın şehâdetinden sonra, Hz. Ömer’in oğlu olması, ilmî mertebesinin
  yüksekliği ve savaşlardaki kahramanlığı ileri sürülerek, halîfe olması istendiyse
  de kabûl etmedi. Hz. Ali’ye bî’at etti. Fakat, iç hâdiselere karışmadı.
 
 “Cihâd, İslâm ülkesinde, Müslümanlar arasında olmaz. Cihâd, kâfirlere ve
  gayrı müslim memleketine karşıdır” buyururdu.
 
 Abdullah bin Ömer, Resûlullahı görme, sohbetinde bulunma, Ona hizmet etme
  şerefine kavuşma ve fıtraten üstün hâllere sahip olması sebebiyle, bütün
  ilimlerde mâhir, üstâd idi.
 
 İlmi, harâm ve şüphelilerden sakınması ve dünyaya düşkün olmaması yönleri ile
  örnek durumdaydı. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi.
 
 Kur’ân-ı kerîmin tefsîri husûsunda sahâbenin ileri gelenlerinden idi. Helâle
  ve harâma âit hadîs-i şerîflerin çoğunu o bildirmiştir.
 
 İşittiği hadîs-i şerîfleri yazar, gerek duymadıkça hadîs-i şerîf rivâyet
  etmezdi.
 
 Resûlullaha çok
  benzerdi
 
 İbni Ömer hazretleri, ekseriyâ Resûlullah efendimizin hizmetinde ve huzurunda
  bulunurdu. Bulunmadığı zamanlarda, Onun söz, fiil ve takrîrini sorar,
  araştırırdı.
 
 Anlıyamadığında, bizzat Resûl-i ekremden öğrenir, bildiğini öğretmekten zevk
  duyardı.
 
 Medîne-i münevverede ders meclisi kurup, hadîs-i şerîf öğretti. Ayrıca hac
  mevsiminde de dünyanın her yerinden gelen ilim ve hak âşıklarına hadîs-i
  şerîf rivâyetinde bulundu.
 
 Hz. Âişe buyurdu ki:
 
 - Hâl ve hareketinde Resûlullaha en çok benzeyenlerden biri de İbni Ömer idi.
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, fıkıh ilminde de kemâl derecesinde idi. Fetvâ
  husûsunda çok titiz idi. Birçok mes'eleye, "Bilmiyorum" diye cevap
  verirdi. Fetvâları çok kıymetlidir. İmâm-ı Mâlik onun hakkında buyuruyor ki:
 
 Abdullah bin Ömer, Peygamberimizden sonra hac mevsiminde ve başka zamanlarda,
  insanlara altmış sene fetvâ vermiştir.
 
 Abâdile-i erbea
 
 Hadîs ve fıkıh âlimleri arasında Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbâs,
  Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Amr bin Âs'a Abâdile-i erbea,
  ya'nî dört Abdullah ünvânı verilmiştir. Bu dört zât, bir mes'elede ittifâk
  edince, "Abâdile'nin kavli" denilir. Ancak fıkıh kitaplarında,
  Abâdile denilince, ekseriyâ İbni Mes'ûd, İbni Abbâs ve İbni Ömer hazretleri
  kasdedilir.
 
 Tâbiînin büyüklerinden Nâfi', Abdullah bin Ömer'in azâdlısıdır. Onu, onbin
  dirheme satın aldıktan sonra buyurdu ki:
 
 - Seni Allah rızâsı için azâd ettim.
 
 Çok cömert, halîm ve selîm idi. Köle ve câriyelerinden hangisini Allahü
  teâlâya ibâdet ederken görse, onu azâd etmek âdeti idi. Kölelerinin böyle
  görünerek kendisini aldattıklarını söylediklerinde buyurdu ki:
 
 - Hayır için aldanmaktan iyi şey var mıdır?
 
 İmâm-ı Nâfi', efendisi ile ilgili olarak buyurdu ki:
 
 - Abdullah bin Ömer, bin kişi azâd etmeyince, rûhunu teslim etmedi. Sevmeye
  başladığı bir şeyi Allah rızâsı için, ihtiyâcı olana verirdi. Böylece, Allahü
  teâlânın; "Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, iyiliğe
  kavuşamazsınız!" (Âl-i İmrân sûresi: 92) meâlindeki âyet-i
  celîlesiyle amel ederdi.
 
 Zamanın zenginlerinden Abdülazîz bin Hârûn, "Her ne ihtiyâcın varsa bana
  bildir" diye Abdullah bin Ömer'e mektup yazmıştı. Karşılık olarak şöyle
  mektup yazdı:
 
 Resûlullahtan, "Önce geçindirmekle yükümlü olduğun kişilere ver;
  yüksek el, alçak elden hayırlıdır!" buyurduklarını işittim.
  Yüksek elin veren el, alçak elin de alan el olduğunu sanıyorum. Senden hiçbir
  isteğim yoktur. Allahü teâlânın bana gönderdiği bir ni'meti de geri çevirmem.
 
 İhlâs sûresi
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, Cum'a namazına gitmeden önce mutlaka gusleder
  ve güzel kokular sürünürdü. Bayram namazları için de aynı şeyi yapardı. Günde
  iki defa güzel koku sürünür, elbiselerinin tertemiz ve kokusunun güzel
  olmasına dâimâ dikkat ederdi.
 
 Abdullah bin Ömer'in oğlu Hâlid'in azâd ettiği Ebû Gâlib diyor ki:
 
 "Abdullah bin Ömer Mekke'ye geldiği zaman, bize misâfir olurdu. Geceleri
  kalkar, teheccüd namazı kılardı. Bir gece sabah namazı yaklaştığı zaman, bana
  dedi ki:
 
 - Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okusan da olur.
 
 Benim, "Sabah yaklaştı ve bu kadar kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmin üçte
  birini okuyup yetiştiremem" cevabım üzerine buyurdu ki:
 
 - İhlâs sûresi, Kur'ân-ı kerîmin üçte birine eşittir.
 
 Birisi Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Ey insanların en iyisi” deyince
  buyurdu ki:
 
 - Ben insanların en iyisi değilim. İnsanların en iyisinin oğlu da değilim.
  Ben sâdece Allahü teâlânın bir kuluyum. O’nun rızâsını bekler, O’ndan
  korkarım. Siz böyle övmeye devam ederseniz, insanı helâk edersiniz.
 
 Namazlarını
  aksatanlar
 
 Âdem bin Ali’den rivâyet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer bir sohbetinde,
  “Kıyâmet gününde aksaklar diye çağrılacak kişiler vardır” dedi. Cemâ’at,
  “Aksaklar kimlerdir” diye sorunca şöyle cevap verdi:
 
 - Sağa-sola bakmak ve ba’zı hareketler yapmak sûretiyle namazlarını eksilten
  ve aksatan kimselerdir.
 
 İbni Ömer birisinin zâlim Haccâc’ın aleyhinde konuştuğunu duydu ve kendisine
  sordu:
 
 - Haccâc burada olsa, böyle konuşabilir miydin?
 
 - Hayır konuşamazdım.
 
 - İşte biz, Resûl-i ekrem zamanında, bunu münâfıklık sayardık.
 
 Abdullah bin Ömer hazretleri, birçok sohbetlerinde buyurdu ki:
 
 “Ey Âdemoğlu! Bedeninle dünyada ol, kalbinle âhıreti bul!”
 
 “Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır.”
 
 “İnsanın mâhiyeti arkadaşından anlaşılır.”
 
 “Kendinden üsttekine hased, aşağıdakine tahakküm eden ilim ehli sayılmaz.”
 
 “Peygamber efendimize yaptığım bî’atı, bugüne kadar bozmadım ve
  değiştirmedim. Fitne ve kargaşalığa taraftar olan kişiye de bî’at etmedim.
 
 Hiçbir Müslümanı rahat döşeğinden uyandırmadım, rahatsız etmedim.”
 
 “Allah için sev, Allah için buğzet, Allah için dost ol, yine Allah için
  düşmanlık et! Allahü teâlânın sevgisine bu şekilde kavuşulur.”
 
 “Biz öyle zamanlar gördük ki, hiç kimse Müslüman kardeşinden daha çok paraya,
  pula sahip olmayı düşünmedi. Şimdi ise, altın ve gümüş daha kıymetli gelmeye
  başladı.”
 
 “Allah korkusundan dolayı bir damla yaş akıtmak, benim için, bin altın sadaka
  vermekten daha sevimlidir.”
 
 “İnsan, imkânı kadar iyilik etmeli, her zaman tatlı konuşmalı ve güleryüzlü
  olmalıdır.”
 
 Allah için sev!
 
 Peygamber efendimiz Abdullah bin Ömer’e bir nasîhatında buyurdu ki:
 
 - Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik
  mertebesini ancak bununla elde edebilirsin. Namazı ve orucu çok olsa bile, bu
  minvâl üzere olmayan kişi, îmânın tadını alamaz.
 
 Sabaha çıktığın vakit akşama çıkacağını düşünme, akşama çıktığın
  vakit de sabahlayacağını hâtırına getirme! Hayatından ölümün ve sıhhatinden
  hastalığın için ayır! Ey Abdullah! Yarın adının ne olacağını bilemezsin!
 
 Abdullah bin Ömer’in künyesi Ebû Abdurrahmân’dır. Müslümanların gözbebeği Hz.
  Ömer’in oğludur. Mekke-i mükerremede hicretten ondört sene önce doğup, aynı
  yerde 692 yılında vefât etti. Kabri, Muhasseb’dedir.
 |